“Milliyetçi, muhafazakar, devletine bağlı” üç polis. Yani Başbakan Erdoğan’ın deyimiyle “eski devletin” sadık polisleri. Hanefi Avcı hapiste, Emin Aslan tutuklandı/serbest bırakıldı, Sabri Uzun emekli oldu. Eski İstihbarat Daire Başkanı Uzun, Hrant Dink davasında değil şüpheli, tanık olarak bile mahkeme önüne çıkmadı. Ta ki Savcı Muammer Akkaş onu dinlemeye karar verene dek. Dink cinayetinde kamu görevlileri […]
“Milliyetçi, muhafazakar, devletine bağlı” üç polis. Yani Başbakan Erdoğan’ın deyimiyle “eski devletin” sadık polisleri.
Hanefi Avcı hapiste, Emin Aslan tutuklandı/serbest bırakıldı, Sabri Uzun emekli oldu.
Eski İstihbarat Daire Başkanı Uzun, Hrant Dink davasında değil şüpheli, tanık olarak bile mahkeme önüne çıkmadı. Ta ki Savcı Muammer Akkaş onu dinlemeye karar verene dek.
Dink cinayetinde kamu görevlileri ile ilgili soruşturmayı yürüten Savcı Muammer Akkaş, Erhan Tuncel’in (Cemaat’i dışarıda bırakan) şu ifadesinden sonra Uzun’u çağırmaya karar verdi: “Ali Fuat (Yılmazer) ve Sabri Uzun ölüm ihbarı yapmamış ve yanlış rapor düzenlenmiştir. Ali Fuat ve Ramazan Akyürek çetenin üzerindedir. Beni bir numaralı sanık yapıp kendilerini saklamıştır. Oda TV, Cübbeli, Şike, KCK, Hanefi Avcı suçsuz. Bunları yapan Cemaat değil bu ikisidir. Savcılık halen şahısların kurduğu tuzakla karşı karşıyadır.”
Peki, yolsuzluk soruşturmasını yürüttüğü için Başbakan’ın “Seninle daha işimiz bitmedi” diye seslendiği, görevden aldığı Savcı Muammer Akkaş, Uzun’u neden şimdi çağırdı?
Sabri Uzun, Dink suikastıyla ilgili daha önce de konuşmuş, Nisan 2010’da, Nedim Şener’in yazdığı kitap nedeniyle yargılandığı davada ifade vermişti. Hrant Dink’e ilişkin rapor hazırlandığı dönemde İstihbarat Daire Başkanı olan Uzun, üç yıl önceki duruşmada, “cinayetin planlandığı dönemde ‘Dink öldürülecek’ şeklindeki raporu kendisinden saklayan C. Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer ile kendisinden sonra İstihbarat Dairesi Başkanı olan Ramazan Akyürek’i de gerekli önlemleri almamakla, görevi ihmal etmekle” suçladı.
Uzun’un adı kamuoyunca bilinen pek çok başka davada da geçiyor.
Şemdinli davası, Ergenekon soruşturması, OdaTV davası, Başbakan’ın dinlenmesi sonrası oluşan böcek komisyonu… Hatta 1999’daki “liste.”
Zübeyir Kındıra’nın “Fethullah Gülen’in Copları” kitabına göre, cemaat hakkındaki ifşalar ve itiraflar 1991’e, o güne dek sadece polisin eğitim kurumlarında faaliyet gösteren Cemaat’in İstihbarat Daire Başkanlığı’yla “ilgilenmesi” ise 1986’ya dayanıyor. Kitapta Emniyet’teki cemaat örgütlenmesinin, ilk kez ortaya çıkan bir “listeyle” soruşturma konusu olduğu da anlatılıyor. 1999 yılında, 129 kişilik “Fethullahçı polisler listesinin” ilk verildiği kişilerden biri Sabri Uzun.
Ergenekon’u da ilk keşfedenlerden. Davadaki o meşhur ve meşum şemayla ilk kez 2001’de karşılaştığını söyleyen Uzun, Kasım 2009’da Fatih Altaylı’ya yazdığı mektupta, “Türkiye’nin ‘Ergenekon’ adını taktığı şeyle (asla terör örgütü demedim, demiyorum, diyemeyeceğim), 14 Haziran 2001 günü tanıştım. 2006 yılı Ocak veya Şubat ayında tekrar karşıma çıktı. Evet, o tarihlerde, ‘Bütün bunları toplayan, yazan geniş bir ekip var’ diye düşündüm, inceledim, gördüm…” demişti.
OdaTV davasının iddianamesine bakıldığında ise Avcı’nın yanına sanık olarak oturtulmasını yadırgamayacağınız Uzun, soruşturmanın şüphelisi bile olmadığı gibi, davada tanık olarak çağrılması da kabul edilmedi. Mahkeme, sanıkların tüm ısrarlarına rağmen “Gerek yok” dedi.
KONTRGERİLLANIN SIRLARI
Sanki Sabri Uzun bir konuşsa kontrgerillanın sırları dökülecek gibi. Ama “Seve seve gelirim” diyen Uzun, savcılığa sağlık raporu gönderdi, bir süre daha ifade veremeyeceğini söyledi.
Hrant Dink Davası da, “yeni ve eski” diye ayrılan, bence halen yekpare olan devletin kontrgerillasının tüm sırlarının dökülebileceği bir dava aslında. İki ayrı devlet varsa bile, bu cinayet her ikisinin mutabakatıyla gerçekleşti. Ve eğer söylendiği gibi bir kavga varsa, bu durum ya cinayetin biraz da olsa aydınlanmasına yarayacak ya da mutabakat bir kez daha devreye girecek.
Savcı Muammer Akkaş’ın Cemaatçi polislerin Dink cinayetindeki sorumluluğunu anlatan bir emekli polisi, tam da bu ortamda ifadeye çağırması ne anlama geliyor?
Bu hamle, yine bir Cemaat’i aklama kampanyasına mı dönecek, yoksa “imaj düzeltme” mi olacak göreceğiz.
“Cinayetin açıklığa kavuşturulması” gibi bir üçüncü seçeneğe ise (bu kadrolar var oldukça) ihtimal vermiyorum.