İktidarların nasıl oluştuğu ve kimler tarafından kullanıldığının bir önemi yoktur, asıl sorun iktidar uygulananların bu durumu neden ve nasıl kabullendikleri ile ilgidir Ne zaman ve nerede doğmak isterdiniz? Diyelim ki İ.Ö. 1500 yılında ve Afrika’dasınız. Yani bundan 3500 yıl evvel. Bir ağacın altına uzanmış etrafa bakıyorsunuz. Ormandaki ağaçlardan hiçbir şeyi göremiyorsunuz. Tepenizde bir maymun, altta […]
İktidarların nasıl oluştuğu ve kimler tarafından kullanıldığının bir önemi yoktur, asıl sorun iktidar uygulananların bu durumu neden ve nasıl kabullendikleri ile ilgidir
Ne zaman ve nerede doğmak isterdiniz?
Diyelim ki İ.Ö. 1500 yılında ve Afrika’dasınız. Yani bundan 3500 yıl evvel.
Bir ağacın altına uzanmış etrafa bakıyorsunuz. Ormandaki ağaçlardan hiçbir şeyi göremiyorsunuz. Tepenizde bir maymun, altta bir aslan maymunun zayıf anını gözlüyor, aslanın artığını bekleyen kuzgunları hissediyorsunuz ama göremiyorsunuz. Tepede bir çaylak dolanıyor. Arkanızdan bir ayı gelebilir. Hepsi bu işte.
Diyelim ki Eski Mısır’dasınız da Ramses’e piramit yapan işçilerden birinin kocaman bir kayanın altında kalıp ezildiğini görüyorsunuz. Hep böyle zaten, işçi dediğin ya makinenin altında kalır ya üstüne inşaat yıkılır ya da çarka kolunu kaptırır. İlginç olan ne var ki?
Ya da Cengiz ordusunda mızrakçı başısınız. Ne göreceksiniz. Herkes birbirini boğazlıyor. Hiç ilginç değil. Bildiğimiz savaş. Askersen ya öleceksin ya da öldüreceksin. İşin ölüm işi kardeşim. Ne ağlıyorsun ki. Bunun için maaş alıyorsun. Her zaman savaş alanında öleceksin diye bir kural mı var. Sahibin nerede ve nasıl isterse orada öyle öleceksin. Şaşıracak ne var.
Var sayalım ki İ.S.789’da Almanya’da yaşıyorsunuz da Yüce Karolus Magnus nam-ı diğer Şarlman Hıristiyanların nasıl ibadet etmeleri gerektiğini emreden bir genelge yayınlamış. Değişen ne?
Abdülmükellefin üzerine farz olan farz 33 emri bir genelge değil mi? Farz dediklerin yönetmelik mi? Genelgeler, yönetmelikler, talimatlar, emirler hep aynı değil mi? Bakın eski Yunan tarihine, Mısır tarihine, Anadolu tarihine. Tüm krallar aynı zamanda birer tanrı. Tarihten önce ile tarihten sonra arasında ne fark var.
Hadi biraz daha yakında yaşayalım. Kanuni Süleyman’ın sarayındayız da kadınlar Hürrem, erkekler Sümbül Ağa. Ne olacak. Ya zehirleyeceksin ya zehirleneceksin. Ya kellen, ya da kelle.
En eski Çin topluluklarında bile iktidarların ve çevrelerinin kelle kavgası var. Bu da eğlendirmez.
Bana göre en eğlenceli zaman Menderes’le başlayıp, Demirel’le pekiştirilip, gulu gulucu Erbakan’la iktidara taşınıp, Muhterem Hoca Efendi ile şahikaya yerleşen siyasal İslam’ın oynadığı komedidir. Bu trajikomik oyun leblebi çekirdeksiz izlenmez.
Tekelci kapitalizmin, dini; tablacılara, seyyarlara, gassallara, yarı cahil! softalara bırakacağını sanmak saflıktır.
Son kertede iş oraya varsa da bugünkü kavgayı para kavgası sanmak da bence eksik bir yaklaşım olur.
Tarihin her döneminde dini eline geçirenler para dâhil her şeyi ele geçirmişlerdir. Başka türlü olsa Şarlman genelgeyi neden yayınlasın, Konstantin neden İznik’te Konsül toplasın. Neden 4 kitaptan bir kuran çıkarılsın. Yezit soyunun bin küsur yıllık düşmanlığı nedendir.
Din her zaman kurulu düzenin ideolojisi olmuştur.
İnsan denilen canlıyı ağızla anüs arasına sıkıştıran bir siyasal sistem insanın bütün davranışlarında akla yakın nedenler aramaz.
İnsan, ölüm gibi bilimsel yaklaşımla anlayamadığı şeylere akıldışı çözümler arama eğilimindedir.
Egemenlerin bu bilgisinin tarihi çok eskilere dayanır.
Esasen hiçbir peygamber kurulu düzenle çatışmamış, iktidarlarla ters düşmemiştir.
Dünyanın üçte birinin kutsalı İsa’nın “Sezar’a ait olanı Sezar’a, Tanrı’ya ait olanı Tanrı’ya verin,”
“Ne mutlu size yoksullar, çünkü göklerin krallığı sizindir. Ne mutlu size, şimdi aç olanlar, çünkü tok olacaksınız. Ne mutlu size, şimdi ağlayanlar, çünkü güleceksiniz” fetvalarını,
Başlangıçta protestocu olan Luther’in iktidar ortağı olunca “Köle efendisine boyun eğmeli, o efendi bir ‘Türk bile olsa’, bırakıp kaçmamalıdır” dönüşünü,
Calvin’in “Adaletsiz ve diktatörce yönetenler de, gene Tanrı tarafından, günahlarından dolayı insanları cezalandırmak için görevlendirilmişlerdir” sözlerini,
Aziz Paulus’un “Herkes kendinin üstündeki otoriteye boyun eğmelidir; çünkü Tanrı’dan kaynaklanmayan otorite yoktur ve var olan bütün otoriteler Tanrı tarafından kurulmuştur. Bu nedenle de, otoriteye karşı gelen Tanrı’nın kurduğu düzene karşı gelmiş olur” talimatını anımsayıp Napolyon Bonaparte’ın sözleriyle noktalayalım.
“Dinin olmadığı bir devlette düzen olabilir mi? Gelirler arasında eşitsizlik olmadan toplum, din olmadan da gelirler arasında eşitsizlik olamaz. Tıka basa, patlayıncaya kadar yiyen bir adamın yanı başında açlıktan ölen bir adam düşünün. Onun bu farkı kabul edebilmesi için yüksek bir otoritenin şöyle demesi gerekir: ‘Tanrı böyle istiyor; bu dünyada yoksullar da zenginler de olmalıdır; ama sonra ve sonsuza kadar paylaşma başka türlü yapılacaktır.”
Başını ABD’nin çektiği batı emperyalizmi dünyanın neresinde hangi din varsa o dindendir.
Ortadoğu’da İslam, Rusya’da Hıristiyan, Hindistan’da Sih, Çin’de Budist, Afrika’da Animist olabilir. Hiçbir çelişki yoktur. Hatta duruma göre Alevi, Sünni, Katolik, Ortodoks ve Protestan da olabilir, devleti de kutsar.
Devleti de dini de kutsamasının nedeni kendi iç dengesini korumak içindir. Bu denge tutturulamazsa ölür.
Bir taraftan dinde ahlaksızlığın günah olduğu işlenirken diğer taraftan günahkar devletin güçsüz bırakılmasının da günah olduğu işlenir. Böylelikle denge sürekli kılınmaya çalışılır.
Esasen “Tanrı dağı kadar Türk, Hıra dağı kadar da Müslüman” olma söylemi Çin daması gibi sürekli kazanmanın anahtarıdır.
Bizim coğrafyanın egemeni olan batı emperyalizminin baronları da elbette bu müthiş silahı geliştirecek, simsarlarına yani tetikçilerine kuşandıracak ve vakti saati geldiğinde kullanacaktır. Din silahı kaçak yaptırılamayacak kadar ölümcüldür. Dolayısıyla tetikçilerin de son derece dikkatli seçilmesi gerekir. Bu silahı eline geçirenin kendisini tanrı gibi görme sanrısına kapılmasına çok rastlanmıştır. Kendi ülkelerinde muhterem olan din simsarlarının emperyalist batılı ülkelerde el üstünde barındırılmalarının nedeni silahın gücünün yarattığı kaygıdan ileri gelir. Geçmişte Ayetullah Humeyni’nin Fransa’da günümüzde de Fethullah Gülenin Pensilvanya’da ağırlanmasını başka nasıl anlayabiliriz ki.
Bu açıdan bakıldığında Türkiye’de yaşanan bu kavga emperyalist baronların öngördüğü “ılımlı İslam, yeşil kuşak teorisi, inançlara saygılı laiklik” vb. rejimi yedirebilecek uygun bir simsar arama çabasından başka bir şey değildir.
İktidarların nasıl oluştuğu ve kimler tarafından kullanıldığının bir önemi yoktur, asıl sorun iktidar uygulananların bu durumu neden ve nasıl kabullendikleri ile ilgidir.
Bunca olup bitene rağmen AKP mitinglerindeki kalabalıklar bize asıl çalışmanın yönünü gösteriyor.
Yoksa modaya uyup halktan görünerek; oruç ayında alternatif iftar yaparsanız, ezan okunuyor diye konuşmanıza ara verirseniz, inançlara saygılıyız diyerek sendikanızdan, derneğinizden, odanızdan, birliğinizden “hayırlara vesile olsun” mesajları gönderirseniz, sosyalistim deyip oğlunuza sünnet düğünü yaparsanız, “ben de inançlıyım ama” diye başlarsanız, “aslında dinimiz” diye devam ederseniz, “hayırlısı” ile bitirirseniz AKP’nin neden hala iktidar olduğuna şaşarak uzaktan bakarsınız.
Ne demiş Machiavelli “bir hükümdar tilki kadar kurnaz ve bir aslan gibi cesaretli olmalıdır.”
Bu kadar kirli çamaşıra rağmen iktidar mitinglerini binlerce insan dolduruyor ve Dombıra’ya tempo tutuyorsa, ya oturup leblebi çekirdekle kasetler eşliğinde zamanın tadını çıkaracağız ya da dünkü ve bugünkü iktidarın kaynağını meşrulaştıran her türlü sözden ve davranıştan toplumu arındırmaya bakacağız.
Bu kadar çok devrim şehidi olan bir ülkenin sosyalistlerinin hala “AKP olmasın da kim olursa olsun” duygusallığını bir taraf bırakıp daha gür bir sesle “Tek Yol Devrim” kardeşim demeleri gerekir.
Bu toprakların temiz kalmış biricik umudu devrimcileridir.
Başka bir umut, başka bir yol var mı?
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.