“Yeni Türkiye”nin “yeni gazetesi” Türkiye’de (Ragıp Duran ustanın tanımı ile “Nakşibendi/Işık tarikatçılığından, tencere-tava beyaz eşya ve inşaat sektörü bülteninden neo-liberal AKP’nin savunuculuğuna giden bir yolda serpilen Türkiye gazetesi”nin neyi yeniyse pek anlamadık ama… ) yıldız bir isim var biliyorsunuz. Gazeteciliğe “bizim mahallede” Özgür Gündem ve BirGün ile başlayıp sonra ani bir transferle Taraf’a geçmiş, oradan […]
“Yeni Türkiye”nin “yeni gazetesi” Türkiye’de (Ragıp Duran ustanın tanımı ile “Nakşibendi/Işık tarikatçılığından, tencere-tava beyaz eşya ve inşaat sektörü bülteninden neo-liberal AKP’nin savunuculuğuna giden bir yolda serpilen Türkiye gazetesi”nin neyi yeniyse pek anlamadık ama… ) yıldız bir isim var biliyorsunuz. Gazeteciliğe “bizim mahallede” Özgür Gündem ve BirGün ile başlayıp sonra ani bir transferle Taraf’a geçmiş, oradan da “şutlanınca” kendisi gibi Taraf’tan “şutlanan” Yıldıray, Ceren ve Alper abisi ile Türkiye gazetesinde bir koltuk bulabilmişti. Yakışıklılığı ile muhafazakâr/tesettürlü kızların nefesini kesen meşhur nam-ı diğer: “sol açık” Melih Altınok. Makale, uzun metrajlı film senaryosu ve tiyatro oyunu dalında ulusal ve uluslararası yarışmalarda ödülleri varmış. Gerçi şu ana kadar o ödüllü filmlerden ya da oyunlardan birini bile izleyemedik hatta adını bile duymadık ama yine de günahını almayalım Melih Bey’in Vikipedi’nin yalancısıyız. Orada öyle yazıyor. (Kim bilir belki de kendi bir hesap açıp yazmıştır.) Yapmadığı şey değil. Çalıştığı eski gazetelerden birinde birlikte çalışan bir arkadaşım anlatmıştı. “Melih gazeteye gelir. İlk olarak bilgisayarı açınca hemen google’da son 24 saatte hakkında ne yazılmış ona bakardı. Ekşi sözlükte kendisine dair bir entry girilmiş mi? Medya Tava’da, gazetelerde, haber sitelerinde kendisinden bahsedilmiş mi? En az bir saat bununla uğraşırdı” İşte böylesi bir organizmadan bahsediyoruz. Velhasıl kelam gelelim asıl konumuza: Bu mevzubahis mümtaz muharrir arkadaşımız salya sümük duygusal bir tonda 22 Ocak Çarşamba günü köşesinde psikolojik savaş harekâtı kapsamında Anadolu Ajansı’nın CNN, The Guardian ve TRT ile eş güdümlü olarak servis ettiği Suriye’deki işkence fotoğrafları ile ilgili bir yazı kaleme almış. Bakalım ne demiş?
“İnsanoğlunun en sistemli kötülüğü ve bunun sonucundaki yıkım karasında Adorno “Auschwitz’den sonra şiir yazmak barbarlıktır” diyordu.
Ne yazık ki Auschwitz’den sonra şiirler de yazdık, yeni ölüm kampları da kurduk…
Bunlardan en sonuncusu da 150 bin Suriyeliyi katleden, kentlerde sivillerin üzerine varil bombaları yağdıran, sadece komşusu Türkiye’de 700 bin mültecisi olan Esad’ın zulmünün taze delilleri…
Birkaç ay önce 1500 sivili kimyasal silahla öldüren Esad’ın, çoluk çocuk 11 bin kişiyi toplama kamplarında sistematik olarak katlettiğine dair 55 bin fotoğraf… Başbakan Erdoğan’la ortak yaptıkları dünkü basın toplantısında AB Konseyi Başkanı Rumpey’un “Suriye için daha fazlasına ihtiyacımız yok” dediği, gerçeklikleri, bağımsız, uluslararası otoriterlerce tescillenmiş, somut deliller…”
ABD’ye ve NATO’ya bir an evvel Suriye’ye saldırması için akıl veren bir gazeteci üstelik hala sosyalist ya da solcu olarak tanımlıyor. Bildiğiniz psiko-patolojik bir vaka yani.
Büyük Muharrir Melih Bey’in Kautsky’den arakladığı (pardon esinlendiği diyecektim) Ultra-Emperyalizm teorisine göre Kapitalizm artık öyle bir hal almıştır ki göklerdeki cennet yeryüzüne inmiştir. Kautsky ve ülkemizdeki temsilcisi Melih Bey’e göre “tüm emperyalistler birleşecek, tek bir dünya tekeli meydana gelecek, rekabet olmayacağı için savaşlarda olmayacak ve artık bütün çelişkiler son bulacaktır.” ABD, NATO ve AB başta olmak üzere tüm “Uluslararası Toplum” “insancıl” yüzünü göstererek nerede diktatör, nerede zulüm varsa tankıyla, topuyla giderek onları alaşağı edecek. Geçmişte Vietnam’da, Kamboçya’da, Irak’ta, Afganistan’da nasıl “zalimleri” ezdiyse, yerli halklara nasıl özgürlük ve demokrasi götürdüyse Suriye’ye de özgürlük ve demokrasi götürecekti.
Ortak birkaç arkadaşımızın ve bir iki defada oturup konuşmuşluğumuzun olduğu Melih’in bu yazısını paylaştığı facebook sayfasında yazının altında bir gazeteci refleksiyle aklıma gelen şu soruları paylaştım Melih ile:
1-Neden hep Suriye için yapılan uluslararası toplantılar öncesi bir şeyler ortaya atılıyor? Örneğin önce kimyasal silahlar ortaya çıktı sonra bu işkence fotoğrafları.
2-Hastanenin morgunda arşivci bir memur bu görüntüleri çekmiş diyorlar. Peki niye hastane morgunun resmi yok? Ölenlerin genital bölgelerini bile çeken arşivci görev yaptığı hastanenin resmini neden çekmedi?
3-Bu görüntüler mademki arşivci tarafından çekildi. Bunların isimlerini savcılığa bildiriyordur. O zaman hangi savcıya, hangi maktulu bildirmiş ise isimleri kendisinde kayıtlıdır. O zaman o savcı ve maktul isimlerini versinler ki aileleri, nereli oldukları, hangi cezaevinde tutuldukları ortaya çıksın.
4-Cenevre 2′nin yapılma tarihinin devamlı ertelenmesinin nedeni bu resimlerin ya da benzeri bir kanıtın ellerine geçmesini beklemelerinden mi kaynaklanmaktadır?
5-Cenevre 2′den öncemi arşivcinin vicdanı sızladı da bunları itiraf etmeye karar verdi?
6-Arşivci kendisine iskeletleri teslim edenlerden bir tanesinin resmini de mi çekemedi? Veya işkence merkezindeki görevlilere ait neden bir fotoğraf dahi yok?
7-11000 kişiye yapılan işkencenin 55000 fotoğrafla belgelendiği bildiriliyor. Neden hepsini yayınlamıyorlar?
Ancak aynı masada içmişliğimiz olan Melih bu soruları yanıtlamadığı gibi hiçbir şey söylemeden birkaç saat içinde samimiyetsiz bir şekilde beni Facebookta arkadaşlıktan çıkartıp paylaştığım soruları da sildi. Mantıklı birkaç soruya dahi cevap vermekten aciz, iki lafı bir araya getiremeyen iktidarın servis ettiği belgeleri, bilgileri sorgusuz, sualsiz “copy-paste” ederek haber yapmayı, yazı yazmayı gazetecilik zanneden zavallı bir tek hücreliden ne bekleniyorsa onu yaptı yani Melih Bey. Beni hiç şaşırtmadı. Medya destekli psikoljik savaş harekâtlarında bir piyon olmayı ikbali için hayırlı olarak gören bu “gazeteci müsveddesi” arkadaşa seçtiği yolda iyi yolculuklar diliyorum. Ama unutmasın daha düne kadar Ahmet-Mehmet Altan, Nazlı Ilıcak, Hasan Cemal gibi ağabeyleri, ablaları da arkasını yasladığı o iktidara yaslamışlardı sırtlarını ve hatta Gülen Cemaati ile yedikleri içtikleri ayrı gitmiyordu Tayyip Bey ve şürekâsının. Hepsi ile işleri bittikten sonra “bir mendil gibi fırlatıp attılar” bir gün kendisini de kullanıp kullanıp sokağa atmasınlar. Umarım bir gün Tarlabaşı’nda karton kutuların içinde şarap içen bir homeless olarak görmeyiz kendisini. Zira bir Melih Altınok olmak kolay değil. Kolay yetişmiyor tıpkı “Burhan Altıntop” gibi…
M.Utku Şentürk
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.