Bu yıkıcının adı Adnan Keçeci. Türkiye’nin eski Halep Konsolosu. 2012-2013 yıllarında Halep halkı üzerine cehennem kapılarını açan, Haleplilerin fabrikalarını çalan, binlerce terörist alımı için tüm koşulları yaratan…
Bu yıkıcının adı Adnan Keçeci. Türkiye’nin eski Halep Konsolosu. 2012-2013 yıllarında Halep halkı üzerine cehennem kapılarını açan, Haleplilerin fabrikalarını çalan, binlerce terörist alımı için tüm koşulları yaratan…
Kimi Suudi prensleri ve Yeni Osmanlıcılığın başı Erdoğan, uğradıkları hezimetten sonra, Şam Kalesi’ni fethetme ısrarlarına artık devam edemiyorlar. Suudi-Katar liderliği ve finansmanıyla yarattıkları tekfirci Vahabi liderliğe güvenerek, “Aralık’ta Şam’dayız” gibi, rekor bir süre için Şam Kalesi üzerine bahisler oynadılar. Bu planları doğrultusunda İstanbul’da komplo hücrelerini kurdular. Türkiye, Lübnan ve Ürdün’de kamplar oluşturdular. Herhangi bir aksiliği hesaba katmıyorlardı… Sonunda Doğu Guta’yı işgal etme planı doğrultusunda başlattıkları büyük saldırıda Suriye Ordusu’nun büyük bir zafer elde etmesi ve paralı teröristlerin yüzlercesinin etkisiz hale gelmesi, “büyük planda büyük alt-üst oluş” meydana getirdi. Şimdi başlarına gelen utanç verici sonuçları silmek için uğraşıyorlar ve hala da bundan kurtulamadılar.
Suudiler ve Yeni Osmanlıcıların uyanamadıkları rüya
Benim dikkatimi çeken Suriye üzerinden savaşı yöneten Amerika ve onun batılı müttefikleri olan küresel güçlerin Suriye devletini düşürme umudunun kalmadığını anlamalarıdır. Daha da ilginç olanı; bu küresel güçler, sanki bozgunu, boğazlarına kadar Suriye bataklığına batmaktan kurtulmanın bir fırsatı gibi gördüler ve süreci, özellikle Suudi Prenslerine güvenerek giriştikleri bu macera sonucu ellerinde kalan bu yüz kızartıcı durumdan bir çıkış yolu arayışına dönüştürdüler.
Ama Suudi prensleri ve Yeni Osmanlıcıların hala Suriye üzerinden zafer elde etme rüyasına devam ettiklerini görüyoruz. Sanki onlar Amerika ve NATO’dan daha güçlü ve daha zekiymiş gibi… Zira Suudi Prensleri şu anda aptallıkta yüksek başarı elde etmeye hala devam ediyorlar.
Ben onların tek başlarına Şam’ın kale duvarlarında intihar edeceklerini sanmıyorum. Çünkü yanlarında Katar Aşiret Devletinin liderleri vardı ama, Suriye’deki terörist gruplara desteklerini devam ettirmelerine rağmen, taktiksel olarak arenadan çekildiklerini ilan ettiler.
Keza Erdoğan ve Yeni Osmanlıcı cephe, Türkiye’yi sürükledikleri bu bataklıktan çıkarmak için aceleyle Irak ve İran’a yönelerek, tavırlarındaki değişikliği gösterdiler. Hatta Çin, Rusya ve Şangay Beşlisi’ne yönelme telaşına bile girdiler. Erdoğan hükümeti, Arap Baharı enstrümanına dahil iken son zamanlarda Suriye ve Mısır’a ettiklerinden sonra, birden bire Cenevre-2 toplantısından önce Suriye’deki katliamı durdurma çağrıları yapma yarışına girdi. Bu tavır değişikliği, Osmanlıcılığın Şam duvarlarına başını vurduğunun bir göstergesidir. Çünkü Şam Kalesi’nin aslanların koruması altında olduğu, değil ziyaret etmek, izinsiz kale duvarlarının önüne dahi varamayacağının kesinlik kazandığı gerçeğine uyandı.
Fethi imkansız Şam Kalesi
Şam Kalesi’ni fethetmenin imkansız olduğunu söylüyorum. Çünkü tarih bize her zaman öğretti ki, Şam’ı her kim işgal etme girişiminde bulunduysa, ya tabutla geri döndü, ya onu Şam’ın toprağı yedi ya da bir dizi yenilgiyle geri çekildi… Şam bugün de bir şampiyonluğa sahne oluyor. Ve önderliği, Suudi ve Yeni Osmanlıcılığın cehaletinde olsaydı belki ama, Şam kalesi ele geçirilemez. Çünkü bu toprakların önderliği yıllar öncesinden uyarılmış durumdadır ve Körfez Araplarıyla kurdukları ilişki farklıdır. İran İslam Devrimi sırasında Arapların öfkesini üzerlerine çekecek kadar İranlılara arka çıktılar ve her türlü desteği sağladılar.
Öte yandan özellikle Suudi Araplar, tersine Lübnan direnişi üzerine de ihanet bahisleri oynadılar. Ama buna rağmen Siyonizm en büyük yenilgisini aldı. Özellikle tüm dengeleri değiştiren 2006 Temmuz savaşındaki yenilgi Arap ülkelerine ve tüm dünyaya şunu gösterdi: Siyonist odak örümcek ağından daha zayıfmış ve asla yenilmez değilmiş. İşte bugün Suriye, geçmişinde kazandığı bahislerin meyvelerini topluyor. Ve İran da en büyük destekçi tarafı temsil ediyor. Bu destek, çok sayıda genç ve yetenekli direnişçiyi Siyonistlerin üzerine gönderen Hizbullah’ın Siyonizm karşısındaki zaferi sayesindedir.
Suudi ihaneti
Şimdi İran’ın Suriye halkını nasıl desteklediğini gördük. Bunun yanı sıra asla görmezden gelemeyeceğimiz diğer gerçek de, Suudilerin Suriye halkını öldürtmek için teröristleri nasıl destekledikleri, terörist kafileler toplayıp azmettirdikleri gerçeği. Keza Siyonistlerin sınırlarını açarak, yaralı teröristleri işgal altındaki Filistin topraklarında nasıl tedavi ettiklerini de gördük. Böylece yıllar sonra Suudilerin Arap ve Müslümanlara karşı ihaneti bir kez daha deşifre oldu. Suriye’ye karşı oluşturdukları ittifak, ihraç ettikleri lanet ve İran’a karşı düşmanlık konusunda Siyonistlerle aldıkları ortak pozisyon, gizlilikten açığa çıkmış oldu. Nükleer programa ilişkin ABD ve Batı’nın çözüm önerisini dahi reddetti…
Ve biz bütün bu şok edici gerçeklere rağmen Siyonist-Suudi ittifakına delil bulmakta mı zorlanacağız? Kanımca Suudi Arabistan, bu süreçte “kendi aslına ve kendi rengine döndü” biçiminde tarif edilemez. Çünkü dönmediler, zaten renk ve tonları aynı Siyonizm’dir; Filistin’i gasp edip halkının kanını akıtan tonlar… Çünkü Suudiler ve Siyonistler, her ikisi de Ana-Britanya’nın icadı olup, aynı anadan doğma iki farklı kardeştir. Aralarındaki kan bağına, annelerini tatmin edecek hormon enjekte edilmiş gibi.
Suudiler ile Siyonistler arasındaki kan bağına dönük söylenecek çok söz var. Ama bizi düşündüren şey, onlarla Yeni Osmanlıcılık arasındaki bağın sırrı nedir? “Arap Baharı”nda birlikte koro halinde şarkıyı en güçlü söyleyenlerdi. Ve Libya’nın imhasına katkı sunan da en etkili gücü oluşturdular. Ve Cezayir de dahil olmak üzere, komşu ülkelere terör ve silah ihraç eden, uçak savar füzeleri de dahil büyük miktarlarda teröre silah ayıran en tehlikeli odak haline gelenlerdir.
Uzaktan kumandalı Mursi’ye ağlayan Erdoğan
Ve şimdiki Erdoğan Türkiye’si (bunu derken asla Türkiye halkını kastetmiyoruz), “uzaktan kumanda”yla yönettiği Mısır’ın Devrik Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’ye ağlayan Erdoğan!.. Bu Erdoğan ki, 30 milyondan fazla Mısırlının içinde yer aldığı devrimi değiştirip dönüştürmek için ciddi girişimde bulunup, Siyonistlerle müttefik olan Müslüman Kardeşlerin egemenliğine sarılan… Esas olan şu ki, Erdoğangilleri ne desteklediği Mısır İhvan’ı ne Filistin’in özgürleştirilmesi ne de Mısır’ın istikrara kavuşturulması zerrece ilgilendiriyor. Arap dünyasının liderleri de dahil hepsinin tek önemsediği, Suriye’den başlayan ve Arap dünyasının diğer ucuna kadar uzanan bölgenin liderliğidir. Bu yüzden biz onların nasıl olduklarını, özellikle Libya’nın yıkılmasından ve Tunus’ta Nahda’yı ve kendi müteahhitleri Gannuşi’yi taşımalarından sonra gördük.
Bu yıkıcının adı Adnan Keçeci
Ve sonra Cezayir. Cezayir üzerinde de nüfuzlarını planladılar ve Cezayir’e Büyükelçi sıfatıyla en büyük yıkıcılarını gönderdiler. Bu yıkıcının adı Adnan Keçeci. Türkiye’nin eski Halep Konsolosu. 2012-2013 yıllarında Halep halkı üzerine cehennem kapılarını açan, Haleplilerin fabrikalarını çalan, binlerce terörist alımı için tüm koşulları yaratan. İşkence, katliam, boğaz kesme, insanların ciğerlerini sökme, yüreklerini yeme “demokrasisini” yayan teröristleriyle “böyle bir demokrasiyi” Suriyelilere müjdelemişti. Ve vaatlerine ahdi vefa gösterdi; özgür topraklar, şehitlerin ülkesine döndü. Bütün bunların sağlanmasında O’nun uğursuz dönemi rol oynadı. İstanbul’da toplantılar organize ederek sözde Cezayirli muhaliflerin temsilcileri olduklarını iddia ettiği genleri bozuk insanları buluşturdu.
Cezayir yerel medya kaynakları, bu kötülük elçisinin Cezayir’e ilk atandığında Cezayir’deki yeni kirli misyonunu ortaya çıkardı. Çeşitli sivil toplum örgütleriyle yoğun ilişkiye girdiği, Müslüman Kardeşler örgütüne bağlı öğrenci birlikleri ile yeni bağlantılar kurduğu vs. hepsi deşifre oldu. Bunları İstanbul’da düzenlenen toplantıda komutanları Erdoğangiller ve yeni Osmanlıcılar ile kucaklaştırdı. Sözde bunların Cezayir muhalefetinin yurtdışındaki “Raşşad” Hareketinin[1] temsilcileri olduklarını iddia etti. Erdoğan’ın Türkiye’si ve Zeytut değil oysa ki… – “Muhammed Al Arabi Zaytut”a gönderme yapıyor ama Zeytut, ne Arap ne de Cezayirlidir. O ayrı bir şey.[2]
Erdoğangillerden komplosu
Araplar ve Müslümanlar üzerine bir dizi aşağılık komplonun ucuz araçlarını oluşturdular. Sünni olsun, Şii olsun, tüm Müslümanlara bu komployu kurdular. Çünkü Erdoğangiller ve Suudilerin hedefi, Amerikan ve Siyonist patronlarını memnun etmektir. Bu da milyonlarca Müslüman’ın kesilmesi ve katledilmesini gerektiriyor. Cezayir’in durumuna gelince, iddiam şudur ki, en başından siyasi komplonun tarafları arasında gizli anlaşma olmasaydı, Erdoğan Türkiye’sinin Siyonizm’in paralı askeri konumundaki bir elçiyi “devrimin” -şehitlerin- ülkesine sızdırma imkanı olamazdı. Fakat bu Türk Sefirin binlerce Suriyeliyi katleden terörist Siyonizm’in paralı askeri olduğunu Cezayirliler biliyor (başkaları bilmiyordu belki) ve bu yüzden bunu Cezayir’e hiçbir şekilde yapamazdı. Cezayirli çocukların O’nu geri dönmemek üzere kovmayacağından emin olamadı. Zira Cezayir erkekleri bir hareketlilik içindedir ve böyle bir hamle O’nun ve tüm bahisçilerin sınır dışı edilmesiyle sınırlı kalmazdı; Cezayir halkının en son Cezayir Milli Takımı ile Brezilya Dünya Kupası karşılaşmalarında, kovdukları “baba”nın afişini nasıl bir duyguyla makaraya sarıp salladılarsa, Cezayir’in bu son fotoğrafını bu kez O’na hediye ederlerdi. Cezayir halkının egemenliğine ve saygınlığına zarar verecek birine neler yapacağını ve Emir Abdulkadir’in[3] oğulları ve torunlarının O’na neler sunacağını hayal etmek bile zor. Cezayir’i özgürleştiren ve “Arap Bahar”ı komplosu mühendisliğinden önce Cezayir’e karşı en tehlikeli konumlanışı dağıtmayı başaran Halk Ordusunun da ne yapacağını tahmin etmek kolay değil. Halkıyla, ordusuyla Cezayir, on yılların kızıl çizgisinin arkasında, terörizmin kara çizgisinin karşısında tek vücuttu ve kazandı. Şimdi niye kazanmasın; Suriye ve Mısır halkları aynı düşmana karşı her zamankinden daha fazla zafer kazanıyorken? Ve ben kendime şu konuda emin olma hakkı tanıyorum: Bizim Arap halkları hiçbir komplo projesine ve uzantılarına yer bırakmayacaktır; hatta bu projelerin arkasında Krallar, Emirler ve Yeni Osmanlıcılar olsa bile!…
Kasım 2013
*Zekeriya Habiba
Cezayirli gazeteci yazar
[Mepanorama’daki Arapça orijinalinden Hamide Yiğit tarafından 5deniz.net (Sendika.Org) için çevrilmiştir]
[1] Raşşad Hareketi, Bağımsızlık savaşından bu yana Cezayir’de köklü bir değişimi hedefleyen, bu doğrultuda Cezayir halkına politik bilinç ve umut vermek amacıyla kurulan ve barışçıl mücadeleyi esas alan bir oluşumdur. Merkezi yurtdışındadır. (ÇN)
[2] Muhammed Alarabi Zeytut: Cezayir’deki rejime karşı başlayan isyana destek amacıyla Trablus Cezayir Büyükelçiliği görevinden ayrılır ve yurtdışında rejimi muhalifleri arasında yer alır. “Arap Baharı” ve bölgeye etkisini tartışmak için düzenlenen çeşitli seminer ve konferanslara katılır. Libya’da Libya Geçiş Konseyi’ni, Suriye’de de Suriye Ulusal Konseyi’ni destekler ve Cezayir muhalefetinden bu konseylerin tanınmasını talep eder. (ÇN)
[3] Abdülkadir Cezayiri: (Tam adı Abdülkadir İbn Muhyiddin İbn Mustafa El Hasani El Cezayiri). 19. yüzyılda Cezayir halkının Fransız boyundurluğuna karşı mücadelesine (1840-1846) önderlik eden ve Cezayir Devleti’nin temelini atan Din adamı ve asker. (ÇN)
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.