Günün erken saatlerinde başlamıştı hummalı çalışma. Teknik ekip prova alıp duruyordu, bir tarafta Duygu hazırladığı metni kontrol ediyor, diğer tarafta Sıla büyüleyici sesiyle okuyacağı “Akın var güneşe akın! Güneşi zapt edeceğiz, güneşin zaptı yakın” şiirine hazırlanıyordu. Gecede “Direnen Sevgi” belgeseli ilk defa gösterime girecekti. Belgeselin yönetmeni Berkan teknik ekipte yer alan Orhan ile Aykut’a direktifler […]
Günün erken saatlerinde başlamıştı hummalı çalışma.
Teknik ekip prova alıp duruyordu, bir tarafta Duygu hazırladığı metni kontrol ediyor, diğer tarafta Sıla büyüleyici sesiyle okuyacağı “Akın var güneşe akın! Güneşi zapt edeceğiz, güneşin zaptı yakın” şiirine hazırlanıyordu.
Gecede “Direnen Sevgi” belgeseli ilk defa gösterime girecekti. Belgeselin yönetmeni Berkan teknik ekipte yer alan Orhan ile Aykut’a direktifler verip duruyordu. Sahne sahne ilerleyip, sesi ve görüntüyü ona göre ayarlıyordu.
Saatler ilerledikçe heyecan da artmıştı. “Kapılar son ana kadar açılmayacak” görevini üstlenen Caner gösterime gelen misafirleri ikna etmeye çalışıyordu. Kulise girmek isteyen Barış Atay bile üstlendiği göreve konsantre olan Caner’i ikna etmekte güçlük çekmişti.
Direnişin çapulcusu Özge, Çapul TV’den canlı yayın yapmak için salonda en uygun yeri seçiyordu. Barış Atay geceye Armutlu sokaklarında direnen ailesi, arkadaşları ve komşuları ile gelmişti, Ceren Moray ise İstanbul’dan annesini alıp gelmişti. Fuayede Barış Atay, Ceren Moray, Rıza Sönmez ve Mustafa Alabora direnişi direnişin öznelerinden dinliyordu.
Saatler 19’u gösterdiğinde misafirlerin ısrarına dayanamayan Caner, kapıyı açar ve salon hınca hınç dolar. Salona sığmayan izleyicilerin şanslı olanları merdiven basamaklarında kendilerine yer bulurken çoğu izleyici ise geceyi ayakta geçirmek zorunda kaldı.
Sahnenin önü tarihin yiğit evlatlarına bırakılmıştı. Direnen Ahmet’in, Ali İsmail’in, Abdullah’ın fotoğrafları, çamaşır makineleriyle süslenen barikatların, havai fişeklerle aydınlanan gecelerin fotoğrafları tarihe not düşmüştü.
En zor konuşma ilk konuşmadır derler. Festival komitesi adına ilk sözü Ali Doran almıştı. Yoğun ve yorucu bir çabanın sonunda sahne almıştı festival. Hüzünlü, umutlu ve gururlu bir konuşmaydı. Hüzünlüydü çünkü fidanlarımız yoktu aramızda. Umutluydu çünkü zorbalığa direnenlerin mücadeleleri yansıyordu geceye. Gururluydu çünkü festivale kendi belgesellerini yetiştirmiş ve böylelikle festivalde kendi belgesellerini gösterime sunmuşlardı. Ali abimizin konuşurken en çok zorlandığı an ise Ali’yi, Ahmet’i, Abdullah’ı, Ethem’i, Mehmet’i, Medeni’yi ve Hasan Ferit’i andığı andı. Onurun ve umudun isimleri söylenirken bütün salon ayaklanmış, alkış seli oluşmuştu.
Sahnede zor anlar ailelerin konuşmasıyla devam etti. Ahmet’imizin babası Ali Amca aldı ilk sözü: “80’li, 90’lı kuşak nasıl Mahirleri, Denizleri, İboları mücadelelerinde yaşattıysa, bugünün kuşağı da çocuklarımızı mücadelelerinde yaşatacaklar. Çocuklarımızın isimleri tarihe altın harflerle yazılmıştır. Bazıları ölür mezara gömülür, bazıları ise öldükten sonra halkın gönlünde yer bulur. İşte bizim gençlerimiz halkımızın yüreğinde yaşıyor.” İzleyiciler Ali Amcamızı ayakta karşılamıştı. Bu onuru yaşayan ve yaşatan Atakan ailesi dakikalarca alkış almıştı.
Gürkan Korkmaz, kardeşi Ali İsmail’i anlatırken sahnede alnı ak ve başı dikti. Ali’yi anlattı uzun uzun. Ali’nin bizlere bıraktığı son mektubu paylaştı. Ve “Birlik olacağız ve faşizmi birlikte yeneceğiz” diyerek sonlandırmıştı konuşmasını. Salonda bulunan herkes tek bir ağızdan söz vermişti: “Sözümüz sözdür, kazanana kadar mücadele etmek boynumuzun borcudur.”
Ailelerin konuşmalarının ardından söz sırası AKP’nin karanlığına ürettikleri sanatla ve meydanlarda yürüttükleri direnişle cevap veren sanatçı dostlarımıza bırakılmıştı.
İlk söz Armutlu’nun sokaklarında büyüyen Barış Atay’ındı. İstanbul’da Armutlu’nun ismini nasıl gururla ve onurla taşıdığını aktarmıştı. Barış’ın ardından sahne Ceren’in oldu. Dışarıdan duyumsananla bir anneye sarıldıktan sonra duyumsananın farkına vurgu yaparak, direnen insanlarla yan yana olmanın gururundan bahsetti. Ceren sahneyi Rıza Sönmez’e bırakırken insanlarda gözyaşı ve umut vardı.
Rıza Sönmez “onlar vermeyecekler özgürlüğümüzü ama biz alacağız. Onlar gene vermeyecekler özgürlüğümüzü ama biz gene alacağız” diyerek yitirdiğimiz güzel insanların mücadelelerine övgülerde bulunmuştu.
Usta oyuncu Alabora sahnede Nazım olmuştu. Adeta okuduğu şiirle bütünleşerek gecenin akışına bırakmıştı kendisini.
Sahnede Nazım’ın şiiri yankılanırken yanı başına Şükrü Erbaş yanaştı. O da şiir oldu aktı geceye.
Turuncu bir sel olup karanlığa karşı yürüyenlerin örgütü Halkevleri’nin genel başkanı Oya Ersoy aldı son sözü. “AKP’nin 11 yıllık hegemonyası Armutlu sokaklarında, Taksim’de, direnen işçilerin sıkılı yumruğunda, TOMA’ya atılan su deposunda, kadınların isyanında kırılmıştır. Görevimiz AKP’yi geldiği karanlığa geri göndermektir ” diyen Ersoy güneyin üç fidanını mücadelelerinde yaşatma sözü verdi.
Belgesel gösterime girmeden önce söz alan yönetmen Berkan Aktepe ise “Belgesel hayallerini satmayanların belgeselidir. Güneyin üç fidanına armağan olsun” diyerek selamladı halkı.
İlerleyen saatlerde sahne; direnenlerin öyküsüne bırakır kendini. Sevgi Direniş Parkı’nı inşa edenlerin öyküsü taşınmıştı ekrana, Reyhanlı’da katledilen insanlarımızın anılarını yaşatmak için dikilen çınarlar, Armutlu’da kurulan barikatlar, isyancıların yaratıcılığı ve mizahı, su depoları, çamaşır makineleri, Abdullah’ın, Ali İsmail’in, Ahmet’in ardından ailelerin yaptığı konuşmalar, Ahmet’in Ali İsmail ve Abdullah için Sevgi Direniş Parkında yaptığı konuşma ki bu konuşma salonun -tabiri caizse- yıkılmasına neden olmuştu… Sahneye “Direnen Sevgi” belgeseli yansırken, salona alkışlar, gözyaşları ve sloganlar yansımıştı. Belgesel gösterimi sona erdiğinde salonda herkes Abdullah, Ali ve Ahmet olmuş ailelerle kucaklaşma çabasına girmişti.
Belgesel gösterim yeri Antakya’nın merkezi olunca, güvenlik güçlerinde telaş da büyük olmuştu. Gösterim yerinin etrafını TOMA’larla, zırhlı araçlar ve çevik kuvvet ekipleriyle dolduranların gözlerinde beliren korku görülmeye değerdi.
Festival belde belde gezdi bir hafta boyunca. En görkemli belde gösterimi ise Çekmece’de gerçekleşti.
Ahmet’in mahallesiydi Çekmece. Geceye Ahmet’in ailesi, birlikte top oynadığı arkadaşları, komşuları, yoldaşları, yürüdüğü sokaklar, parklarda açan çiçekler, sevdalıları herkes gelmişti. Hava sıcaklığı eksi 4’ü gösteriyordu ve salonda ısınabilecek ne bir soba ne de klima vardı. İnsanlar birbirini umuduyla ısıtıyordu. Bandista gelmişti Ahmet için. “Ahmet kalkıyor, hesap soruyor. Güneş güneş yine doğuyor” marşını yürekten haykırmışlardı. Evet Ahmet, Abdullah, Ali İsmail hesap soruyor ve her geçen gün güneş daha güzel doğuyor ülkemizin üstüne.
Festival güneyin üç fidanı için düzenlenmişti bu sene. Filmler sınırda yaşayanların öykülerini taşımıştı beyaz perdeye. Umut vardı bu sene, isyan vardı, öfke vardı, direniş vardı. Ve en önemlisi festival kendi hikayesini kendisi beyaz ekrana taşımıştı.
Yazının sonunu Antakya’da Ahmet’le cisimleşen slogan getirsin:
Onlar çapulcu diyor/Biz İsyan
Onlar marjinal diyor/Biz İsyan
Onar ölüm diyor/Biz İsyan
İsyan! Devrim! Özgürlük!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.