Cuma günü saat 14.00’da Van’a vardık. 3 Öğrenci Kolektifleri üyesi iki kadın, bir erkek. Anadolu Konteyner Kenti, havalanının alt tarafına polis lojmanlarının ve araştırma hastanesinin arasında bir yerde kurulmuş. Daha önce 250 ailenin yaşadığı bu konteyner kentte şimdi sadece 50 aile bulunuyor. 2 yıldır bu konteyner kentte kalan aileleri buradan çıkarmaya çalışıyorlar. Elektriklerini dahi kesmişler […]
Cuma günü saat 14.00’da Van’a vardık. 3 Öğrenci Kolektifleri üyesi iki kadın, bir erkek. Anadolu Konteyner Kenti, havalanının alt tarafına polis lojmanlarının ve araştırma hastanesinin arasında bir yerde kurulmuş. Daha önce 250 ailenin yaşadığı bu konteyner kentte şimdi sadece 50 aile bulunuyor. 2 yıldır bu konteyner kentte kalan aileleri buradan çıkarmaya çalışıyorlar. Elektriklerini dahi kesmişler 4 ay boyunca. Onlar da “Yetti artık” diyerek açlık grevine girmişler. Açlık grevi kendilerine elektriklerini geri getirmiş. Ama güvenemiyorlar, tekrar keseceklerini bildiklerini söylüyorlar. Bu yüzden hem konteyner kentin güvenliğini sağlamak, hem de elektriklerinin kesilmesini önlemek için önlem olarak her gece nöbetleşerek devriye atıyorlar. Zaman zaman elektriklerini kesmeye gelenleri, konteyner kentten çıkmalarını istemek için gelen polisleri anlayacakları dille yolluyorlar. Anlayacakları dil derken salt kaba kuvvetten bahsetmiyorum, bahsettiğim şeyin kendisi burada yaşayan çocukların dahi çok politik olması. Çevre ve Şehircilik Bakanı gelsin, bir kadın çıkar konteynerlerin birinden gelir bakanın önüne ve yerle bir eder bakanını da devletini de. O kadar politiktir buranın insanı. Kendilerine bir direniş mekanı oluşturmuşlar ve ısınması için bu mekanın bir de soba kurmuşlar, dışarıda üşüyen soluğu bu sobanın yanında alıyor. Her gün tüm konteyner kent en aşağı 10 defa kullanıyordur burasını. 100 m2 civarındaki bu yer sürekli insanlarla ve çocuklarla doluyor. İlk zamanlar karar almışlar “Çocuklar rahatsız olmasın” diye sigara içmeyi yasaklamışlar duvara astıkları komik bir yasak çıktısıyla. Daha sonra mekanın tartışmalarda, toplantılarda yoğun kullanılması sebebiyle sigara içileceği zaman çocukları dışarı çıkartma kararı almışlar. O kadar değerli ki burada çocuklar, ilkel komünal bir hali varmış gibi herkes herkesin çocuğunu çok içten seviyor ve çocuklar o kadar sosyal ki; içeri girdiğimiz andan itibaren etrafımızı sarıp soru bombardımanına tutuyorlar. Ve çocuklarla konuştukça “Buranın çocukları da bir başka” diyor insan, gerçekten çok başka…
Önceleri 250 kişilik ailenin kaldığı konteyner kent. Deprem zamanı yapılan sosyal tesislerin kaldırılması. Elektrik kesintilerine ve çıkmaları için yapılan baskılara dayanamamışlar. Baskı ve kötü şartlardan yılarak çıkmışlar. Kimisi akrabalarına sığına bilmişse sığınmış, kimisi “Kentin de, devletin de Allah belasını versin” diyerek şehri terk etmiş ve kimisi de depremden sonra çifte katlanan emlak fiyatlarına rağmen 400 liralık kötü evlere kiracı olarak çıkmak zorunda kalmışlar. Geride ise yalnızca 50 ailenin yaşadığı ve onlarca üst üste yığılmış bir hayalet kent görüntülü bu konteyner kent. Kalan ailelerin birbiriyle ilişkileri çok gelişkin, hep büyük şehirde yaşayan insan özlemi vardır ya; eski komşuluk ölmüş diye. Burada birbirlerine çok değer veriyorlar ve enkazlarını, acılarını birlikte sarıyorlar.
Kürdistan toprakları politiktir. Vermiş oldukları özgürlük mücadelesi bu politikliğin temelini oluşturuyor. Yalnız burada oluşan politiklik, ulusal mücadelelerinden kaynaklı devlet baskısına maruz kalmalarının politikliği degil. Doğal afetin, “Doğal olmayan afet”i ötelemeleri ve hakları olanın verilmemesinden oluşan politiklik. Duvarda asılı dövizlerde ve her sohbet edişimizde söyleniyor “Barınma hakkımızı istiyoruz, insanca yaşamak istiyoruz” diye. İşte bu politiklik en temel yaşamsal hakları olandan yoksun olmalarından onu istemelerinden doğuyor.
Konteyner kentin ara sokaklarında bir topun peşinden koşturuyor çok küçük yaştaki çocuklar. Buz tutan yollar, kardan yükseltili ve birleşik Torosları andıran karlı yollar. Konteyner kentte doğan çocuklar. Ve sanki 100 yıllardır bu konteyner kentte yaşıyormuş gibi bir görüntü. İnsan yaşadığı yere alışır ve benzermiş. Onlar tüm içtenlikleri ve sıcaklığıyla Van’ın bütün özelliklerini taşıyorlar fakat yaşadıkları yere alışmamışlar alışmayacaklarını da söylüyorlar. Çünkü sosyal devleti, anayasal haklarını tartışıyorlar. Üzerlerinde oluşan politiklik öyle bir politikliktir ki hak taleplerinden oluşan mücadeleleri ve özgürlük mücadeleleri birbiriyle harmanlanmış ve ortaya isyancı, sürekli patlayan ve durmayan bir volkan çıkmış.
Sıfır gericiliği görünce biz bu konteyner kentte şaşırdık. Laiklik sanki bu konteyner kentten ortaya çıkmış gibiydi. Aleviliğin özü insanlık ilkeleri sanırsın. Kimi çocukların adlarının Alevi ailelerin koyduğu adlardan seçilmiş olması, Alevi deyişi söyleyen Sünni çocuklarıyla bu konteyner kent kardeşleşmenin beşiği sanırsın.
Zaman bazen hızlı bazen hiç geçmek bilmezmiş gibi geçiyor Anadolu Konteyner Kenti’nde ve bizim için de akşam oluyor. Bizi bir evde ağırlıyorlar karnımızı doyurmak için, biz yemeğe giderken onlar da her şeyin merkezi olan mekanlarında çok özel bir toplantı gerçekleştiriyorlar. Demokratik tartışmalarla süren toplantılarından karar çıkıyor: “Ankara’ya yürüyeceğiz” diye. Bir havasını soluyoruz ki Zonguldak madenci yürrüyüşü coşkusunda. Herkes bir taraftan birilerine haber vermeye başlıyorlar ve yürüyüş işini organize etmek için canhıraş çalışıyorlar. Değişik bir sevinç oluşuyor kazanacaklarına olan inançlarıyla birlikte. Derken bu sevinçleri çocuklara da yansıyor. Herkes heyecanlı; heyecan adamdan kadına, kadından çocuğa, çocuktan yaşlıya geçiyor…
Ayrılma zamanı geldiğinde buradaki sıcaklıktan, dostluktan kaynaklı insanın bogazına harbi bir yumruk düğümleniyor. Sanki 100 yıldır birlikte yaşıyormuşuz gibi…
Şimdi siz düşünün Van Anadolu Konteyner Kenti, bu yaşadıklarımız bir “ayakkabı kutusu”na sığar mı?
Ve bir amcanın anlattığı hikaye ile bitireyim. Eskiden terörist sözcüğü yaygınlaşırken yaşanan bir olay: “Üniversiteye gidiyorsun, hakkına sahip çıktığın için terörist diyorlar. İş yerinde içerde kalan parayı, hakkın olan parayı istediğin için terörist diyorlar. Kendi kültüründe yaşamak istediğin için terörist diyorlar. Burada babalarımız teröristi turist zannederlerdi, bize oğlum niye turist oluyorsunuz diye çok kızarlardı.”
*Cihan Gürgöze – İzmir Öğrenci Kolektifi üyesi
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.