Tayyip Erdoğan, her başbakana kısmet olmayacak bir yolsuzluk skandalıyla sarsıldı. Evde çelik kasalar ve ayakkabı kutuları, deste deste paralar… Hükümetten dört bakan, itiraf niteliğinde açıklamalarla istifa ettiler. Soruşturma devam edebilse başka istifalar da gündeme gelirdi herhalde. Buna karşılık Erdoğan yolsuzlukların üstüne gitmek yerine “darbe girişimi” diyerek soruşturmaları siyasi alanda göğüsleme yolunu seçti. Öyle ki, “milli […]
Tayyip Erdoğan, her başbakana kısmet olmayacak bir yolsuzluk skandalıyla sarsıldı. Evde çelik kasalar ve ayakkabı kutuları, deste deste paralar…
Hükümetten dört bakan, itiraf niteliğinde açıklamalarla istifa ettiler. Soruşturma devam edebilse başka istifalar da gündeme gelirdi herhalde. Buna karşılık Erdoğan yolsuzlukların üstüne gitmek yerine “darbe girişimi” diyerek soruşturmaları siyasi alanda göğüsleme yolunu seçti. Öyle ki, “milli iradeye küresel suikast”e karşı İstiklal Mücadelesi bile başlattı!
Erdoğan’ın “seçim öncesinde millete, milli iradeye darbe girişimi” söylemi, kendi seçmen kitlesi üzerinde etkili de oldu. AKP tabanında, Fethullah Gülen Cemaati’nin küresel güçlerin taşeronu olarak AKP’yi bitirmeye çalıştığı tezi yolsuzluk tartışmalarını bastırdı. Mütedeyyin seçmenler hiç değilse ayakkabı kutularına istiflenmiş dolarların, beleş umre sevabının “milli iradeye suikast” düzenleyenlerin marifeti olmadığını sorgulamaya yanaşmadılar.
17 Aralık’takine benzer bir skandal merkez sol bir partinin başına gelse, o parti dramatik ölçüde seçmen kaybına uğrar. 1993 yılında patlayan İSKİ skandalı koalisyonun sosyal demokrat kanadı SHP’nin, 2001 ekonomi krizi ve düzinelerce bankanın sahiplerince soyulduğu skandallar DSP’nin sonunu getirmişti. Ama laiklik ve Atatürk ile aldatanların yerini Müslümanlık ve Allah ile aldatanların aldığı en kullanışlı aptallarca bile fark edilecek kadar afişe olsa bile, AKP yolsuzluktan aynı ölçüde etkilenmiyor. Yaklaşan 30 Mart belediye seçiminde de dramatik bir kayba uğraması beklenmiyor. Özellikle işsizler yoksullar ve dindarlar, sandık başına gittiklerinde başta AKP olmak üzere yine muhafazakâr milliyetçi partilere ve adaylara oy verecekler.
***
Gönüllü kulluk
İşsizlerin, yoksulların kendi sınıfsal kimliklerine neden yabancılaştıklarına, kendilerini ezen ve yoksul bırakan düzene, o düzenin politikacılarına neden tepkisiz olduklarına, tepki göstermek bir yana neden ibadet edercesine sadakatle bağlı kaldıklarına ne zaman kafa yorsam, aklıma Marks’tan da önce Etienne de La Boétie gelir.
Etienne de La Boétie, Fransız filozofu. Filozof olsa da, saçı sakalı ağarmış, halim selim bir ihtiyar gelmemeli akla. Topu topu 33 yıl yaşamış; 1530 yılında doğmuş, devlet memuriyetine girmiş, 1563 yılında hayata veda etmiş.
Devlet memuru Etienne de La Boétie bakmış, insanlar yüzünü bile görmedikleri krallara kuzu kuzu itaat ediyorlar, soygun düzeni karşısında seslerini çıkarmıyorlar. Gençliğe özgü isyankârlıkla şaşıp kalmış. Tefekküre dalıp, kısacık ömrüne, “Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev” adını verdiği bir kitap sıkıştırmış. Kitabında şu sorulara yanıt bulmaya çalışmış:
İnsanlar diktatörlüklere, soygun düzenine niçin isyan etmezler? Neden diktatöre, soygun düzenine gönüllü olarak boyun eğerler, kulluk ederler?
Neden halklar kendilerini sevenlere karşı kuşkulu, kendilerini ezenlere ve aldatanlara karşı itaatkâr, azıcık pohpohlandıklarında ise hemen teslim olurlar?
Sorular son derece yaman; ama, Etienne belki de ömrü yetmediğinden, net bir yanıt getirememiş. Kendisinin üzerinde en çok durduğu yanıt şöyle:
“Diktatörü destekleyen ve tüm ülkeyi kulluk altında tutan hep 5-6 kişidir. Bu 5-6 kişinin çıkar sağladıkları ortalama 100’er dost ve akrabası vardır. Bu 100’er kişinin de menfaat sağladığı 1000’er ahbabı vardır. Bu 6 bin kişi, eyaletlerin ve maliyenin yönetimini ellerinde tutarlar. Bu zincir böyle sürer gider.”
Yani, filozof, “Hiyerarşik soygun düzeni var, örgütlü azınlık örgütsüz çoğunluğa hükmediyor, düzenden azıcık menfaatlenen kişi düzen muhafızı kesiliyor” demeye getirmiş.
Filozof, Türkiye’nin bugünlerini görüp de mi akıl etti acaba, hiyerarşik yolsuzluk teorisini?
Elbette saçma bir soru; ama, önceki sermaye iktidarları gibi AKP iktidarı da öyle bir düzen tutturdu ki, Etienne de La Boétie Türkiye’nin bugünlerini görse, “hiyerarşik soygun düzeni” teorisinde daha bir ısrarlı olurdu herhalde.
***
Örgütlü azınlığın soygunu
Tayyip Erdoğan 1994 yılında belediye başkanı seçildiğinde diyordu ki, “Hırsızlık, yukarıdaki üst yöneticilerden alttaki yöneticilere, oradan da halka yansır.”
Yani Erdoğan da tıpkı Fransız filozofu gibi hiyerarşik hırsızlık düzeninden söz etmişti.
Erdoğan hırsızlık düzenini çok yalın biçimde tanımladı. Ne ki hırsızlıkla mücadele söylemi inandırıcı değildi. Gerek belediye başkanlığı gerekse 11 yıl süren başbakanlığı döneminde hırsızlık gerçekten de üst yöneticilerden alttaki yöneticilere, oradan da halka yansıdı.
ANAP devrinde soygunun hırsızlığın simgesi hortum idi. AKP devrinin ilk yıllarında da “Ali Dibo” adıyla özdeşleşti.
Ali Dibo, Osmanlı’nın son döneminde Hatay’da yörenin tek balık tüccarı, yakın eyaletlere balık satarak servet edinmiş. Hayırseverliğiyle de ünlenmiş, evsizlere ev, topraksızlara toprak bağışlamış, bürokratlar üzerindeki nüfuzuyla ipten adam bile almış. Kuvayı Milliye’yi desteklediği için Fransızlar tarafından ‘çeteci’ diye aranmış. Kurtuluştan sonra Atatürk mebusluk teklif etmiş, Ali Dibo mebusluğu reddetmiş. Hataylılar, “eş, dost, aile mensupları” arasındaki dayanışmayı kısaca ‘Ali Dibo’ diye adlandırmışlar.
İşte bu Ali Dibo, 2006 yılında yolsuzlukların simge ismi haline geldi. Dönemin Milletvekili Fuat Geçen, Hatay’da AKP döneminde açılan 271 kamu ihalesinin AKP il yöneticileri arasında paylaştırıldığını belgeleriyle açıkladı. İhale paylaşımındaki ‘eş, dost, aile’ dayanışması, Hataylılar arasında “AKP’liler Ali Dibo şirketi kurmuş” diye yorumlandı. AKP üst yönetimi ise olayı soruşturmak yerine Fuat Geçen’i partiden kovdu.
İzleyen aylarda ortaya çıktı ki, ‘Ali Dibo’ sadece Hatay’da değil her yerdedir. Başta İstanbul olmak üzere, kamu ihaleleri Ali Dibo dayanışmasıyla paylaşılmıştır. Ankara’da ‘Protokol Yolu’ olarak bilinen Esenboğa yolu üzerindeki 7 kavşağın ihalesi de Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın bacanağına ait ‘Biat İnşaat’a verilmiştir.
Özetle, ‘Ali Dibo’ düzeninde, AKP adıyla örgütlenen azınlığın bireyleri, parti hiyerarşisindeki yerlerine göre, ihale paylaşımı yoluyla kamu kaynaklarından paylarına düşeni almışlardır. İhale alacak gücü olmayan seçmenlere de zekât ve bağış yapılan “hayır” kurumları aracılığıyla payları verilmiştir
***
Küçükler el feneriyle büyükler deniz feneriyle
Ali Dibo düzeni kanıksandı, metaforik değerini yitirdi. Onun yerini Deniz Feneri aldı.
Deniz Feneri malum. Almanya’da “Deniz Feneri e.V” derneği, yardımseverlik ve din istismarı yaparak topladığı milyonlarca avroyu amaç dışı kullanmış. Türkiye’ye aktarılan paraların yardıma muhtaç kişilere dağıtıldığına ilişkin sahte belgeler düzenlenmiş; paralar başka yerlere gitmiş. Hatta davanın iddianamesinde bir kısım paranın Başbakan Erdoğan’a teslim edilmek üzere toplandığı öne sürülmüştü. Almanya’daki dava 2008 yılında sonuçlandı; dernek yöneticileri hapis cezalarına çarptırıldı; mal varlığı ise kamuya devredildi.
Türkiye’deki soruşturma ise aradan geçen altı yılda kaplumbağa hızıyla bile ilerleyemedi. Dahası, soruşturmaya çalışan savcılar görevden uzaklaştırılıp sanıklardan önce yargılandılar. Sonuçta göstermelik olarak açılan dava tam anlamıyla unutturuldu, sürüncemeye bırakıldı.
Türkiye’nin yolsuzluk ve soygun literatürüne “Küçük hırsızlar el feneriyle, büyük hırsızlar deniz feneriyle” özdeyişini armağan eden Deniz Feneri skandalının savcıları, haklarında açılan davada zor da olsa beraat ettiler. Beraat eden savcılardan Abdülvahap Yaren’in sözleri, soygunun Türkiye’de niçin aydınlatılamadığının en özlü ifadesiydi: “Deniz Feneri’nde büyük hırsızlık yaşandı. Zekât hırsızları masum gösterildi. Bunu ancak organizasyonun başındaki hırsızlar imparatoru yapabilir. Bu imparator, hem altındaki figüranları koruyor, hem de kendisine ulaşılmasını engelliyor. Hırsızlar imparatorunun kim olduğuna gelince, her şey ortada apaçık belli. Hani halk arasında bir tabir vardır, arife tarif gerekmez anlamına gelen, damda gezer miyav der, isme gerek var mı?”
***
Ayakkabı kutusunun kerameti
Hortum, Ali Dibo, Deniz Feneri… Dönem dönem hırsızlığın yolsuzluğun simgesi oldular. Bugünün simgesi ayakkabı kutusu. Öncekiler kadar akılda kalıcı, simge değeri yüksek. Başbakan Erdoğan’a göre ise ortada bir yolsuzluk yok. Evinde milyonlarca dolar istiflenmiş ayakkabı kutuları çıkan banka müdürü olsa olsa saflığının kurbanıdır. Özel uçağıyla beleş umre sevabı kazandıran Reza Zarrab da ülkeye katkısı olan hayırsever işadamı…
Uzun söze gerek yok. Herkes ne olup bittiğinin farkında. Kamu kaynakları, özellikle kent rantları ihaleler yoluyla eş dost akraba arasında paylaşılıyor. İhale alacak gücü olmayan yandaş kitleye zekât ve bağış yapılan hayır kurumları dolayımıyla sus payı veriliyor.
Sorun, ezici çoğunluğu oluşturan merkez sağ ve mütedeyyin seçmen kitlesinin olan biteni haram saymaması; bugün kolektif pastanın kırıntısına talim ederken, bir gün kendisine daha büyük pay düşeceğini umması. Fransız filozofun asırlar önce söylediği Tayyip Erdoğan’ın da tasdiklediği gibi, tepedeki yöneticilerden alttakilere, oradan da halka…
Eylem ve paylaşım hiyerarşik ve kolektif olunca siyasette ahlaki bir yaptırımı da olmuyor. Dindarlar işsizler yoksullar Fransız filozofu bir kez daha haklı çıkaracaklar. Anketler, bugünün örgütlü azınlığı/çoğunluğu AKP’nin oylarında dramatik bir düşüş olmayacağını gösteriyor.
Her şey herkesin gözü önünde de, hem altındaki figüranları koruyan hem de kendisine ulaşılmasını engelleyen hırsızlar imparatoru kim?
Not: Çağdaş Gazeteciler Derneği Bursa Şubesi’nin yayın organı Çağdaş’ın Ocak/Şubat 2014 sayısında yayımlanmıştır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.