12 Mart darbesinin üzerinden tam 43 yıl geçti. Türkiye sosyalistleri açısından pek çok önemli ve anlamlı olaya sahne olmuş 12 Mart 1971 dönemi, liberallerin ve muhafazakârların çabalarıyla 28 Şubat gibi şişirilmiş olayların gölgesinde bırakıldı. Devrimci hareketi ve toplumsal muhalefeti ezen bu faşist darbenin 12 Eylül 1980’nin bir ön adımı ve provası olduğu unutturuldu. Hatta akıl […]
12 Mart darbesinin üzerinden tam 43 yıl geçti.
Türkiye sosyalistleri açısından pek çok önemli ve anlamlı olaya sahne olmuş 12 Mart 1971 dönemi, liberallerin ve muhafazakârların çabalarıyla 28 Şubat gibi şişirilmiş olayların gölgesinde bırakıldı. Devrimci hareketi ve toplumsal muhalefeti ezen bu faşist darbenin 12 Eylül 1980’nin bir ön adımı ve provası olduğu unutturuldu. Hatta akıl almaz bir yüzsüzlükle Türkiye solunun darbeciliğine kanıt gösterildi.
Buna karşılık, o zamanki sözde “muhafazakâr demokrat” AP’nin mirasçısı AKP’nin asker vesayetine dur dediği ve yüz yıllık vesayet rejimine geri dönülemez şekilde son verdiği propaganda edildi.
Haziran İsyanı çenelerini kapatmasa ve liberal-muhafazakâr ittifakı paramparça etmese hala yüksek perdeden tekrar edilen bu şarkıları dinliyor olacaktık. 17 Aralık vesayet teorisinin ardındaki yalanları ortaya çıkarınca sözde “sol” liberaller sus pus olmak zorunda kaldılar.
12 Mart 1971 müdahalesinin hedefinde sol mu, sağ mı vardı? Darbecilere kim destek verdi? Bunun cevabı, gözlerinin önünü göremeyen at gözlüklü liberal aydınların şablonlarında değil, tarihin kaydettiği gerçek olaylarda aranmalıdır.
Tekelci sermaye egemenliği
Kapitalist üretim ilişkilerinin sosyoekonomik sistemin tüm düzeylerini belirleyecek düzeye geldiği 1970 yılı, Türkiye kapitalizminin tarihinde bir dönüm noktasıdır. Sanayi ve kentler artık geride kalmakta olan tarıma nispetle ağırlıklı bir yere sahiptir. Hızla mülksüzleşip işsizleşince kentlere akın eden köylüler varoşlarda yığılmışlardır. Çoğu halk kökenli üniversite öğrencileri anakentlerde birikmiştir. Bunlar proletaryayla birlikte geniş bir devrimci potansiyel durumundadır.
Çokuluslu şirketlerin, yabancı sermayenin uzantısı büyük sermaye, eski kabuğuna sığmayınca holdinglerde örgütlenmiştir. Ticaret ve sanayi sermayesi dönemini geride bırakan tekelci sermaye, yeni ve daha üst bir sermaye biçimi olarak öne geçmiştir. Alt sermaye kesimleri ve büyük toprak sahipleri karşısında hâkim bir pozisyon kazanan işbirlikçi tekelci sermaye, artık devletin ve ekonominin kumandasını elinde tutacak güçtedir. Muhtıradan birkaç hafta sonra kurulan büyük patronlar kulübü TÜSİAD bunun açık bir sembolüdür.
Sermayenin bütün kesimlerinin ve büyük toprak sahiplerinin kolektif temsilcisi Demirel bundan rahatsızdır. Egemen sınıflar bloğu içinden sıyrılarak öne çıkan tekelci sermaye, darbeyle iş başına gelen “reform kabinesi” aracılığıyla statükoyu değiştirmek isteyince bu rahatsızlık açığa çıkmıştır. Demirel, toprak reformuyla tarım üzerindeki hâkimiyetini arttırmak isteyen Koç ve Eczacıbaşı’ya karşı, taşradaki ve kırlardaki geniş desteğini (büyük toprak sahipleri ve ticaret sermayesi) kaybetmemek için denge arayışı içine girmiştir.
68 rüzgârından sınıf isyanına
1971 öncesinde Türkiye coğrafyasına ve halkın bütün kesimlerine yayılan toplumsal mücadelelere tanık olundu. Topraksız köylüler ve küçük üreticiler ilk defa yaygın toprak işgalleri ve mitingler gerçekleştirdiler. 1960’lı yıllar boyunca sayısız grev, toprak işgali, yürüyüş, boykot (vs.) yapıldı. İşçi sınıfının nicel artışıyla birlikte büyüyen mücadele kapasitesi ve sınıf bilincine de yansıdı.
!968 isyanı, Türkiyeli öğrencileri kuvvetle etkiledi. Bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm davasına sahip çıkan devrimci gençlik, ABD emperyalizminin ve savaş örgütü NATO’nun karşısına dikildi. Devrimci gençlik darbeden önceki üç yıl boyunca emperyalizme, faşizme ve sermayeye karşı aralıksız bir mücadelenin öncülüğünü yaptı. Sosyalizm ilk defa kitleselleşti ve siyaseti etkileyen, hatta gündemi belirleyen maddi bir güce dönüştü. DİSK, FKF/DEV-Genç, DDKO, TÖS gibi kitle örgütleri çığ gibi büyüyen bu mücadelenin içinden doğup geliştiler.
DİSK bir yasa değişikliğiyle etkisizleştirilmek istenince düzen güçlerini darmadağın eden 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi patlak verdi. İlk gün 70 bin, ikinci gün 150 bin işçinin katıldığı bu ayaklanma, sınıfın tarihine bir altın sayfa olarak geçti. İşçi sınıfı burjuvazinin yüreğini ağzına getirdi. Böyle direnişleri etkisizleştirecek mekanizmalar oluşturmadan artık kendilerini güvende hissedemezlerdi. Darbenin başı Memduh Tağmaç adından daha kalıcı olan hayatının tek özlü sözünü ederken muhtemelen bunu aklından geçiriyordu: “Sosyal gelişme ekonomik gelişmeyi aştı.”
Gençlik hareketinin önü tıkanınca THKO, THKP/C, TKP/ML gibi radikal devrimci örgütler kuruldu. Küçük grupların silahlı eylemleri iktidarı zorlayacak güçte değildi ama tarihinde ilk defa silahlı bir kafa tutuşla karşılaşan burjuvazi bundan rahatsızdı. İşçilerin, köylülerin ve gençliğin birleşik muhalefetinin basıncıyla aydınlar ve ordu içinde güçlü bir sol kanat da ortaya çıkmıştı. Azgelişmiş ülkelerdekine benzer milliyetçi-kalkınmacı sol (Kemalist) subayların o günlerde ayyuka çıkan darbe hazırlıkları egemen sınıfları önlem almaya yöneltti.
İktidardaki AP Hükümeti ekonomik sorunların altından kalkamıyordu. Bozulma kendini iç tüketimde daralma, dış borçların artması ve döviz kıtlığı şeklinde gösteriyordu. Sonraki yıllarda yeni bir darbenin kapısını aralayacak sermaye birikim modelindeki tıkanma, ilk sinyallerini bu yıllarda vermişti. İMF gibi kuruluşlar devalüasyon ve ihracat teşvikleri istiyorlardı. Hükümet ücretleri ve taban fiyatlarını aşağı çekerek krizin yükünü tamamen işçilerin ve köylülerin sırtına yıkmak istiyor fakat buna gücü yetmiyordu.
Kısa ömürlü askeri faşizm
Genel Kurmay Başkanı faşist Tağmaç, kara ve hava kuvvet komutanlarını kendi safına çekince, 9 Mart’ta darbe yapmaya hazırlanan sol darbeci subaylar açığa düştüler. Başarısız darbe girişimcileri Kontrgerilla tarafından sorgulanıp bertaraf edildiler. Yargılandılar ya da ordudan atıldılar. Genel Kurmay 12 Mart 1971 tarihinde verdiği bir muhtırayla Demirel Hükümetini düşürdü. Milletvekillerine, TİP ve MNP dışındaki siyasi partilere dokunulmadı, aksine parlamento faşizmin ayıbını örten asma yaprağı olarak kullanıldı. Sol gösterip sağ vurmak amacıyla ilk hükümete ‘reformcu’ (11 teknokrat-bürokrat bakan nedeniyle) süsü verildi. Amaçları arasında holdinglerin isteklerini gerçekleştirmek de olan teknokratların istifası üzerine, Nihat Erim, Demirel’in ve CHP’nin sağ kanadının desteğinde ikinci bir “partiler üstü” hükümet kurdu. Muhtıra sözde “muhafazakâr demokrat” Demirel’e verilmişti ama AP darbenin başını çeken faşist kanatla birleşerek öne çıkmayı başardı. Bu sayede on yıl boyunca dile getirip durduğu yasa değişikliklerinin istediğinden fazlasını gerçekleştirdi. Sırtını Amerikancı Sunay-Tağmaç-Türün faşist kliğine dayanarak normalde yapamayacaklarını bu dönemde yaptı.
Bu, muhafazakâr partilerin askerler karşısında demokrasi mücadelesi verdikleri ve darbe mağduru oldukları liberal yalanlarını çürütecek iyi bir örnektir. On yıl sonra da (1980) başında Özal bulunan ANAP bunun başka bir versiyonuna imza atacaktır.
Sola ölüm, sağa özgürlük
Demokratik hakları askıya alan 12 Mart yarı askeri faşist rejimi ülkeyi sıkıyönetimle (11 ilde), sokağa çıkma yasaklarıyla, keyfi aramalarla, baskınlarla, toplu tutuklamalarla, işkenceyle yönetti. “Tepelerine balyoz gibi inilecek” diyen Nihat Erim, solda saldırmadığı kesim bırakmadı. Sosyalist partiler, dernekler ve yayınlar kapatıldı. Binlerce devrimci öğrenci, öncü işçi, sendikacı, ilerici aydın, yurtsever Kürt, muhalif gazeteci; “anarşist”, “vatan haini”, “gizli örgüt üyesi”, “kundakçı” denerek işkenceden geçirildi, hapse atıldı. İnsanlar “uçak kaçırma”, “Kültür Sarayı’nın yakılması” vb. gibi sudan bahanelerle keyfi şekilde yargılandılar.
Devrimin en yiğit evlatları Deniz’ler, Mahir’ler, Kaypakkaya’lar ve diğer devrimciler planlı bir şekilde ve acımasızca katledildiler. İçlerinde Yaşar Kemal ve Yılmaz Güney’in de bulunduğu yüzlerce yazar ve sanatçı hapse atılırken faşist cinayetlerin elebaşları mecliste keyif çattılar. Az sayıdaki dincinin göstermelik yargılanmaları dışında muhafazakâr/İslamcı kamptakilerin hiçbirine dokunulmadı, cemaatler ve tarikatlar serbestçe faaliyetlerini sürdürdüler.
Generaller, AP ve CHP’nin sağ-göbekçi kanadıyla el ele vererek kapitalist sistemi büyük sermayenin istekleri doğrultusunda yeniden yapılandırdılar. Yıllardır “lüks” ve “bol” diye şikâyet edip durdukları 27 Mayıs Anayasasının dörtte birini değiştirdiler. Sendika, basın (vs.) alanındaki özgürlükler kökünden budandı. TRT’nin ve üniversitelerin özerkliğine son verildi.
ABD-faşist generaller-“Muhafazakâr Sağ” ittifakı
ABD, 12 Mart darbesiyle sadece Türkiye’ye değil, Orta Doğu’ya çeki düzen verdi. Süleyman Demirel, muhafazakârlara özgü bir pişkinlikle “Amerikalılar bu işin hiçbir yerinde yoktur” dedi. Hatta, “12 Mart’ı solcular yaptı” diye iftira bile attı. Oysa çok geçmeden kendi Dışişleri Bakanı İ. S. Çağlayangil, “12 Mart’ın arkasında CIA vardır, hem de büyük ölçüde vardır” diyerek geniş itiraflarda bulunmuştur.
ABD, Gladyo ve öteki mekanizmalarla kontrol ettiği orduda sosyalizme meyilli ya da milliyetçi-kalkınmacı Kemalist subaylar olsun istemezdi. Ordunun başındaki faşist-muhafazakâr klik eliyle ordudaki sol-milliyetçi Kemalist kesim tasfiye edildi. İdeolojik bir organizasyondan geçirilen ordu, resmi Atatürkçülük doğrultusunda yeniden terbiye edildi. Subay kademesini sermayenin kazığına bağlamak için OYAK kuruldu. Holding yönetimlerinde görevlendirilen emekli generallerin ekonomik zenginlikten pay almaları sağlandı. Yeniden yapılandırılarak tekrar düzenin en sağlam, darbe yapmaya hazır en güvenilir kurumu haline getirildi.
Darbeden sonra
12 Mart faşistleri solu ezdiklerini, artık kimsenin baş kaldırmaya cesaret edemeyeceğini, onarılan gediklerin aşındırılamayacağını sanmışlardı. Gerçekten de üç yıl boyunca yenilgi tanımaz bir avuç devrimci dışında her şeye sessizlik ve sinmişlik hâkim oldu.
Ancak faşizmin karanlığı çok uzun sürmedi. Darbeden sonra karşı devrim kampı gerilerken ve kendi içinde bölünürken, itibarı artan devrimci emek cephesi gün günden daha güçlü, daha kitlesel, daha kapsamlı hale geldi. Eski devrimci güçler, daha fazlasıyla ve yerden fışkırırcasına yeniden gün ışığına çıktılar.
12 Mart 2014
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.