Aleviler, görselliğin etki alanını bir miting alanı gibi kendilerini anlatma platformu olarak görmezlerse gerçeklikler de değiştirilmeye başlanacak Eşit yurttaşlık talebiyle geçtiğimiz haftalarda meydanlara çıkan Aleviler, bu büyük mitingle seslerini duyurmaya çalışmışlardı. Birkaç yıldır aynı taleplerle Alevilerin meydanlara çıktıklarını görüyoruz. Toplumsal taleplerini toplumsal bir hareketlilikle duyurmaya çalışıyorlar. Alevilerin kendilerine uygulanan toplumsal eşitliksizliği aşmak için farklı yöntemler […]
Aleviler, görselliğin etki alanını bir miting alanı gibi kendilerini anlatma platformu olarak görmezlerse gerçeklikler de değiştirilmeye başlanacak
Eşit yurttaşlık talebiyle geçtiğimiz haftalarda meydanlara çıkan Aleviler, bu büyük mitingle seslerini duyurmaya çalışmışlardı. Birkaç yıldır aynı taleplerle Alevilerin meydanlara çıktıklarını görüyoruz. Toplumsal taleplerini toplumsal bir hareketlilikle duyurmaya çalışıyorlar. Alevilerin kendilerine uygulanan toplumsal eşitliksizliği aşmak için farklı yöntemler de kullanmaları gerekiyor. Söz gelimi görsel bir hafıza oluşturabilirler.
Şehir hayatının kendi dinamikleri içinde kapalı bir toplumsal hayatın ürünü olan bu kültür, giderek etki alanını yitirerek ya hâkim inanç gruplarına benziyor ya da dönüşerek farklı bir yapıya bürünüyor. Aleviliğin ne olduğu, Alevilerin ne istedikleri, Aleviliğin tarihsel gelişimi, Alevi önderler, Alevilerin yaşadıkları kıyımlar… Bu zengin ve acı dolu tarihin sinema sanatının görsel kültürüyle buluşması artık elzemdir. Bu kitlenin taleplerini dile getiren derneklerin, federasyonların, vakıfların yeni bir perspektifle hareket etmeye başlamasının vaktidir. Artık bağlama kursu vermek, semah ekibi kurmanın ötesine geçilmeli. Bu kültürün görsel hafızasının oluşturulması için belgesel ekiplerinin kurulması daha öncelikli hale gelmeli. Aleviler, görselliğin etki alanını bir miting alanı gibi kendilerini anlatma platformu olarak görmezlerse gerçeklikler de değiştirilmeye başlanacak. İnternet ortamının yalan yanlış bilgileri, devlet kanalının güdümlü muharrem programları, tv dizileri, İran’dan ithal edilen Hz. Ali filmleri ve popüler romancıların vicdansız figürleri etki alanlarını her geçen gün biraz daha genişleterek Alevilerin tarihsel geçmişi ve yaşadıkları artık yeni oluşturulan bu ürünlerle tayin edilecek.
Türk sinemasında Aleviliğin son yıllarda daha fazla karşımıza çıktığını söyleyebiliriz. Kişisel çabalarla bu yükün altına girenler var. Lakin bu yük kişisel çabayla kaldırılacak gibi değil. 2001 yapımı Barış Pirhasan’ın O da Beni Seviyor, Aydın Bulut’un 2008 yapımı İstanbul’da bir Alevi mahallesine odaklandığı Başka Semtin Çocukları, A. Haluk Ünal 1980’de Çorum Katliamı’ndan sağ kalıp İstanbul’a göç eden bir Alevi ailenin hikâyesini anlattığı 2011 yapımı Saklı Hayatlar ve Ahmet Ümit’in romanından uyarlanan Bir Ses Böler Geceyi filmleri son dönemde odağına Alevileri alan filmlerden. Bir Ses Böler Geceyi’nin yönetmeni Ersan Arsever “Bir Ses Böler Geceyi filmini çekmek için maddi olarak zorlandık. Eldeki maddi olanaklar da yetmeyince evimi satıp filme yatırdım” diyerek bireysel çabalarla sinema yapmanın bedelini dile getirmiş.
Sivas’ta yok edilen ailelerden birinin yaşamı üzerinden o dönemi anlatan Soner Yalçın’ın Menekşe’den Önce belgeselinin de yakın zamanda gösterimi yapıldı. Derli toplu, nitelikli bir çalışma olan bu belgeseli izleyince sormak gerekmiyor mu; bu kıyımın üstünden 20 yıl geçmesine rağmen Alevi yapıları neden böyle bir belgesel projesi içinde yer almadılar? Neden hapisten yeni çıkan ve uğraşması gereken bir sürü işi olan bir gazetecinin kendi imkânlarıyla böylesi bir katliamı anlatmasını beklediler?
Dersim’de yaşananlar üstüne birçok belgesel projesi yapıldı. Bu hadisenin ülke gündemine oturması vesile olmuştu buna. Çayan Demirel’in Dersim 38 (2006), Nezahat Gündoğan’ın Dersim’in Kayıp Kızları (2010) ve Özgür Fındık’ın Kara Vagon (2011) çalışmaları takdir toplayan yapımlar oldular. Bu belgesel yapımlarıyla Dersim Katliamı’nda bilinmeyen ayrıntılar gün yüzüne çıkarıldı. Özgür Fındık’ın 2013 yapımı Olağan Haller belgeselinde de hiç bilinmeyen bir faşizm örneği gün yüzüne çıkmıştı. 12 Eylül’de 5 bin çocuğun zorla imam hatip liselerine gönderilmesini ve şehre yapılan 82 caminin hikâyesi anlatılmıştı. Aleviler uğradıkları kıyımların hepsinin sırasıyla ülke gündeminde yer işgal edeceklerini beklerlerse beyhude bir bekleyişin peşinde sürüklenecekler.
1973 yapımı Pir Sultan filmini çölde vaha bulmuşçasına bıkmadan usanmadan yıllarca izleyen Aleviler, özveriyle yapılmış birkaç çalışmanın dışında bu kültürün görsel hazinesinden yoksunlar. Anlıyoruz ki Anadolu kamerayla buluşacak hikâyelerle dolu. Alevi dernekleri sistemli bir proje içinde yer alarak Aleviliğin görsel arşivini hazırlamayı da kendilerine iş edinmeliler. Söz gelimi, Alevi köylerine caminin tarihiyle başlayabilir, büyük şehirlerde sıkışan Alevi semtlerindeki sosyal yaşamla devam edebilirler. Uğradıkları katliamları da, toplumsal problemlerini de kamera mercekleriyle buluşturmanın yollarını bulmalılar. Görünür olmayı, farkındalık yaratmanın alternatiflerini düşünmeliler.
*Rıza Oylum
Sinema Yazarı
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.