Önce özet: Abdullah Gül, Anayasa Mahkemesi’nin İlker Başbuğ’un başvurusunu karara bağlamasının ardından özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasıyla ilgili yasal düzenlemeyi Perşembe günü onayladı. Ardından dava dosyaları genel nitelik taşıyan Ağır Ceza Mahkemeleri’ne gitti. Ve Cuma günü 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin tutuklulukta 5 yılını tamamlayan sanıkların tahliye talebi içeren dilekçe vermeleri yönündeki çağrısıyla birlikte de yeni bir […]
Önce özet: Abdullah Gül, Anayasa Mahkemesi’nin İlker Başbuğ’un başvurusunu karara bağlamasının ardından özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasıyla ilgili yasal düzenlemeyi Perşembe günü onayladı. Ardından dava dosyaları genel nitelik taşıyan Ağır Ceza Mahkemeleri’ne gitti. Ve Cuma günü 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin tutuklulukta 5 yılını tamamlayan sanıkların tahliye talebi içeren dilekçe vermeleri yönündeki çağrısıyla birlikte de yeni bir aşamaya geçildi. O halde birkaç maddede ÖYM’ler ve Silivri Kamp Hukuku’nun AKP-C Rejimi açısından gördüğü politik işlev üstüne tarihsel bir değerlendirme yapmakta yarar var:
1. Önce zorunlu bir hatırlatma: ÖYM’ler, sahte delil ve ayarlanmış gizli tanıklarla, çözülen ve yönetme kabiliyetini yitirmiş eski rejimi AKP-C lehine dönüştürme operasyonunda görev alan siyasi işlevli mahkemeler olarak tarihe geçtiler. O yüzden iktidar hattının şimdi kavgalı ortaklarına rahatça söyleyelim: “hepiniz oradaydınız”. Ama “hepiniz oradaydınız” derken, AKP-C bileşenlerini olduğu kadar, bu despotik rejime “demokrasi geliyor” diyerek rıza üretenlerin hakkını da yemeyelim. Ve yine bu süreçte “yargılamanın yapıldığı mahkeme salonlarının toplama kampı içinde olmasındaki tuhaflığı sezmeyenlerden olmadık; düşman hukukuyla inşa edilen cadı avında tüm muhaliflere darbeci, 12 Eylül referandumuna da “ama darbelerle mücadele ediyorlar” saflığıyla “yetmez ama evet” demedik” diyebiliyorsanız, hiç saklanmayın ve alnınız açık şekilde bu onurlu tutumunuzu seslendirin.
2. Gelelim esas soruya: ÖYM’ler neyi inşa etti? Önce belirtelim: Türkiye’de olağanüstü nitelikli, özel yetkili mahkemeler elbette yeni bir olgu değildi; ama bu gerçek, analizi aynılaştırmaya ve ÖYM’lerin farkını gözden kaçırarak politik işlevini sıradanlaştırmaya da yol açmasın. Çünkü polis fezlekeleriyle politik muhalefeti kriminalleştiren iç düşman hukukunun mevzisi olarak ÖYM Hukuku ve Silivri Kampı, temelde AKP-C Rejimi’nin kurucu ilkesi oldu. “Darbelerle mücadele” söylemi üzerinden hegemonik kılınan, farklı kesimlerden bu temelde rıza bekleyen bir despotizm, en sonunda kendisinin siyasete dönük bir hükümet darbesi olduğunu görmeyen gözlere de sundu. Bu yazı bu nedenle hala “iyi de sonradan sundu, baştaki demokratikleşme, darbelerle mücadele perspektifini sürdürselerdi, iyiydi” diyenlere itiraz. Çünkü AKP Rejimi sonradan değil, Silivri Kamp Hukuku’nu kurduğu anda, bu despotizmle doğdu.
Silivri Kamp Hukuku, AKP-C Rejimi’nin kurucu ilkesi, doğum izidir; neden mi? Sıkmayacaksa biraz teori ve tarih: Schmittçi anlamıyla nomos, bir toprak parçasını çevrelemenin, “kapatma”nın ve buradan yeni bir düzen oluşturmanın kurucu ilkesidir. Agamben, 20. Yüzyılın “nomos”unu Nazi kampları üzerinden tartıştığı Kutsal İnsan adlı yapıtında “kamp, istisna durumunun kurala dönüşmeye başladığı zaman açılan mekandır” diyor ve kamplar aracılığıyla, düzen siyasetinin yasal/anayasal kurumsal çerçeve içine yerleştirdiği istisnai tedbirlerin nasıl kurala dönüştürüldüğünü Nazi rejiminin inşası sürecindeki işlevi üzerinden tartışarak şuna dikkat çekiyor: “kamp, normal hukuksal düzenin dışına yerleştirilen bir toprak parçasıdır, fakat öyle dışarıda bir yer de değildir… Burada öncelikle hukuksal düzenin içine çekilen şey, tam da istisna durumunun kendisidir.” O halde açıktır: Her rejim dönüşümü süreci, eski rejimin bağrında yaratılan bir istisnai alanın kurala dönüştürülmesi sürecidir.
Son 6 yılda inşası hızlanan piyasacı, despotik ve dinsel rejimin siyasal olarak halkı ve mekansal olarak halka ait olan müşterek varlıkları kapatma pratiklerinin rahmi, “nomos”u, sonraki tüm düzenleyici pratiklere etki eden kurucu ilkesi tam da bu nedenle Silivri Kamp “Hukuku”ydu. Özeleştiri kapısından girecekler şüphe etmesin: istisnai kalacağı, her alana yayılmayacağı düşünülen Silivri Kamp “Hukuku” olmasaydı, bugün büyük ihtimalle bir AKP Rejimi’nden de söz ediyor olmayacaktık. AKP iktidarı, AKP hükümeti belki, ama AKP Rejimi değil. 2008 Krizi’nin de etkileriyle AKP Rejimi’nin despotizmini ve mekanda sınıfsal örgütlenme şeklini ele veren acele kamulaştırmalar, torba yasalar, ekonomi dışı zora dayalı el koymalar, politik zorun yeniden örgütlenmesi, mülksüzleştirmeler, Topçu Kışlası ısrarında ve şimdi AOÇ’ye inşa edilen AK Saray’da yargı kararlarını hiçe sayan “Reddin Reddi” düzeni her anlamda oradan, o “istisna” olacağı düşünülen kamp “düzeni”nden, o “kurucu ilke”den gelişti, oradaki “hukuksuz” ve “istisnai” tedbirlerden billurlaştı ve yeni rejimde ilk kaynağını buradan alan despotizm, 2008 sonrası devlet-toplum ilişkilerinin tüm katmanlarına yine buradan yayıldı.
O halde anlaşalım: AKP Rejimi’nin gerçek eleştirisi, onun otoriter inşasına zemin olan ÖYM-Silivri Kamp “Hukuku”nun eleştirisi olmadan yapılamaz. Bu yeter mi? Yetmez. AKP Rejimi’ne demokratik ve ilerici bir yanıt tartışması, politik karakterde bir karşı seçenek inşası tartışmasından geçer ve bu tartışma Haziran ruhu ve programından kopuk olarak hiç değerlendirilemez. Bu tartışma hukuk değil, siyaset tartışmasıdır ve baştan belirteyim, “bu tezlerle içerideki şu şu kişileri mi savunuyorsun?” düzeyiyle sürdürülemez.
3. Yani? Özgüvenimizi eksiltmeyelim: Bugün kaldırılan ÖYM’ler değil; ÖYM’lerin enkazıdır. ÖYM’ler milyonların adım adım sokak muhalefetiyle tanıştığı ve radikal muhalefet olanaklarını keşfettiği; polis devletine ve onunla yaratılan korku rejimine meydan okuduğu Haziran Ayaklanması ile birlikte işlevsizleşti, esas olan budur. Toplumun dinamik muhalefet unsurlarının yaratılan terör davaları, sahte deliller, gizli tanıklar, sindirme, susturma ve dinlemelerle denetlenmesi adına AKP-C Rejimi’nin kuruluşunda olmazsa olmaz rol üstlenen bu olağanüstü mahkemelerin politik işlevi, Haziran Ayaklanması sonucunda yerle bir oldu. Halka korku salmak için üretilen mahkemeler, korku rejiminin yönetenlerin korkularıyla inşa edildiğini bütünüyle dışavurdu. Bu nedenle adını doğru koyalım: Bugün kaldırılan ÖYM’ler değil, ÖYM’ler eliyle inşa edilen, halkı korku ve yılgınlığa sevketme amaçlı bir kara ütopyanın cenazesidir. Ve halkın gerçek müdahalesi ile sürdürülmemesi durumunda, MİT ile Emniyet arasındaki kapışmanın galibi tarafından yeni araçlarla canlandırılmaları kesindir. “Bugünkü kapışma bir yanıyla da toplumsal-siyasal muhalefetin önümüzdeki dönemde hangi zor aygıtı eliyle denetleneceğine dönük” derken kastımız buydu.
4. Bir ara not: AKP bu hamleyi neden şimdi yapıyor? AKP-Cemaat bileşenleri arasındaki ittifak üzerinden inşa edilen ve polis fezlekelerinin yönlendirdiği olağanüstü mahkemelerin kararları aracılığıyla ilerleyen yeni rejimin geçmiş döneme dair tüm suç ortaklıkları, bugün ortaklığın bitmesi sonrası açığa çıkıyor, önce bunu önemseyelim. Koalisyonun AKP tarafı, aynı anda birden fazla cephede mücadele vermeye gücünün yetmeyeceğinin farkında ve ÖYM’ler sürecinin tüm “hukuksuzlukları”nı Cemaat kanadına yükleyerek ve ÖYM yargılamalarındaki “kumpas”ları deşifre ederek Cemaat karşısında yeni bir ittifaklar seçeneği yaratabilmenin, bunu yapamıyorsa da Cemaat cephesinin ittifaklarını parçalayarak geçmişi inkar ve şimdiyi kurtarmanın derdinde. Sonuç olarak ÖYM’lerin kaldırılması “demokrasi” ya da “adaletin tesisi” hamlesi değil; sıkışmanın ve halk hareketinin özgüvenle iktidar bloğu içinde çatlattığı koalisyonların dağılmaya doğru ilerlemesinin ürünü; atlatabilirlerse beteri gelecek, her gün gerçekleşen yürütme darbeleri bunu gösteriyor. Erdoğan tüm hamlelerini 30 Mart sonrasına sakladığını her ortamda dillendiriyor.
5. Ana soru: Biz ne yapacağız? Dokunma ve itme mesafesindeler, halk hareketinin canlanmasından duyulan bunca korku da kanıtlıyor. Halk hareketinden şu aşamada en çok da “restorasyon” kanadı çekiniyor. Süreci denetimli, yukarıdan, sınayarak örmeyi planlayanlar halk hareketini engel olarak görüyor, bu doğru; ama halk hareketini engellemek için nizami muhalefeti yeniden denetimli bir seçenek olarak halkın önüne koymayı amaçladıkları da açık. Dolayısıyla restorasyon seçeneği, Haziran’a yol açan kanalları kapatma arzusuna da dönüştürülüyor.
“Güzel diyorsun da, bak neler oluyor, halk müdahale etmiyor, Haziran bitti”. Böyle diyenler de çok, duyuyoruz. Aksine, halk nizami muhalefet ve itiraz kanallarıyla AKP Rejimi’nin geriletilme imkanlarının tükendiğini anladığı anda Haziran Ayaklanması’na yöneldi. Bugün yolsuzluk üstünden kurulan ve Y-CHP üzerinden siyasallaştırılan “tapeden inme dönüşüm süreci” nizami muhalefete dair halkta “acaba olur mu?” umudunu yeniden canlandırdığı için şimdilik gayri-nizami muhalefet yolu olarak Haziran halk zihninde dinlendiriliyor, şimdilik. Sonuçta bitmiyor, uzun başlangıç sürüyor.
Mesele Haziran programını farklı kanallardan açmakta, damarlarını genişletecek politik seçenekleri örmekte düğümleniyor. Düzen kuvvetlerine “neden restorasyona yöneldiniz?” sorusu sormak anlamsız; halk hareketine yeni seçenekler ve kanallar açmak; siyasal olarak genişleme ve yönetme imkanları doğurmak adına “Haziran’ı gerçekten anladık mı?” sorusu ise önemini sürdürüyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.