TL’nin değer kaybının devam etmesi ve Merkez Bankası’nın bu konuda izlediği politikaların herhangi bir sonuç vermemesi, ipin ucunun kaçtığını gösteriyor. Aslında bu sadece TL’ye ilişkin bir kriz olsaydı, bu düşüş bu şekilde devam etmezdi. Ayrıca, Başbakan’ın AB ile görüşmelerde bulunmak üzere Brüksel’e gittiği bir dönemde, eğer Türkiye tarafı AB üzerinde, bırakın güven tazelemeyi, olumlu bir […]
TL’nin değer kaybının devam etmesi ve Merkez Bankası’nın bu konuda izlediği politikaların herhangi bir sonuç vermemesi, ipin ucunun kaçtığını gösteriyor. Aslında bu sadece TL’ye ilişkin bir kriz olsaydı, bu düşüş bu şekilde devam etmezdi. Ayrıca, Başbakan’ın AB ile görüşmelerde bulunmak üzere Brüksel’e gittiği bir dönemde, eğer Türkiye tarafı AB üzerinde, bırakın güven tazelemeyi, olumlu bir izlenim bırakmış olsaydı, TL’nin düşüşü dururdu.
Çünkü, TL’nin düşüşü döviz çıkışına ilişkin bir olaydır ve en açık ifadeyle Türkiye’de yakın geleceğe duyulan güvensizlikle ilgili bir durumdur. Ayrıca, daha önce belirttiğimiz gibi, Türkiye’nin imajı yurtdışında düzelmiş değildir ve hatta Brüksel’deki son görüşmeyle, Türkiye son şansını da kaybetmiştir.
Kaybettiğinin en açık ifadesi, heyete, “Hukukla oynuyorsunuz; bu, üyelik sürecini askıya alacak bir gelişmedir” denmesidir.
Siz AB’ye istediğiniz güvenceyi verebilirsiniz ama AB Türkiye ilgili görüşlerini oluştururken sadece sizin anlattıklarınıza bakmıyor. Onların görüştüğü kesimler var; işadamları var, akademik dünyadan insanlar var, gazeteciler var, sanatçılar var, sivil toplum kuruluşları var, entelektüeller var, işleri gereği Avrupa’ya sürekli temas hâlinde bulunan insanlar ve tabii hiç şüphe yok ki, bu insanların görüşleri var.
Batı’yı tanımayanlar, büyükelçilerle görüşüldüğünde sorunun halledildiğini sanırlar. Bilir misiniz ki, demokrasinin geliştiği ve sivil toplum kuruluşlarının çok önemli olduğu Batı ülkelerinde büyükelçilerin hiç esamisi okunmaz? Resmî açıklamalara zerre kadar değer verilmez?
Bu kesimlerle görüşürlerken dışarıdaki kesimler şu sorunun cevabını arıyor: İnsanlar, yani Türkiye’deki insanlar geleceğe nasıl bakıyor?
Bugün Türkiye’de kaç kişi, geleceğe ümitle baktığını söyleyebilir? Bugün Türkiye’de kaç kişi olup bitenin ne olduğunu anladığını, açıklayabildiğini söyleyebilir?
Toplumun bireylerinin “tüm referans noktalarının bittiği bir ülkede” insanların sığınabileceği tek yer, sağduyularıdır. Muhtemelen insanlar sağduyularını kaybetme noktasına gelmek üzere bulunuyorlar ve çılgınlık noktasına bir eşik kalmıştır.
Neden bir eşik kalmıştır?
Birincisi henüz işadamları çok endişeli… Üstelik bu kesim bir yıldan beri, yeni bir ekonomik paketin hazırlanması gerektiğini söylüyorlardı.
TL’deki son durum, onları tam olarak haklı çıkarmıştır. Türkiye ekonomide hızla batağa doğru gitmektedir. Ali Babacan, TL ile ilgili yorum yapamayacağını söylüyor.
Daha ne söylesin?
Hukuk, bir ülkede sığınılabilecek son alandır. Adalet mekanizması işlemiyorsa bir toplum çöker.
Siyasi iktidarın hedefi hukuktur. Bu yer değiştirme ve atamalarla, saklanmak istenen nedir?
Güvenlik güçleri darmadağındır. Çılgınlık noktasına eşik kalmışken patlayacak bir kıvılcımda güvenlik güçlerinin tutumu ne olacaktır dersiniz?
“Türkiye’yi ehil ve temiz ellere teslim etmek geleceğimizdir…” kampanyasına devam ediyorum. Bu cümleyi her gün twitter hesabımdan bir kere yazıyorum.
Tayyip Erdoğan’ın, Ferit Melen ve Yıldırım Akbulut ile Türkiye’nin gelmiş geçmiş, müktesebatı en zayıf üç başbakanından biri olduğunu söylemiştim. Belli bir zamandan beri, Yıldırım Akbulut ve Ferit Melen’e haksızlık yaptığımı düşünmeye başladım…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.