Katliamın “paralel devlet tarafından yapıldığı söylenirse” Fransa’nın Türkiye’den hesap sormasını beklemek de saflık olur. (…) Kürt Özgürlük Hareketi’nin özellikle Paris’teki mevcut durumu açığa çıkartması gerekiyor. Ömer Güney’in tek olduğunu, bu katliamı tek başına yaptığını düşünmek en büyük yanılgımız olacaktır Kürt Özgürlük Hareketi, kuruluşundan beri, hem bölgenin sömürgeci güçleriyle, hem de uluslararası güçlerin istihbarat örgütleriyle amansız […]
Katliamın “paralel devlet tarafından yapıldığı söylenirse” Fransa’nın Türkiye’den hesap sormasını beklemek de saflık olur. (…) Kürt Özgürlük Hareketi’nin özellikle Paris’teki mevcut durumu açığa çıkartması gerekiyor. Ömer Güney’in tek olduğunu, bu katliamı tek başına yaptığını düşünmek en büyük yanılgımız olacaktır
Kürt Özgürlük Hareketi, kuruluşundan beri, hem bölgenin sömürgeci güçleriyle, hem de uluslararası güçlerin istihbarat örgütleriyle amansız bir şekilde mücadele ediyor. Kürt Özgürlük Hareketi’ne yönelik saldırılar sadece askeri güçle olmuyor, bunun kadar yoğun bir şekilde ajan faaliyetleriyle de saldırılar gerçekleşiyor. 30 yıllık savaş içinde bu sinsi faaliyetlerin sürekli devam ettirildiği biliniyor. PKK gibi milyonlara hitap eden, binlerce kadrosu bulunun bir hareketin içine, karşıdevrim güçleri tarafından ajan sokulması, tuhaf karşılanacak bir durum değildir. En küçük bir örgütte bile ajanlarıyla müdahale etmeye çalışan karşıdevrim güçleri, PKK gibi Ortadoğu ekseninde mücadele eden bir harekete bu noktada çok daha fazla yönelecekleri biliniyor. Önemli olan, bu tür saldırılara karşı güçlü önlemler almak ve bu alanda gelen saldırıları boşa çıkartmaya çalışmaktır.
Ömer Güney konuşuyor
Katil zanlısı Ömer Güney konuşuyor ve Paris katliamı adım adım netleşiyor. 12 Ocak 2014 tarihinde, Ömer Güney’e ait olduğu kesin olan bir ses kaydı internet ortamına bomba gibi düştü. Birçok soruya ışık tutacak olan bu ses kaydı, ciddi bir haber olarak birçok görsel, yazınsal ve sosyal medya çevresi üzerinden kamuoyuna ulaştı.
Aynı şekilde, Sol Gazetesi’nde Paris katliamıyla ilgili bir belge daha yayınlandı. MİT’e ait olduğu anlaşılan belgede, Sakine Cansız’ın katledilmesine ilişkin kararın bizzat devlet tarafından verildiği yoruma yer bırakmayacak kadar net bir şekilde ortaya çıkardı.
Güney’in ses kayıtlarıyla, MİT’e ait olduğu anlaşılan bu resmi belgede, iki farklı eylemin yapılacağı ve Sakine Cansız’a yönelik saldırının ön plana çıkartıldığı anlaşılıyor. “MİT Şube Müdürü O. Yüret, Daire Başkanı; U. K. Ayık, Başkan Yardımcısı S. Asal, Başkan H. Özcan” imzalarını taşıyan MİT belgesinde, başta Sakine Cansız olmak üzere Kürt Özgürlük Hareketi’nin Avrupa’daki kadrolarına yönelik saldırıların, bizzat Ankara’dan doğrudan Erdoğan’a bağlı çalışan MİT tarafından karar altına alınıp uygulanmış olduğunu görüyoruz.
MİT belgesinde, PKK’nin üst düzey yetkililerinin hedef alındığı ve ilk sıraya Sakine’nin konulduğu ortaya çıkıyor: “KONGRA-GEL (PKK) KCK’nın FRANSA/Paris’teki faaliyetlerinin deşifre edilmesi, ayrıca üst düzey örgüt mensuplarının etkisiz hale getirilmesi amaçları doğrultusunda, görüşülmekte olan LEJYONER, Ekim 2012 içinde tarafımıza gönderdiği e-postada, KONGRA-GEL (PKK) KCK’nın AVRUPA’da faaliyet gösteren en önemli kadrolarından olan Sara Kod Sakine CANSIZ’ın Paris/Villiers Le Bel’e geldiğini ifade etmiştir.”
Zamanlama…
Bu belgelerin ortaya sürülmesiyle beraber çok doğal olarak yeni bir politik ve hukuksal durum yaratılıyor. Kaçınılmaz olarak da çok yönlü tartışmaları da beraberinde getiriyor. En son Kongra-Gel Başkanı Remzi Kartal’ın bu ses kaydı üzerine yapmış olduğu uyarıcı yorumlarla, artık bu ses kaydının Ömer Güney’e ait olduğunun tartışmasız kabul edildiğini görüyoruz.
Yalınız bazı kesimler, nedense bu bilgilerin ortaya dökülmesinin arka planını ve zamanlamasını anlamakta zorlanıyorlar. Her şeyden önce bu bilgilerin, Cemaat tarafından ortaya sürüldüğünü düşünüyorum, inanıyorum. Ayrıca birçok arkadaş olarak biz bu konuyu hem kendi aramızda, hem de sosyal medya ortamında tartıştık, paylaştık. Çünkü Cemaat ile Erdoğan Hükümeti’nin birbirlerine karşı savaşımı hala kesintisiz olarak devam ediyor. Bunu bilmeyen yok. Örneğin, ses kaydının yayımlanmasının hemen ardından Mehmet Baransu da, Roboski Katliamı’na ait bazı belgeleri yayınladı.
Dolayısıyla, bu durumda arka plan ve zamanlama sorusunun kendisi de çok net bir biçimde açığa çıkmış oluyor. Nasıl ki Türkiye cephesinde, Cemaat ile AKP Devleti arasındaki seks kasetleri, ekonomik-mali yolsuzluk belgeleri vs. ortalığa dökülüyorsa, aynı şey Kürdistan ayağı üzerinde de sürüyor. Doğal olarak Kürde ve Kürdistan’a dair olan kısım ancak böyle katliam ya da suikast işlemeleri üzerinden sürüyor. Türk sömürgeci güçlerinin Kürtlere ilişkin bakışını ve politikalarını bilenler için bu durum pek de anormal gelmez.
Baş sorumlu AKP’dir
Böylece bugünkü katil Ömer Güney ‘in MİT ile yapmış olduğu görüşmenin mahiyeti konusunda da netleşiyoruz. Umuyorum ki, bu iki güç arasında iktidar savaşı daha da devam eder ve bu vesileyle gizli kalmış daha çok gerçek gün yüzüne çıkmış olur.
Burada asıl önemli olan şudur. MİT ve AKP Devleti en başta ve resmi düzeyde sorumlu olan güçlerdir. Ayrıca biz bunu dediğimizde, sanki Cemaat’i masum ve suçsuz gösteriyormuşuz gibi çok yersiz bir hava oluşuyor, anlamsız bir algı ortaya çıkıyor. Cemaat ve AKP’nin sistemin birbirini tamamlayan iki farklı varyantı olduğunu biliyoruz. Bu bakımdan zorlamalara dayanan fantazi eleştiri ve suçlamalara hiç gerek yoktur.
Çok iyi biliyoruz ki, Cemaat daha düne kadar, AKP’nin bütün yaptıklarının bire bir suç ortağıdır. İkincisi, eğer Cemaat bugün bu bilgileri ortalığa saçıyorsa, bu yine de onu aklamaz, suçsuz kılmaz. Ayrıca Cemaat tarafından bu tür bilgelerin deşifre edilmesi, Kürtleri sevdiği ve sahiplendiği için değildir. Asıl amacı politik dengeleri kendi lehine çevirmektir. Sonuç olarak bu kapışmada, Kürtler bir fayda görüyorsa, bunu da elimizin tersiyle itecek kadar ahmak olamayız.
Düşünün ki Roboski katliamının üzerinden iki yılı aşkın ve Paris katliamının üzerinden de bir yılı aşkın zaman geçmiş ve bugüne kadar bunlar orta yerde sahipsiz duruyorlardı. İktidar çatışması nedeniyle AKP Hükümeti’nin, Cemaati ‘paralel devlet’ iddiasıyla hedef tahtasına koyup, yaptıkları bütün suçların kaynağı olarak göstermesi karşısında, Gülen Cemaati de, elindeki bilgileri piyasaya yani kamuoyuna sürmeye başladı. Burada kimin haklı olup olmadığıyla ilgilenmiyoruz, biliyoruz ki ikisinin Kürt politikası esasen aynıdır. Bunlar üzerinde tartışmaya bile gerek yok. İki güç arasındaki çatışmada Kürtlere yönelik izlenen kirli politikaların bütünüyle deşifre olması da, güçler arasındaki çelişkilerin bir sonucudur. Önemli olan ortaya çıkan bu durumun sağlıklı ve verimli bir tarzda değerlendirilmesidir.
Ömer Güney kimlerle hareket ediyor?
Ömer Güney ve Paris katliamı hakkında bir değerlendirme yapmak bir bakıma kaçınılmaz hale gelmiştir. Kişisel olarak, süreci başından beri yakinen takip ediyorum. Özellikle Avrupa hukuk sistemini, mahkemelerin olayları ele alış biçimi ve polisin olayları araştırma yöntemini az çok bilen biri olarak, mahkemenin başlaması sürecine kadar, “Paris katliamı” üzerine yazmamayı düşünüyordum. Fakat olaylar o kadar çok hızlı gelişiyor ki, katliamın anatomisini çizmek bir bakıma kaçınılmaz hale gelmiş bulunuyor. Ahlaken insan mecburen bazı düşünce ve yaklaşımları ortaya koymak zorunda kalıyor. Beni en çok ilgilendiren noktalardan biri, bu katliamın neden ve niçin Paris’te yapılmış olduğudur. Bu soruya yanıt verilmeden sorunun kendisi çözümlenemez diye düşünüyorum. Bu bakımdan 3 Kürt kadının öldürülmesi olayındaki temel ağları ortaya çıkarmak son derece önemlidir.
Kürdistan Özgürlük Hareketi, bu konuda kendi örgütsel boyutunu es geçerek, daha çok hep Fransa devletinin hataları boyutuna işaret etti, bunu işledi. Bu yaklaşım doğru olmakla beraber, yetmez ve tek yanlı kalıyor.
Yani Ömer Güney gibi bir MİT elemanının nasıl olup da, saflarda bu kadar rahat ve hızla hareket etmeye ortam bulduğu, imkânlar yakaladığı hususundaki sorulara henüz yanıt bulunmuş değil. Dahası sorunun en can alıcı noktası buyken, ciddi bir şekilde kafa yorulmadığı görülüyor. Nedense Kürdistan Özgürlük Hareketi, sorunun tam da bu noktasında doyurucu bir açıklamada bulunmadı. Oysa bu konuda çok ciddi kimi hata ve yetmezlikler söz konusudur.
İşte şimdi Ömer Güney’in bizzat sesinden dinliyoruz ki, örgütün bölge sorumlusu durumunda olan Şiar’ı da, ha keza kendi hazırladığı yönetim planının önünde olası bir engel olarak gördüğü için, onun öldürülmesini planlıyor, sıraya koyuyor. Ses kaydında, Şiar’ı düşürdük derken neyi kastediyor. ‘Düşür-dük’ kelimesi birçok soru işareti doğruyor. Ö.Güney kimlerle hareket ediyor? Planında yer vermek istediği kişiler kimler? Bu insanlar en azından dernek içerisinde olduklarına göre, hala bu ortamda bulunuyorlar? Bu insanlar nasıl ortaya çıkarılacak.
Dolayısıyla bu gençlik yönetim planı ne kadarı gerçekleşti, ne kadar gerçekleşmedi diye, doğal olarak akıllarda bir soru işareti yaratıyor.
Her şeyden önce bugüne kadar Ömer Güney’in konumuyla ilgili hiçbir resmi açıklama yapılmadı. Oysa bunun mutlaka yapılması gerekiyordu. Kongrede kendi dernek yönetimini belirleyebilecek bir gücü kendinden gören Ömer Güney’in sıradan biri olmadığı, herkesin anlayabildiği bir durum.
Yine ha keza birkaç gün önce Metin Cansız, Hürriyet Gazetesi’ne bir demeç verdi. Bu bağlamda öğreniyoruz ki Ömer Güney, Hollanda’da yapılan bir gençlik kongresine, Leyla Şaylemez’le beraber Fransa gençlik örgütünü temsilen katılıyor. Ayrıntılar Metin Cansız’ın röportajında okunabilir.
“Biri kesin güvence vermeseydi…”
MİT belgesinde “Sara Kod Sakine CANSIZ’ın önümüzdeki dönemde, AVRUPA genelindeki faaliyetlerinden, irtibat kanallarından, yazışma ve ikamet adreslerinden de haberdar olma imkan/kabiliyetine erişen Kaynak, söz konusu örgüt mensubunun etkisiz hale getirilmesine yönelik operasyonel bir tasarlama kapsamında da değerlendirilebilecektir.” LEJYONER olarak anlatılan kişi sanırım Ömer Güney’dir. Ancak, Sakine’nin “yazışma ve ikamet adreslerinden de haberdar olma imkan/kabiliyetine erişen Kaynak” ile kastedilen Ömer Güney midir? Bu şahıs, S. Cansız’ın ‘irtibat kanallarını, yazışmalarını’ bilebilecek kadar yakın mıdır? Yoksa örgüt içindeki konumu bu bilgileri bilecek düzeyde midir? Ya da bir başkası mı vardır? Ayrıca Metin Cansız’ın dikkat çektiği önemli bir nokta var. “Eğer biri kesin güvence vermeseydi, Sakine kesinlikle Ömer Güney’e güvenerek işlerini yaptırmazdı” diyor. Doğal olarak akla şu soru geliyor; S.Cansız’a bu güveni verdiren kimdir?
Meselenin en önemli yanı şu, neden Paris, cinayetin yapılacağı yer olarak seçildi? Paris neden bir zayıf halka olarak görüldü ve eylem burada gerçekleştirildi? Buna benzer soruların yanıtı bulunmadan, bu cinayetin en azında Kürt Özgürlük Hareketi’nin karşı karşıya olduğu tehlikenin boyutu kestirilemez, aşılamaz.
Suikast sonrası hedef saptırma çabaları
Hepimiz çok açık olarak tanık olduk, katliam gününden itibaren, çok yönlü yönlendirmeler devreye girdi. Özellikle belli başlı kişiler bilerek ya da bilmeyerek ya da bilinçli yönlendirilerek, hedef şaşırtmasına gidildi. Basınımızda anlık çıkan birçok haber birbirini tekzip eder duruma geldi. Buna yol açan katliamın psikolojik etkisidir, denebilir. Bu mümkün ama sadece bununla açıklamak yanıltıcı olacaktır.
Örneğin, birkaç noktaya dikkat çekeyim. Birileri, Ömer Güney’in polis tarafından gözaltına alınmasının hemen ardından, “arkadaşımızın beyninde ur var, hastadır” açıklamasını yaptı. Daha sonra ailesi tamamen bu iddia üzerinde yoğunlaştı. Ancak doktorlar, “Ömer Güney’in hiçbir rahatsızlığının olmadığını” açıkladılar. Şu soru akla geliyor: Kim bu bilgiye nereden sahip oldu? Daha öncede böyle bir bilgisi var mıydı? Ya da böyle bir açıklamaya neden gerek duydu? Bu sorunun yanıtı verilmiş değil. Ayrıca, ikinci gün, bazı insanlarca “Fransız birimlerinden gelen bilgiye göre esas hedefin Sakine değil, Fidan olduğuna dair” yorumlar yapıldı. Bunu söyleyen kişi bu bilgileri kimlerden elde etti? Hangi Fransız yetkili kurumu böyle bir bilgiyi verdi? Görüşmeyi nasıl ve kimler yaptı da bu bilgiyi elde etti? Yoksa hedef şaşırtmaya yönelik bir taktik miydi? Bu tür soruları çoğaltmak mümkün. Bir başka ifadeyle olayın etkisiyle kontrolsüz ve sonucunu ne olacağı hesaplanmadan yapılan açıklamalar, karşı tanaftan bir savunma aracı olarak çıkyor.
Fransa devletinin cinayeti açığa çıkartması bir zorunluluktur. Özellikle ortaya çıkan ve daha çıkacak olan belgelerle katliamın MİT tarafından organize edildiği artık netleşmiş bulunuyor. Bu konuda kamuoyu oluşturmak ve kararlıca sürecin üzerine gitmek hepimizin bir sorumluluğudur. Ancak, bu katliamın “paralel devlet tarafından yapıldığı söylenirse” Fransa’nın Türkiye’den hesap sormasını beklemek de bir o kadar saflık olur. Son bir yıl içerisinde Fransa ile Türkiye arasında yaklaşık olarak 2 milyar dolarlık anlaşma yapıldı. Bu ilişkilerde çıkarlar esas alındığına göre, katliamın sorumlusunun “paralel devlet yani cemaat olduğu” söylendiğinde, Fransa kendi çıkarlarını tehlikeye atmaz. Bu bir realitedir.
Ayrıca mahkemede olay birçok boyutuyla aydınlanacaktır, diye düşünüyorum. Mahkeme politik bir karar vermez, ama hukuki olarak bu cinayetin arka planını açığa çıkartır.
Ömer Güney yalnız değil
Mesele bunun ötesinde olup, Kürt Özgürlük Hareketi’nin özellikle Paris’teki mevcut durumu açığa çıkartması gerekiyor. Ömer Güney’in tek olduğunu, bu katliamı tek başına yaptığını düşünmek en büyük yanılgımız olacaktır. Ömer Güney, ses kasetinde tek olmadığını belirtiyor. Yönetimi ele geçirme planları yapıyor. Kimlerle yapıyor? Bunlara yanıt bulunmadan Paris, çok ciddi sorunlara gebedir.
Kürt Özgürlük Hareketi bu tür sonları aşacak bilgiye ve tecrübeye sahiptir. Dünyanın en büyük istihbarat örgütleriyle mücadele eden PKK’nin deneyimi, bu tür tasfiye oyunlarını rahatlıkla boşa çıkartır. Bundan kimsenin kuşku duymaması gerekir. Önemli olan özellikle Avrupa devletlerinin sistemini çözmektir ve ona göre politikalar ve örgütsel tedbirler geliştirmektir.