Çin işkencesi devam ediyor, üstelik daha acı veren yöntemlerle(1). Artık iyice anlaşılmıştır ki tek hedef Tayyip Erdoğan’dır. Ve artık iyice netleşmiştir ki Tayyip Erdoğan ne yaparsa yapsın siyasi kariyeri, meşruiyeti bitmiştir. Oğlunu tahsildar ve kasa bekçisi yaptığının ortaya çıkması, sadece bilinenin kanıtlanması olmuştur. Yetkileri ve gücü sınırsız bir cumhurbaşkanı olma isteği, artık kendisinin ve şürekasının […]
Çin işkencesi devam ediyor, üstelik daha acı veren yöntemlerle(1). Artık iyice anlaşılmıştır ki tek hedef Tayyip Erdoğan’dır. Ve artık iyice netleşmiştir ki Tayyip Erdoğan ne yaparsa yapsın siyasi kariyeri, meşruiyeti bitmiştir. Oğlunu tahsildar ve kasa bekçisi yaptığının ortaya çıkması, sadece bilinenin kanıtlanması olmuştur. Yetkileri ve gücü sınırsız bir cumhurbaşkanı olma isteği, artık kendisinin ve şürekasının ortadan silinmesiyle sonuçlanacak. Yeni dönemin paylaşım hesapları yapılmaya başlandı bile.
Başına ne geleceğini biliyordu aslında. Önlemler almaya çalıştı. Biliyordu ki HSYK, İnternet, MİT yasası(2) önlemeyecekti, görevden almalar, yer değiştirtmeler yetmeyecekti. Kamuoyunu hazırlamak da gerekliydi. Dinlendiğini söyledi(3), hatta cumhurbaşkanı da dinleniyordu. Ayrıca ona göre yolsuzluk sadece devletin kasasını soymaktı(4); irtikap, zimmet, rüşvet, hediye almak yolsuzluk değildi. (Oğlunda çıkacak paralarını bir gün açıklamak gerekebilirdi.)
Bu önlemleri alırken arkasını da sağlam tutması gerekiyordu. Belediye başkanlarını, parti teşkilatını, milletvekillerini sık sık toplamak, kümesten kaçmalarını engellemek şarttı. Onlara da arkasının sağlam olduğunu kanıtlaması lazımdı. Milletvekilleriyle yaptığı toplantıda Obama ile yaptığı telefon görüşmesini anlattı. Görüşmede Obama, Türkiye’nin içişlerine karışmak gibi planları olmadığını söylemiş, Erdoğan ise Gülen’i kastederek orada misafir edilen kişinin Türkiye’nin içişlerine müdahale etmek istediğine dikkat çekmiş. Obama da bunun üzerine ‘mesaj alınmıştır’ karşılığını vermiş. Oysa ABD’de Obama’nın Erdoğan’a ‘hukukun dışına çıkılmaması’ uyarısında bulunduğu açıklandı. Bu görüşmeden bir gün sonra ise Washington’un demokratından neo-con’una ‘siyaset yapıcı’ 84 önemli ismin imzaladığı, Obama’dan ‘Tayyip Erdoğan’a karşı sesini yükseltmesini’ istedikleri bir “açık mektup” yayınlandı.(5) Bununla yetinilmedi, bir gün sonra da New York Times’da ‘Türkiye’deki demokrasi ihlallerine değinen’ bir başyazı yayımlandı. Kısacası ABD, Erdoğan’ın ipini zaten çoktan çekmiş durumda. Bunu görmek için bu kadar veriye de gerek yok aslında, Fethullah’ı tetikçi olarak kullanmalarını ve ABD’nin borazanı Cengiz Çandar’ın tutum değişikliğini fark etmek yeterli.
Avrupa’nın tavrının netleşmesi ise biraz daha zaman alacak. 5 Mart’ta AB Dışişleri Komisyonu, Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Komisyonu’nu Türkiye İlerleme Raporu’nda Ankara’nın birliğe katılımının yerinde olup olmadığını gözden geçirmeye çağıran bir değişiklik önergesini oylayacak. Bu oylama Avrupa’nın Tayyip Erdoğan’dan hemen mi vazgeçeceğini, yoksa bu tutumu zamana mı yayacağını gösterecek.
Ancak tüm bunlara rağmen Tayyip Erdoğan elindeki en büyük kozunu; kitleleri manüple yeteneğini, yalanla dolanla da olsa onları arkasında gösterme başarısını korumak zorunda. Ne olursa olsun yerel seçimlerin kendi lehine sonuçlanmasını sağlamak zorunda. Bunun için her türlü ilkesiz, tutarsız davranışın (zaten ülkedeki sağ muhafazakar zihniyette hakim olan) sergilenmesinde bir sakınca yok. Daha önce işine gelen “kasetleri” (Deniz Baykal’ın, MHP yöneticilerinin, akademisyenlerin, gazetecilerin) şimdi en büyük hukuksuzluk sayılabilir.(6) Daha önce hukuksuzluğun en büyük kaynağı olan savcıların ve hakimlerin verdiği dinleme kararları ancak şimdi Tayyip Erdoğan tarafından şikayet konusu yapılmakta.(7) Ayrıca miting konuşmalarından anlaşılmaktadır ki Erdoğan iyice paniklemiştir. Devlet Bahçeli’nin eş ve çocuklarının olmaması (her ne kadar burada hatırlatılan Fethullah Gülen olsa da) propaganda malzemesi yapılabilir(8), Sarıyer’de CHP’yi seçime sokmamak için 3-5 dakikaya feryat figan ağlanabilir(9) durumda.
Ancak her şeye rağmen iktidarı kolay kolay bırakmayacağını da çok açık bir dille ifade etmekte: “Türkiye’yi kim yönetecek. Biz bu emaneti kusura bakmasınlar kimseye vermeyiz, bu iradeyi kimseyle paylaşmayız. Asla göz yummayız”. Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere Tayyip Erdoğan’ın gidişi kolay olmayacak. Mart ayında devam edecek darbelerin AKP’yi daha ne kadar zayıflatacağı belirleyici bir etken. Büyük ihtimalle sırada Tayyip Erdoğan’ın birkaç kaseti daha var. Bununla birlikte belediye başkan adayları YSK tarafından kesinleştirildikten yani değiştirilmeleri mümkün olamayacak bir biçim aldıktan sonra da AKP’li adayların kasetleri piyasaya sürülecek.
Bu arada Meclis, tatile girmeden (1 Mart) önce internet yasası, sözde demokratikleşme paketi ve dershaneler yasasının aralarına sokuşturduğu maddelerle halka kazık atmaya devam ediyor. Özellikle dershaneler yasası, Cemaat’in önünü kesme iddiasıyla eğitim sisteminde AKP iktidarında kaçıncı kez olduğu bilinmeyen yeni bir köklü değişiklik getiriyor. Milyonlarca çocuğun geleceği fillerin tepişmesine kurban ediliyor. Dershanelerin özel okula dönüşmesi, 16 bin müdürün görevden alınacak olması görünenin bir kısmı. Bu hengamenin arasında MEB’in bir tür yasama kurumu olan Talim Terbiye Kurulu’nun ve bir tür yargı kurumu olan Teftiş Kurumu’nun da fiilen ortadan kaldırılacak olması da var. “Eğitim alanında yapılan bir düzenlemenin ortalama altı yılda sonuç verdiği” genel doğrusuna rağmen 4+4+4 ucubesinin yıkıcı sonuçları tüm çıplaklığıyla ortada.(10) Dolayısıyla bu konudaki mücadele de tıpkı su hakkı, ulaşım hakkı mücadelelerinde olduğu gibi ertelenemez, değersiz görülemez. Hemen bütün sol grupların “siyasi mücadele” olarak kavradıkları şeyin ya egemenlerin belirlediği gündeme edilen laflarla ya da kabalaştırılmış bir sosyalizm propagandası olduğu bir ortamda “hak mücadelesi militanları” sahip oldukları hak mücadelesi perspektifi ve ayrıntılı yerel yönetim programlarıyla bu sürecin öne çıkması gereken politik aktörüdür. Özellikle yerel seçimlere bir ay kala düzenin yerel yönetim politikalarını ve yerel yönetim güçlerini zorlayacak olan hak mücadelesinin militanları; ulaşımdan suya, barınmadan çevreye, kadınların taleplerinden emeklilerin haklarına, yerel hak mücadelesi gündemlerini kapsayan bir mücadele çeşitliliği ile sahne alacaktır.
Bu atmosferde toplumsal muhalefetin hesaplaması gereken ikili bir dönem var. Biri Tayyip Erdoğan’ın gitme süreci, ikincisi Tayyip Erdoğan gittikten sonra. Erdoğan’ın gitme sürecinin inisi-yatifi hiçbir biçimde egemenler içindeki güç odaklarına terk edilemez. Toplumsal muhalefet güçlerinin elinde piyasaya sürecekleri kasetler, maşa gibi kullanacağı savcılar, ‘Alo Fatih’ diyebilecekleri büyük medya kuruluşları ve rüşvet dağıtmak için depoladıkları milyon dolarları olmasa da bunların hepsinden çok daha etkili bir güç mevcut; Sokak. Tam da bu yüzden sokağın sürekli hareketli tutulması ve gelişmelere verilecek anlık tepkiler, örneğin ‘Bilal Oğlanın rolü faş olduktan’ sonra büyük kentlerdeki örgütlü eylemler, bu sürecin gerçek güç kaynakları. Toplumsal muhalefet bu süreçte kendi bağımsız örgütlülükleri ve bağımsız politik müdahalesiyle inisiyatif geliştirdikçe hem her iki taraftan birinin galip çıkmasını engelleyeceği gibi, her iki tarafın da tasfiye edilmesini hızlandırabilir.
Bununla birliktetoplumsal muhalefet bu süreçte kanıtlayacağı güçle (gerek örgütsel gerekse politik talepleriyle), Tayyip Erdoğan sonrası sürecin kuruluşunda mutlaka hesaba katılması gereken, hatta bu yeniden kuruluş sürecinin öznelerinden biri olabilir. Bu noktada CHP’ye görev biçmek, beklenti oluşturmak düşünülemez bile. Bırakın CHP’nin köhnemiş bir düzen partisi olmasını, Türkiye tarihinin en büyük isyanlarından birinin yaşandığı Haziran İsyanı’nın neredeyse hiçbir etkisini üzerinde taşımamaktadır. Ne bu isyanın talepleri ne bu isyanın özneleri yerel seçim sürecinde CHP tarafından dikkate alınmıştır. Bu süreçte CHP’nin kitlelerden isteyeceği de sokağa çıkmak, doğrudan demokrasi uygulamalarını geliştirmek değil, temsil hakkını CHP’ye vererek pasif konumda kalmalarıdır. Halkın çıkarları, talepleri bu süreçte dillendirilmek için bile olsa bir başka düzen içi kuruma, şahısa devredilemez. Bu süreçte, irili ufaklı gerçekleştirilecek her türden politik talep ve bağımsız eylem önümüzdeki dönemin kuruluşunda mutlaka bir sonuç doğuracaktır.
Yeni bir tarihsel eşikten geçiliyor, bu sürecin halkın ta-leplerini ve örgütlerini yok sayarak dizayn edilmesine izin vermeyeceğiz. Tam tersine bu sürecin kurucu adayıyız, politik taleplerimiz ve örgütlerimizle.
Dipnotlar
1 Öldürülecek adamın yanı başında bir sac hazırlanırmış ve bu sac alttan verilen ateşle iyice kızdırılırmış… Adamın kafasını kestikten hemen sonra kafa, bu kızgın saca bastırılırmış… Sıcaktan dolayı kan, beyinde 3-4 saniye kadar dolaşacağı için adam, yerde cansız duran kafasız bedenini son defa görebilirmiş… (Erdoğan ve AKP’nin olası sonuna benzer mi?)
2 Bu arada MİT’in yasası olsa ne olur, olmasa ne olur? MİT’in yasaya ihtiyacı mı var? Bu yeni durumu Beşir Atalay çok açık bir biçimde ifade de ediyor zaten: “Gizli yönetmelik var, MİT onunla çalışıyor. Şimdi bu yönetmelik yasa haline getiriliyor.”
3 “Bir Başbakanın eşiyle, çocuğuyla konuşması dinlenir mi? Bu nasıl insanlık?” Tayyip Erdoğan
4 “Ben yolsuzluk dendiğinde şunu anlarım; devletin kasası soyuluyor mu, soyulmuyor mu? Ayakkabı kutusu içerisinde söylenen olaylar, Halk Bankası’ndan alınan ya da soyulan para değildir” Tayyip Erdoğan
5 Mektupta yeralan bazı ifadelere dikkat çekmek gerek: “Tayyip Erdoğan,Türkiye’nin kusurlu demokrasisini bir otokrasiye döndürmekle tehdit etmektedir”, “Demokrasinin yapıtaşlarını ortadan kaldırmaktadır; güçlerin ayrılığı, fren ve denge sistemi ve sivil özgürlükler”, “Türkiye’nin ekonomisini kötüleştirdi, toplumu polarize etti ve siyasi istikrarı tehlikeye attı”.
6 Hatırlanacak olursa Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım şunları söylüyordu; “Ne o? Saklınız gizliniz mi var? Yasadışı işler mi çeviriyorsunuz? Saklın gizlin yoksa niye korkuyorsun kardeşim telefonun dinlenmesinden?”
7 Bu konuda en çarpıcı örnek Türkan Saylan ve Nedim Şener’dir. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’a suikast yapılacağını ihbarının olduğu imzasız bir mektup alan savcı, bu gerekçeyle Türkan Saylan’ı ve Nedim Şener’i 1 yıldan fazla dinletmiştir. Türkan Saylan’ın, Bilal Erdoğan’a suikast yapacak olması Tayyip Erdoğan için saçma görülmemiştir.
8 Tayyip Erdoğan: “MHP’nin başındaki beyefendi aile nedir bilmez, onun derdi yok. Ama bizim derdimiz var, biz çoluk çocuk nedir biliriz”. Bu arada çocuksuz siyasetçileri hatırlamakta yarar var; Bediüzzaman Said Nursi, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit ve elbette Atatürk. Elbette çocukluları da, Özal’ınkileri, Çiller’inkini…
9 “YSK’ya sesleniyorum, CHP’yi Sarıyer’de seçime nasıl sokarsın?”
10 Sadece bir veri verelim; yaklaşık 12 milyon öğrencinin olduğu ilköğretimde satrancı ek ders olarak seçen öğrenci sayısı sadece 8
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.