Home-Ofis’i biliyorduk ama bu vesileyle Home-Bank’ı da öğrenmiş olduk. Meğerse faizsiz bankacılık dedikleri buymuş! AKP, uzun iktidar döneminin en zor günlerini yaşıyor. 12 Eylül’ün ihdas ettiği vesayet rejiminin odağını ele geçirmek için oluşturulan ittifak, büyük bir kırılma içinde. İddialar, ifşaatlar, suçlamalar, nedamet getirmeler, AKP ve suç ortaklarının üzerindeki incir yaprağını kaldırdı. Böylece “hak”, “adalet”, “dürüstlük” […]
Home-Ofis’i biliyorduk ama bu vesileyle Home-Bank’ı da öğrenmiş olduk. Meğerse faizsiz bankacılık dedikleri buymuş!
AKP, uzun iktidar döneminin en zor günlerini yaşıyor. 12 Eylül’ün ihdas ettiği vesayet rejiminin odağını ele geçirmek için oluşturulan ittifak, büyük bir kırılma içinde. İddialar, ifşaatlar, suçlamalar, nedamet getirmeler, AKP ve suç ortaklarının üzerindeki incir yaprağını kaldırdı. Böylece “hak”, “adalet”, “dürüstlük” kisvesi altında gizlenmeye çalışılan kirli ilişkiler yumağı, bütün çıplaklığıyla açığa çıktı. Her taraftan kaynağı açıklanamayan kirli paralar, yolsuzluğun, hırsızlığın somut karineleri olarak adeta fışkırıyor. Evlerde kasalar, ayakkabı kutuları, banyo lifleri paralarla dolu. Home-Ofis’i biliyorduk ama bu vesileyle Home-Bank’ı da öğrenmiş olduk. Meğerse faizsiz bankacılık dedikleri buymuş!
Evlerden çıkan paraları inkâr etme imkânı kalmayınca, bu paranın devlete ait olmadığını, “zenginlerin yoksula dağıtılacak zekâtı” veya “hayır hasenat” işleri için toplanmış para olduğunu söylüyorlar. Asgari ücreti arttırmamak için, işverenlerin sırtındaki yükleri hafifletmek için “istiklal savaşı” veren iktidar, zenginin zekâtını toplayıp yoksula dağıtacakmış! Mübarek adamlar sanki birer Robin Hood! Herkes biliyor ki, ortalığa saçılan paralar hırsızlık malı, emekçilerden, halktan çalınan paralar. Asgari ücretlilerin, düşük ücretle çalışan işçilerin hak ettiklerinin daha altında bir ücretle çalışmaları nedeniyle arada oluşan fark ayakkabı kutularını dolduruyor. Şehrizar Konutları’nda Bilal oğlana ev parası oluyor.
Yolsuzluk, hırsızlık AKP’nin, hiçbir kural, hiçbir değer tanımadan, kumarhane kapitalizmini, piyasa ideolojisini ve neoliberalizmi etkin hale getirmek için izlediği siyasetin sonuçlarından biri. Bu nedenle sadece AKP’nin değil, AKP eliyle sürdürülen neoliberal politikaların da sonuna gelindiğinin işareti bu son gelişmeler. AKP’nin ekonomik ve sosyal politika tercihleri toplumun bütün kesimlerini, ama en çok da emeği, hedef haline getirdi. En çok yoksullaşan, en çok güvenceden yoksun hale gelen, en çok hak kaybına uğrayan kesimlerin başında çalışanlar geliyor. Bırakalım başka tarafını, sadece bu nedenle bile yolsuzluk meselesinde tutum almak, yeri yerinden oynatmak herkesten çok emek örgütlerinin üstüne vazife olsa gerek.
Buna rağmen, emek örgütleri sokaklarda yok. DİSK, KESK ve SGBP’yi kısmen dışarıda tutarak konuşmak gerekirse,17 Aralık’tan bu yana çalışanların örgütlerinden yolsuzluğa karşı ciddi bir tepki yükselmedi. Türk-İş, yolsuzluk yokmuş gibi davranmayı tercih ederek, işveren örgütleriyle birlikte hükümete arka çıkan açıklama yaptı. Hak-İş ve Memur-Sen ise “yolsuzluğu uluslararası komplo olarak” gördüğünü açıklayarak, “ Sağlam İrade” kampanyaları düzenleyerek, daha uzun süre AKP’nin tiyatrosunda figüranlığa devam edeceklerini ilan ettiler. Gönüllü ya da zorunlu bir biçimde emek örgütlerinin yöneticileri, siyasal iktidara teslim olduklarını göstermek üzere iki ellerini birden havaya kaldırdıkları için, hırsızların eli, emekçilerin cebine daha kolay ve rahat girebiliyor. Bu teslimiyet, emekçinin soyulmasına zımnen ortaklık haline dönüşüyor.
Hırsızlık/yoksulluk karşısındaki sessizlik ve destek 30 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde izlenecek tutumun da izlerini taşıyor. Yerel seçimlere giderken büyük olasılıkla Hak-İş ve Memur-Sen, güdümlü sendikacılığın zirvesindeki yerlerini sağlamlaştırmak üzere, AKP’yi desteklerken, Türk-İş sessizliği oynayacak. Bu tutumun yeni hak kayıplarının daha rahat gündeme gelmesine yol açacağını tahmin etmek için, kâhin olmaya gerek var mı?
Seçimlerde izlenecek sendikal siyaset de bu noktada önem kazanıyor. Özellikle kıdem tazminatının seçim sonrasına bırakılmış olması bu önemi daha da arttırıyor. Dolayısıyla emeğin elde kalan haklarını korumanın yolu AKP’nin sandıkta zayıflatılmasından geçiyor. Emekçinin cebine ve haklarına el uzatanlara yaptıklarının faturasını, sandıkta da kesmek gerekiyor. Bu aynı zamanda Türkiye’nin AKP eliyle açık bir diktatörlüğe taşınma riskine karşı da bir önlemdir. Emek örgütleri sendikal/siyasal bir dinamik olarak bu seçimlerde açıktan tutum almak ve “AKP’ye oy yok” kampanyası başlatmak zorunda. Emekçilerin yolsuzluk ve yoksulluk düzenine karşı tepkisini, itirazını, demokratik direnişini sandığa da yansıtacak güçlü bir kampanyanın örgütlenmesi şart. Emekçilerin oy gücü, yeniden seçilmemesi gereken bir parti olarak AKP’yi işaret etmeli, emeğin örgütlü gücü bu noktada harekete geçirilmeli. Yoksa atı alan Üsküdar’ı bir kez daha geçmiş olacak.
Sendikaların, sosyal/siyasal bir güç olarak, seçimlerde emekçilerin varlığı hissettirmesi, yaşanan mağduriyetleri, hak kayıplarını protesto etmek için, oyu bir araç olarak kullanması ve sonuç alması mümkündür. Mesele, böyle bir gücün devreye sokulmasının istenip istenmediği, bu göreve gönüllü olunup, olunmadığıdır. Bazı sendikacılar gönülsüz ya da iktidara rehin diye, AKP karşısında siyasal tutum alma konusunun sahipsiz kalması düşünülebilir mi?
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.