Esaslı bir toplumsal “itiraz” ve “iradenin” mayalanma sürecindeyiz. Yeni bir toplumun temellerinin atıldığı Haziran ayaklanması, ruhunun değdiği/bulaştığı her yerde boy veriyor, farklı dinamikleri gün yüzüne çıkarıyor. Muktedirler, toplumu “muhafaza etmek” adına, her şeyin ve herkesin ortak yaşam koçluğuna heves etmiş ve amansız bir hastalığa yakalanmışlardı: İşaret parmağı havadalık sendromu! Hakkını arama! Direnme! Sevişme! Neşelenme! Gülüşme! […]
Esaslı bir toplumsal “itiraz” ve “iradenin” mayalanma sürecindeyiz.
Yeni bir toplumun temellerinin atıldığı Haziran ayaklanması, ruhunun değdiği/bulaştığı her yerde boy veriyor, farklı dinamikleri gün yüzüne çıkarıyor.
Muktedirler, toplumu “muhafaza etmek” adına, her şeyin ve herkesin ortak yaşam koçluğuna heves etmiş ve amansız bir hastalığa yakalanmışlardı:
İşaret parmağı havadalık sendromu!
Hakkını arama! Direnme! Sevişme! Neşelenme! Gülüşme! Aman kimseye güvenme! Sana biçilen sınırları aşma! Truman Show kurgusu misali…
Kitlesel bir şekilde yoksullaşan, borçlandırılan, yalnızlaşan ve mutsuzlaşan yaşamların içinde kendi yaşamlarına konuk olmuş bir toplumu inşa ediyorlardı.
Fırsat buldukları her an “Ce e ce e” diye belirip, işaret parmağını sallandıranlar, isyanın en başından “yılanın başını küçükken ezmeli” mantığıyla toplumsal güçleri ezip, parçalamak istediler, ama olmadı.
Hava döndü. Gezi ile birlikte yeni bir politik iklim şekillendi…
Direniş ve dayanışma iklimi!
“Üç-beş ağaç” siyasetinin açtığı siyaset vizyonu ve imkanı tüm “öğrenilmiş çaresizlikleri” alt üst ediverdi.
Eskiden iktidarın korku argümanlarıyla “tu kaka- öcü- tehlikeli” mitleriyle, adım atamaz hale getirilmek istenen toplumsal güçlerin hareket alanları, Gezi ile birlikte başka bir zemine yerleşti, genişledi.
Demokrasi, halkçılık, sosyalizm, devrimcilik gibi toplumsal söylem ve hareketlerin meşruiyetleri, harekete geçme kapasiteleri arttı. Kendilerine, birbirlerine güvenleri, inançları, kazanma umutları, hırsları ve öfkeleri de.
Hedefe doğru “birlikte” yürüyen, yürüdükçe dönüşen ve dönüştüren, yayılan ve hedefe ulaşan bir güce ulaşmak isteyen özel bir toplumsal irade şekilleniyor, bu yeni iklimde.
Tersinden, sermaye ve onun AKP hükümeti ise daha dar bir alana doğru itiliyor, hareket alanı daralarak kendine doğru sıkışıyor.
Sermaye birikimi tıkanıklığına, başka deyişle kar oranlarının düşmesine 70’lerden beri derman olan neoliberal politikalar, virüs misali her yana, her tarafa bulaştırılıyor.
İktidar, kendini “muhafaza etmek” için sürekli bir “akış” yaratmalı, sürekli yeni toplumsal alanları zapt etmeli ve metalaştırmalı.
Sürekliliğini ve düzenin sürdürülebilirliğini korumak adına, hırsla pençesini tüm yaşam alanlarının tepesine geçiriyor.
Yaşam alanlarına yeni operasyonlar çekmeye, daha da saldırganlaşmaya devam edecek, toplumsal kazanımlardan arta kalanların gaspına daha da yüklenecekler, bu kez zor olacak biraz, ama en azından denemek zorundalar. Onlar da iyi biliyor ki, artık her denemelerinde halk güçlerinin direnişiyle karşılaşacaklar.
Bu kez başka bir güç var karşılarında. AKP iktidarından fevkalade huzursuz, öfkeli, cesaretli ve hatta daha cüretkar bir halk. Pratiğin içinde politikleşen, her türlü hak savunusunun meşruluk kazandığı, Haziran İsyanı’nın dönüştürdüğü başka bir düzlemde seyrediyor artık işler.
İşte, şimdiden sonraki gelişmeler böylesi bir toplumsal zeminde yaşanacak.
Eleştirilerin sivri ucunu kendimize çevirecek olur isek;
Haziran ayaklanması solun kendi ahvali ile hesaplaşması için de, önemli bir fırsatı ve zorunluluğu karşısına çıkardı. Siyaset yapma tarzı ile yüzleşme ve kendini masaya yatırma, yeniden inşa etme zorunluluğu.
Somut ve tarihsel yeni bir toplumsallaşma sürecinin üzerinde konumlandığımız şimdilerde, bunun bilinci ile solun çubuğu kendine bükmesi elzem.
İsyan dolu dizgin coşkusuyla yürürken, ta ilk günden “Müsait bir yerde inebilir miyiz?” söylemleriyle, Gezi’yi nostalji raflarına kaldırma hamlelerini de, isyanı belli bir şekle şemale sokma uğraşında olan “kontrol edici” “hizaya getirici” politik şımarıklılıkları da gördük siyaset arenalarında. Tutmadı!
Gezi’nin kendine has külliyatı, devrimci/demokrat güçlere ve Türkiye siyasetinin gidişatına dair, nasıl bir yol haritası, ne yapmalı, nasıl yapmalı sorularına azımsanmayacak ipuçları verdi.
Türkiye, kendi tarihinin özel bir dönemine girdi ve kendine has özgün bir zeminde yol alıyor.
Şimdiye dek, doğrudan belirleyici olmayan işçi hareketinin ve etrafındaki toplumsal dinamiklerin güç biriktirdiği, birikenlerin patlamasının kaçınılmaz olduğunu önceden görerek, komünistlerin, işçi sınıfı içinde derinlemesine konumlanarak olası hareketlenmeleri devrimci sonuçlara doğru yönlendirebilecekleri bir zemine yerleşmeleri gerekiyor.
Kürt sorununda “çözüm” sürecinin halk güçlerinin lehine yürümesi için koşullar uygun. Kürt burjuvalarının Barzani- Erdoğan ittifakından güç alarak Kürt Halk Hareketi içindeki emekçi sınıfların hegemonyasını tasfiye edip kendi önderliklerini dayatma girişimlerine karşı uyanık olmak gerekiyor.
Gezi güçleriyle, Kürt halkının ittifakı tayin edici bir önem kazanıyor. Bu, ittifakın devrimci-demokratik bir zeminde kurulması gerekiyor.
Anti-kapitalist dinamikler de muazzam bir hareketlilik halinde.
Erdoğan’ın “marjinal”lerden ayrıştırdığı, “masum çevreciler” terfi ederek, “başa bela” yeni dinamikler olarak açığa çıkıyor. Ekoloji, LGBTİ, kadın ve kent hareketleri iktidarın saldırılarına karşı; iş yerlerinden, üniversitelere, vadilerden, kamusal kent mekanlarına, mahallerden meydanlara uzayan güçlü bir ağı örüyor ilmek ilmek.
Seçim süreci
Önümüzde politikleşen bir halk ve politikleşmenin önünü daha da aşacak bir toplumsal ortam var.
“Çözüm” sürecinin tıkanması ve AKP- Cemaat çatlaklarıyla beraber, seçim sürecine giriliyor. Seçimleri ortaya çıkan halk dinamiklerinin daha da güçlenmesi ve Gezi güçleriyle Kürt halkının ortaklaşmasının bir olanağı olarak şekillendirmek gerekiyor.
Haziran İsyanı’nın biriktirdiği külliyat ve Gezi’nin dokusu ile hassas ve doğru hamlelerle, sürekli öne doğru adımlar atılmalı.
AKP hükümetine karşı tepkilerin giderek yoğunlaştığı, iktidarın çatırdadığı şimdilerde, bu zemin yeterince mevcut!
Gezinin yarattığı coşkulu, cesur ve bedel ödemeyi göze alan, dayanışmacı, neşeli toplumsal irade AKP iktidarını ürkütüyor ve kırılmalar yaratıyor.
Evet, “Korkma la, biziz halk!” desek de iktidar korkmakta haklı.
Neşe ideolojik bir eylemdir. Son derece politik ve tehlikelidir. Toplumsallaşırsa ve hele gene toplumsallaşan bir cesaret ve cüretle buluşursa, her şey olabilir!
15 Aralık 2013
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.