Sokağın meşruluğunun en üst seviyeye taşındığı bir dönemden geçiyoruz. Yıllar boyunca Türkiye devrimci hareketinin hak arama adresi olarak halka işaret ettiği yer olan sokak artık gündemin temel belirleyicisi konumunda. (Yerel seçimlere yaklaşırken sokak hareketinde yaşanan kısmi geri çekilmelerin çok da uzun süreceğini düşünmüyorum.) Sokağın gücünün, egemen siyasetin yeniden kurulması çabasını gösteren aktörlerin de farkında olduğu […]
Sokağın meşruluğunun en üst seviyeye taşındığı bir dönemden geçiyoruz. Yıllar boyunca Türkiye devrimci hareketinin hak arama adresi olarak halka işaret ettiği yer olan sokak artık gündemin temel belirleyicisi konumunda. (Yerel seçimlere yaklaşırken sokak hareketinde yaşanan kısmi geri çekilmelerin çok da uzun süreceğini düşünmüyorum.) Sokağın gücünün, egemen siyasetin yeniden kurulması çabasını gösteren aktörlerin de farkında olduğu bir gerçektir. Artık egemen sınıflar açısından sokağa rağmen yeni bir Türkiye yaratmanın yolları daraldığı gibi sokak hareketinin rüzgârını arkasına alarak bu yeniden yapılanmayı yaratmanın koşullarını aramak da bir seçenek haline gelmiştir. Bu seçeneğin özellikle tercih edildiği sokak dinamiklerinin başında son 3 yıldır futbol içindeki gerilimlerden beslenen tribün ve taraftar hareketi var. Çünkü tribünler her zaman egemen siyasetlerden beslenmiştir ve her ne kadar politik olduğu iddia edilirse edilsin politik değildir. Bununla birlikte taraftar hareketleri apolitikliğine rağmen sokağa çıktığında politik sonuçlar yaratabilmektedir.
Siyaseti sokakta arayan devrimciler ve sosyalistler açısından binlerce insanı sokağa dökebilme kapasitesine sahip taraftar topluluklarının kendi içinde nasıl dinamikler barındırdığı ve aslında onları sokağa döken şeyin ne olduğunu anlamlandırma çabaları taraftar hareketlerinin yaratabileceği politik sonuçlar nedeniyle önemlidir. Ancak, bu anlama çabasına uygun gerçekçi ve ilkeli bir örnek çalışma henüz gerçekleşmedi. Tam tersine soldan doğru yapılan yorumların hemen hepsi bir anlama çabasını değil bir anlatma çabasını yansıtıyor. Bu anlatımlar, özellikle üç büyük kulüp taraftarlarının sokağa çıkarken kullandıkları söylemleri ve doğrudan tuttukları takımın gündemlerinin “haklılığını” sol söylemlerle birleştirerek yeniden servis edilmesi misyonu taşıyor.
Bunun en yakıcı örnekleri 16 Şubat’ta gerçekleşen Fenerbahçe yürüyüşü sonrasında oluştu. Bu yürüyüşte Fenerbahçe kulüp yöneticilerinin PR faaliyetleriyle yaratılan “imdat” çağrısına uyan binlerce taraftar ve “muhalif” yürümüştü. Artık iktidar tehlikedeydi! Fenerbahçeli taraftarlar yürüyordu. İktidara korku salıyordu! Peki, gerçekten öyle mi? “Fenerbahçelilerin gündemi gerçekte nedir?” sorusunu cevaplamadan bu sorunun cevabını alamayacağız.
Fenerbahçe taraftarının tıpkı Trabzonspor taraftarının olduğu gibi sokaktaki temel gündemi şike süreci ve onun peşi sıra gelişen sonuçlarıdır. Şike süreci kamuoyunun aslında tam olarak detayları hakkında hiçbir şey bilmedikleri bir süreçtir. Şike süreci üzerinde yapılan tartışmadaki temel argüman bunun bir ele geçirme operasyonu olduğudur. Mevcut Fenerbahçe yönetimi düşürülmek istenmiştir ve iktidar yanlısı yeni bir Fenerbahçe yönetimi yaratılmak pahasına şike ortaya çıkarılmıştır. İşin vahim tarafı bu ortaya çıkarılma durumunun bir “kumpas” olduğuna dair hiçbir iddia yokken “şike radarına tutulan” bu yönetimin mazlum olduğu algısı yaratılmak istenmiştir. Bir imdat borusu çalındı. Fenerbahçe savunulmalıydı. Bu imdat çağrısına soldan ilk önce ÖDP eski genel başkanı ve Fenerbahçe Yönetim Kurulu üyesi Hayri Kozanoğlu ile beraber birçok Fenerbahçe fedaisi akademisyen cevap verdi [1].
“…Fenerbahçe Başkanı da omurgalı savunmasında, özel yetkili mahkemeleri teşhir ederken, iddianamenin hukuksuzluğunu, mesnetsizliğini gözler önüne sererken, sorgulamadaki insan haklarına ziyan yöntemlere mercek tutarken, bir kısım medyanın meslek ahlakının nasıl yerlerde süründüğüne dikkat çekerken, belki de onca yıl Fenerbahçe’ye yaptığı hizmetin daha fazlasını bir kertede bu ülkeye yapmıştır…” (Kozanoğlu-Mart 2012)
Kozanoğlu ve akademisyen arkadaşlarına göre şike ile suçlanan (yazının yazıldığı dönemde henüz şike davası sonuçlanmamıştı.) Aziz Yıldırım ve ekibi bir demokrasi kahramanıdır. Şike ve teşvikten dolayı yapılan tüm telefon kayıtları, para hareketleri ve birbirini takip eden silsilelerin hukuki değeri yoktur. Artık etiket yapıştırılmıştır. Şike davası Balyoz, Ergenekon ve KCK davaları gibi bir davadır. Hükmen geçerli değildir. Yapılan şike de önemli değildir.
Şike davası sürerken yapılan bu açıklamanın ardından Yargıtay kararının suçları onamasıyla Kozanoğlu’ndan bir açıklama da 22 Ocak’ta geldi. [2]
“3 Temmuz bir AKP-Cemaat operasyonudur!” adlı yazısında Kozanoğlu, şike davasında sadece Fenerbahçe’nin yargılandığını iddia etmektedir.
“Soruşturmada Beşiktaş, Trabzon, İstanbul Büyükşehir, Karabük, Ankaragücü, Sivas, Bursa, Eskişehir, Gençlerbirliği bilumum takımın adı dosyalara giriyor, sonunda herkesin masum olduğu, Fenerbahçe’nin bıkmadan usanmadan her hafta kendi kendine şike yaptığı ortaya çıkıyor.” (Kozanoğlu 22 Ocak 2014)
Oysa Şike davasında hiçbir kulüp tüzel olarak yargılanmamıştır. Bununla beraber başta Fenerbahçe, Sivas, Beşiktaş, Manisaspor yöneticileri ile Sivas, Eskişehir ve Bursasporlu futbolcuların bulunduğu birçok kişi suçlu bulunmuştur [3]. Fenerbahçe’nin kulüp olarak yargılanması gereken iç hukuk kurumu PDFK ve TFF tahkim kuruluyken mahkeme kararlarına göre Fenerbahçe, Beşiktaş, Sivas ve Manisaspor yöneticilerinin şike ve teşvik suçu işledikleri sabit olmasına rağmen ceza almamışlardır. Dünyanın hiçbir yerinde geçerliliği olmayan “şike sahaya yansımamıştır” gibi bir gerekçeyle bugün bu kulüpler hala ceza almamış, yaptıkları suçlar yanlarına kar kalmıştır. Ortada bir adaletsizlik varsa tam da budur. Fenerbahçe’nin adil yargılanmadığı tek kurum vardır. O da TFF Tahkim kurulu ve PDFK’dır. Bu hukuksuzluğun en büyük sebeplerinden biri de Başbakan Erdoğan’dır. Başbakan Erdoğan’a göre kişiler ile kurumlar ayrıdır [4]. Kişilerin işledikleri suç kurumları bağlamaz! Tam da işte bu noktada Fenerbahçe ve AKP’nin kaderi ortaklaşır. AKP iktidarı boyunca inşa edilen hırsızlık rejiminde ortaya çıkartılan suçlar her nasıl AKP’yi bağlamazmış gibi davranılıyorsa şike suçu da Erdoğan’ın kafasına göre kulüpleri bağlamamalıdır. Bu nedenle şike davasının benzetilebileceği tek dava vardır, yolsuzluk davası!
“Her yer rüşvet her yer yolsuzluk” diyerek 34. dakika şovları yapan taraftarlar bu gerçeği anlamalıdır. Hırsızlığı yapanın iktidara olan mesafesi hiçbir suçu aklamaz. Hırsızlık hırsızlıktır. Suç suçtur. İşte bu yüzden tribünlerde asıl atılması gereken slogan “Her Yer Şike Her Yer Yolsuzluk”tur.
Şike sürecini çarpıtan sadece Kozanoğlu değildir. TKP MK üyesi ve TKP İBB adayı Aydemir Güler’in kendi blog sayfasında yayımladığı ve sonrasında Sol Haber Portalı’nda yayımlanan “Fenerliysen boyun eğmeyeceksin, boyun eğiyorsan Fenerliyim demeyeceksin”[5] başlıklı futbolun gündemine dair yazısı “sol”un futbol gündemine bakış açısının sığlığını gösteren en önemli örnektir. Güler bu yazısının başlığında bir Fenerbahçelilik tanımı yapmış ve Fenerbahçelilere kendi siyasal çizgisinin sloganını yapıştırmıştır. Güler’in bu noktada Fenerbahçeliler üzerinde kimin hangi durumda Fenerbahçeli olup olamayacağını belirleyen bir otorite olduğu çıkarımı yapmamız gerekmektedir. Yazının içeriğinde ise “Ele Geçirme“ argümanı, yapılan eylemlerin meşruluğu olarak gösterilmiştir. Fenerbahçe ele geçiriliyor bu yüzden masumdur, denklemini Güler’in yazısında da görüyoruz.
İşin vahim tarafı da bu argümanların madde madde sol değerlerle anlamlandırılma çabasıdır. Güler gözlem yapmış, hatırlatmış, bildik şeyler söylemiş, veriler sunmuş, ilkelerden bahsetmiş ve bu ilkelerden hareketle hırsızlar için af dilemiştir!
Güler yazısında,“Dört, veri: Taraftar politizasyonu taraftarlık üstünden gitmedi, kulüp şovenizminin çemberinde kalmadı. Hızla insani değerlerle buluştu. Çarşı’nın Haziran’da vicdanın sesine uyup on binler halinde sokağa çıkması gibi. Fenerbahçe’nin sırf kendisi için adalet istemeyişi gibi” (Aydemir Güler-16 Şubat 2014) hatırlatması yaparak bize aslında Fenerbahçe’nin sırf kendisi için adalet istemediğine inanmamızı beklemektedir. Bu beklentiden sonra sanki ortada evrensel bir hak arama talebi varmış gibi Fenerbahçe’nin “adalet arayışını” sol ilkelerle ilişkilendirmeye çalışmıştır.
“Beş, ilke: Sol, adaleti herkes için ister. Sol çifte standartçılığa yüz vermez.” Aydemir Güler 16 Şubat 2014
Güler’in dile getirdiği bu ilkenin yazının geri kalanı ile alakası yoktur çünkü Güler “adaleti” herkes için değil sadece Fenerbahçeliler için istemektedir. Oysa gerçek adalet Kuzeydoğu Anadolu’da Trabzon adlı bir kentte de beklenmektedir. Futbol oligarşisi tarafından bilinçli olarak Trabzonspor’un hakkı olan şampiyonluk verilmemiştir. Ortada bir mahkeme kararı var ama bunun yerine getirildiği bir spor hukuku yok! Eğer solun çifte standartçılığa izin vermemesi gerekiyorsa Aydemir Güler’in bugün Trabzonspor’un hakkı için de bir şeyler yazabiliyor olması gerekirdi. Fakat maalesef Trabzon, Kadıköy’ün bir mahallesi değildir. Bu nedenle Aydemir Güler’in ilgisini çekmemektedir.
Aydemir Güler kendisi ile çeliştiği bu ilkeyi yazdıktan sonra peşinden Fenerbahçelilerin yürüyüşünün Aziz Yıldırım ve arkasındaki sermayedarlar ve egemen sınıflar ile bağının olmadığını iddia etmektedir:
“Yedi, tez: Ortada taraftar şovenizmi yokken, AKP dönemi uygulamaları büsbütün gayrı meşru haldeyken, ‘Fener’in adalet talebine omuz verirsem acaba Aziz Yıldırım’ın ihale hesaplarına destek mi vermiş olurum’ kaygısı temelsizdir. Bizi adalet talebinden geri tutacak herhangi bir neden icat edilmedi! Hele Fenerbahçeli avukatlar ‘Türkiye için adalet’ derlerken!
Bir de, unutmayın; dertleri ihaleden ibaret olanlar, işlerine kitleleri karıştırmazlar. Dolayısıyla özetlediğim kaygı yersizdir de. Kimse böyle işler için yüz binleri kullanmaya kalkmaz. Halk düşmanıdırlar. Halkın uyumasını tercih ederler, aralarında konuşurken ‘milletin a… koyacağız’ derler!”(Aydemir Güler)
Aydemir Güler’e göre sermayedarlar, egemen sınıflar, sömürücü sınıflar kitleleri işin içine karıştırmazlar. Oysa Aydemir Güler’in bu yazısı yayımlandığı esnada temsil ettiği siyasal çizginin basın yayın organları Venezüella’daki ve Ukrayna’daki halk ayaklanmalarının karşıdevrimci niteliği üstüne birçok haber yapıyordu. Aydemir Güler karar vermelidir. Türkiye karşıdevrimci halk ayaklanmalarının söz konusu olamayacağı bir ülke midir? Yoksa bu tespit sadece Fenerbahçe söz konusu olduğu zaman mı geçerlidir? Eğer her ayaklanma her yürüyüş karşıdevrimci değilse 25 Ocak’ta Trabzon’da yaklaşık elli bin kişinin yürüyüşünü neden aynı coşkuyla karşılamamaktadır? Aydemir Güler’in bir yürüyüşü bu şekilde coşkuyla karşılaması için yürüyenlerin Kadıköy seçmeni mi olması gerekir?
İşin aslı bu yürüyüşün doğrudan Aziz Yıldırım’ın ve onun temsil ettiği egemen sınıf bloğunun çıkarlarına hizmet ettiğidir. Yürüyüş esnasında atılan “Her Yer Aziz Her Yer Yıldırım” sloganı boşa atılmış sloganlar değildir. Fenerbahçe’nin resmi politikasıyla Haziran Direnişinin enerjisini bir arada tutmak amaç edinilmiştir. Maalesef bunda da başarılı olunmuştur.
Benzer kavram kargaşası, Ali Emre Mazlumoğlu‘nun Sendika.Org’da yayımlanan “Ne oluyor bu Fener’e?” adlı yazısında da görülmektedir. [6].
“…Yapılan adalet yürüyüşüne katılanlar bilir. Medyanın gösterdiği gibi yürüyüşün genel havasının Aziz Yıldırım’la pek alakası yoktu. Onun bulunduğu bölümlerin dışında Aziz Yıldırım hakkında slogan dahi atılmadı. Atılan sloganların yüzde 80′nini cemaat ve AKP karşıtlığı oluşturuyordu. Adalet talebi çok baskındı ve küfür hiç yoktu. Yürüyüşe damgasını vuran Aziz Yıldırım’dan çok Ali İsmail Korkmaz’dı…” (Mazlumoğlu-21 Şubat)
Yürüyüşe katılanların karakteri üstüne bir oran veren Mazlumoğlu yürüyüşü masumane bir muhalif çizginin sonucu olarak göstermek istemektedir. Yürüyenler ister bilinçli olsun ister olmasın bir hırsızlık vakasının savunucusu olarak ordadırlar. Yürüyüşte ülkenin genel durumu ile kendi kulüplerinin düştüğü durum arasında bir bağlantı kurmuş binlerce insan tepkisini koymuştur. Bu tepki koyuş arzusu illaki anlamlıdır ama hizmet ettiği yer bellidir ve gerçekleştiği aslında herkesçe malum olan bir hırsızlık vakasının aklanması içindir.
Mazlumoğlu süreci anlama niyetinde olduğunu göstermeye çabalamış, üşengeç bir Aziz Yıldırım eleştirisi verme ihtiyacı duymuştur. Fakat yine bu eylemlerin meşruluğunu dillerden düşmeyen “ele geçirilme” niyetine bağlamıştır.
“Bu süreçte Türkiye futbolunun en önemli parçasından biri olan Fenerbahçe, bu dönüşüme karşı en fazla ayak direyen kulüp olarak ön plana çıktı. Bu ayak diremenin cezası da hükümetin en iyi bildiği yöntemlerden biri olan polis operasyonu oldu. En az futbol tarihi kadar eski olan ve bütün kulüplerce yapılan şike, teşvik gibi gayri ahlaki yapılan işler Fenerbahçe’ye karşı kullanılarak, kulüpte sömürge tipi faşizmin örgütlenme biçimine uygun olarak üstyapısal bir değişiklik yapılmak istendi. Üstelik bu operasyonda kullanılan ve bilinçli olarak basına servis edilen deliller de son derece yetersiz ve gülünç olunca taraftarlarca “adalet” duygusu hissedilmeye başlandı.”(Mazlumoğlu-21Şubat)
Mazlumoğlu var olan operasyonun bir “üstyapı” operasyonu olduğunun farkındadır. Futbol endüstrisinin tepesindeki bir kulüp üstünde bu kulübün temsiliyetindeki egemen sınıflara yapılmış operasyon söz konusudur. Fenerbahçe ele geçirilmek istenmiştir.
Peki, nedir bu ele geçirme durumu? Sosyalistler devrimciler bu “ele geçirme durumunu” neye bağlamalıdır? Nasıl değerlendirmelidir? Ele geçirilmeye çalışılan her şey cansiperane savunulmalı mıdır? Yoksa bu durumdan başka sonuçlar mı çıkarmalıyız?
Ele geçirilmek istenen bir güçtür. Futbol endüstrisinin motor gücüdür. Futbolda hegemonyayı temsil eden ve milyonları harekete geçirebilen oligarşik güçtür. Sporun altını boşaltan, milyonlarca liralık yatırımlarıyla dudak uçuklatan güçtür. Renkler arasında eşitsizliği yaratan futbolun diğer aktörlerini figüranlaştıran bir güçtür. İktidarını süreklileştirmek isteyenler için, sporda tahakkümünü kurmak isteyenler için her daim hedefte olan bir güçtür. Bu güç Güler’in de Mazlumoğlu’nun da Kozanoğlu’nun da yazılarında cansiperane savundukları bir güçtür.
Bu nedenlerle Fenerbahçe’yi ele geçirmek ile YÖK’ü ele geçirmek arasında bir fark yoktur. Elbette gerici bir iktidarın bu gücü ele geçirmesinin sonuçları ayrı olarak değerlendirilmelidir. Fakat tüm bu tartışmaları her nasıl YÖK eleştirisi yapıyorsak Fenerbahçe ve endüstriyel futbol eleştirisi yapmadan değerlendiremeyiz.
“…Bu durum aslında Fenerbahçelilerin de kabul ettiği ve kendilerini de şike sürecinde haklı göstermeye çalıştıkları bir durumdur. Oysa bu endüstriyel futbol içinde Fenerbahçe’nin aslında endüstriyel futbolun cisimleşmiş öznesi olduğunun itirafıdır. Endüstriyel futbol tartışmaları açısından en sıkıntılı olan ise Fenerbahçe’nin “muhalif” taraftar gruplarının bu durumu Fenerbahçe’yi haklı ve mazlum olduğu algısını solun da gündemine sokma çabalarıdır…” [7] (Gökhan Zengin- 30 Ocak)
Olan tam da budur. Solun eliyle endüstriyel futbolun aklanması çabasını izliyoruz. Şikeye dair bir gram laf etmeyip bir mazlum “direnişçi” hikâyesi anlatılmak isteniyor bizlere. Oysa şu bilinmelidir mevcut iktidar şikeyi PDFK kararları ve UEFA kongresinde apaçık zaten aklama çabasına girmiştir.
Tüm bunlar yaşanırken AKP’liler de yolsuzluk operasyonu ile boğuşmaktadır. Ülke tarihinin en büyük yolsuzluk skandalı iktidar tarafından örtbas edilmek istenmektedir. Toplumsal muhalefet açısından bu yolsuzluk operasyonunun üstüne gitmek suçluların cezasını talep etmek en önemli gündemlerden biridir. Tam bu noktada AKP’liler bu operasyonun çıkış noktasına dair kendilerini savunma refleksleri geliştirmektedirler.
“Bir paralel yapı var ve milli iradeyi devirmek istiyorlar. Memlekete hizmet eden bir milli irade dış güçlerin oyunlarıyla yıkılmak istenmektedir ve bu yolsuzluk operasyonu yapılmıştır. Herkesi milli iradeye sahip çıkmaya çağırıyoruz.”
Fenerbahçe’yi aklama çabasına giren bu solcu yazarlarımızdan tek isteğim her hangi bir AKP’linin dilinden düşürmediği argümanların bulunduğu yukardaki paragrafa “yolsuzluk” yerine şike, “milli irade” yerine Fenerbahçe yazsınlar. O zaman kendi yazdıklarını bulacaklardır.
Umarım solun içinde önderlik pozisyonuna gelmiş bu yazarlar, düştükleri bu durumun vahimi yetinin farkında varırlar. Kimse merak etmesin bu esnada biz fikri hür vicdanı hür Trabzonsporlular olarak “Adalet Hırsızları Kalkındırmaz” demeye devam edeceğiz.
Dipnotlar:
[1]http://evvel.org/fenerbahceli-akademisyenlerden-tepkibildiri-sari-lacivert-ozgurluge-dogar
[2]http://www.sendika.org/2014/01/3-temmuz-bir-akp-cemaat-operasyonudur-hayri-kozanoglu-birgun/
[3]http://www.aljazeera.com.tr/haber/sike-davasinda-karar-aciklandi
[4]Erdoğan’ın UEFA kongresindeki açıklamaları http://www.ligtv.com.tr/haber/kisiler-ile-kurumler-ayrilmali
[5]http://haber.sol.org.tr/spor/aydemir-guler-yazdi-fenerliysen-boyun-egmeyeceksin-boyun-egiyorsan-fenerliyim-demeyeceksin-habe
[6 ]http://www.sendika.org/2014/02/ne-oluyor-bu-fenere-ali-emre-mazlumoglu/
[7]http://www.sendika.org/2014/02/renklerin-esit-olmadigi-bir-yerde-neden-renkler-kardes-olamaz-gokhan-zengin-joganita-net/
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.