Mandela’nın asılması için üniversite kampüslerinde kampanya düzenleyenler nasıl oldu da “Mandela sevici”, “Mandela’dan feyz alıcı” konumuna geldiler
Mandela’yı terörist ilan eden, asılması için üniversite kampüslerinde kampanya düzenleyenler nasıl oldu da “Mandela sevici”, “Mandela’dan feyz alıcı” konumuna geldiler
Varlığın en şaşmaz yasası hükmünü yürüttü ve Mandela en uzun yolculuğuna çıktı. İnternette erişilebilen neredeyse tüm haber sitesi ve gazetelere farklı fotoğrafları ile konuk olmuş durumda.
Yüreği ezilen ve sömürülenlerden yana atan herkes hüzünlü…
Dünyanın çok farklı parçalarında özgürlük, demokrasi, eşitlik ve sosyal haklar mücadelesi veren pek çok örgüt, oluşum Mandela’ya veda mesajları gönderiyor.
Bunların hepsi doğal, olağan…
Ama bazı tuhaf şeyler de oluyor…
ABD Başkanı Obama, Nelson Mandela gibi birisini muhtemelen bir daha göremeyeceğimizi, ondan çok şey öğrendiğini, yaşamı boyunca ondan öğrendiklerini yaşama geçireceğini ve karar alırken onun kılavuzluğunda nefretle değil sevgiyle hareket edeceğini söylüyor.
İngiliz başbakan David Cameron, “Dünyada büyük bir ışık söndü. Zamanımızın yüce bir figürü, bir efsane yaşam, gerçek bir global kahraman öldü. Hayatımda en fazla onurlandığım anlardan birisi onunla buluşmam olmuştu” diyor.
Gerçekten tuhaf şeyler oluyor, çünkü Cameron 2009 yılında Muhafazakar Parti’de siyasi kariyerini ilerletirken, İngiliz kamuoyunda geçmişi ile ilgili tartışmalar açılmıştı. Bu tartışmalarda, 1989 yılında, Mandela henüz hapishanede yatarken, o dönemde iktidarda olan Irkçı Güney Afrika rejimine karşı uygulanan yaptırımlara karşı faaliyet yürüten bir şirketin sağladığı fonlarla “muhafazakar araştırma departmanının parlayan yıldızı” olarak bir Güney Afrika yolculuğu yaptığı ortaya çıkmıştı.
Utanç verici ikiyüzlülük
Cameron’ın bu seyahati aslında onun kariyeri açısından hiç de yadırgatıcı değildi; partisinin o dönemki lideri Margaret Thatcher, Mandela’yı terörist ilan etmiş, partinin gençlik grubu kampüslerde “Mandela’yı as!” yazılı tişörtler giyerek Güney Afrika’daki ırkçı rejimi savunan, ANC’yi ve önderi Mandela’yı mahkum eden etkinlikler düzenlemişti. Bazı haber siteleri, bu haberlere ilişkin fotoğrafları, Cameron’un Mandela hakkındaki sözleri üzerine bugün tekrar yayınladılar.
Felicity Arbuthnot, emperyalist-kapitalist dünya efendileri Obama, Cameron, Clinton ve Blair’in Mandela’nın ölümünün ardından sergiledikleri “utanç verici ikiyüzlülük”ü Global Research’te detaylarıyla ortaya koydu. Aynı sitede Brian Becker, ABD, İngiltere ve CIA’nin Afrika Özgürlük Mücadelesi karşısındaki tutumu ve Mandela’nın yakalanıp hapishaneye atılması sürecinde CIA’nin rolü hakkında “Timsah gözyaşları: CIA Mandela’nın yakalanmasına yardım etti” başlıklı yazıyı yazdı.
Mandela’yı terörist ilan eden, asılması için üniversite kampüslerinde kampanya düzenleyenler nasıl oldu da “Mandela sevici”, “Mandela’dan feyz alıcı” konumuna geldiler. Kuşku yok ki, ikiyüzlülükte ve riyakarlıkta hiç kimse burjuvazinin siyasi uşaklarının eline su dökemez. Ancak mevcut durumu sadece bununla açıklamak ta gerçekliğin sadece bir kısmına takılıp kalmak olacaktır.
Gerçekliğin bir de diğer kısmı var, burada 2012 Ağustos’unda Güney Afrika’da grevdeki platin madencisi işçilere dönük katliamla gözler önüne serilen derin eşitsizlikler ve bunun sınıfsal arka planı var. Irkçı rejimin destansı bir mücadele ile yıkılmasından sonra kurumsallaştırılan neoliberal uygulamalar sonucu, Güney Afrika’nın ülkeler arası eşitsizlik sıralamasında en tepede yer alması olgusu vardır.
Durban şehrinde deniz kenarındaki lüks oteller, seçkin restoranlar, pahalı mağazalar ve bunların biraz ötesinde, gözlerden saklanmaya, konuklara gösterilmemeye çalışılan teneke evlerden oluşmuş koca mahalleler ve yeni yoksul “kriminal” gençlik kuşağı arasındaki çarpıcı karşıtlık vardır.
Irkçılık yıkıldı, yoksulluk baki
Zizek, Mandela’nın ardından, New York Times’ta yayımlanan yazısında, Güney Afrika’da sefalet içinde yaşayan fakir büyük çoğunluğun yaşam koşullarının Irkçı rejimin yıkılmasının ardından değişmeden kaldığını; kazanılan politik ve sivil hakların yükselen sosyal eşitsizlik, şiddet ve suçla dengelendiğini, temel değişikliğin ise, eski beyaz egemen sınıfla bütünleşen yeni bir siyah elit olduğunu ifade ediyor.
Zizek, Irkçı rejimin sona ermesinin ardından Mandela’nın sosyalist perspektifte ısrar etme şansı var mıydı, sorusunu soruyor. Zizek’in verdiği bilgiler, aslında, sorduğu sorunun yanıtını da içinde taşıyor. Görkemli bir toplumsal, siyasal mücadelenin sonunda, dünyanın en geniş sempati ve dayanışma ilişkileri ağına sahip bir hareket, kendi ülkesinde en acımasız ve vahşi neoliberal uygulamaların icracısı bir siyasi aygıta dönüştü.
İsviçreli demokrat aydın Jean Ziegler, Mandela’nın ölümünün ardından verdiği röportajda, 1994 baharında Mandela’nın kazandığı seçim döneminde Birleşmiş Milletler gözlemcisi olarak Güney Afrika’da olduğunu, Mandela ile görüştüğünü, daha sonra Irk ayrımcılığına karşı düzenlenen iki uluslararası konferans vesilesi ile Londra ve Cenevre’de Mandela ile bir araya geldiğini ve onunla görüşmeler yaptığını dile getiriyor.
Ziegler, masaya oturulduğunda, Irkçı beyazlar açısından en vazgeçilmez hakların topraklar ve madenler üzerindeki mülkiyet hakları ve uluslar arası şirketlerin faaliyet özgürlükleri olduğunun henüz başlangıçta vurgulandığını ve yaşanılan sürecin bu temel kabul üzerine inşa edildiğini, röportajda ifade ediyor. Ziegler’de Zizek’le aynı soruyu soruyor: Başka bir şans var mıydı?
Mandela’nın çelişkisi
Zizek ve Ziegler’in sorusu, ANC’nin destansı mücadelesinden önce şöyle soruluyordu: Irklar arasında hiyerarşiye dayanan bu eşitsizlikçi toplumsal düzeni değiştirme şansı var mı? Bu şansın olduğu, ırksal hiyerarşinin söylendiği gibi Tanrı’nın inayeti, eşyanın tabiatı değil, toplumsal güç ve baskı ilişkilerinin ürünü olduğu Irkçılık karşıtı toplumsal mücadelelerle, Mandela’da sembolize olarak ortaya konuldu.
Kuşkusuz ki, hiçbir toplumsal gerçeklik ait olduğu zaman ve mekandan bağımsız ele alınamaz, 1990’lar dünyası tüm 20. yüzyılda, eşitlik ve özgürlük temellerine dayalı bir toplumsal düzen kurmak için en olumsuz koşullara sahipti. Ancak bu durum, destansı mücadeleleri ile tüm dünyada ezilen ve sömürülen milyonların kalbini kazanmış Güney Afrika halkına neoliberal politikaları önüne geçilmesi imkansız “doğa yasası” olarak kabul ettiren emperyalist egemenlerle onların “yeni” ortaklarının rolünü meşrulaştıramaz.
Mandela’nın tarihsel olarak temsil ettiği değerler (eşitlik-özgürlük-kardeşlik) ile, sosyal eşitsizliklerin en derin yaşandığı ülke olarak Güney Afrika hakkındaki derin sessizliği arasındaki gerilim üstüne tartışmazsak eğer, ne geçmişin deneyimlerini geleceğimizin yapı taşlarına dönüştürebiliriz, ne de 21. Yüzyılda nasıl bir sosyal mücadele sorusuna sağlam yanıtlar verebiliriz.
Zamanımızın solu üstünde de ciddi etkilere sahip olan, tüm sınıfsal ve ekonomik belirlenimlerinden koparılmış bir demokrasi ve demokratikleşme kavrayışını tartışmak için Güney Afrika deneyimi iyi bir zemin sunmuyor mu?
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.