Erdoğan ile Gülen arasındaki bu savaşın finalinde de Kürtler temel bir rol oynamaya itileceklerdir. Bir başka ifadeyle Kürtlerin alacağı tutum, her iki tarafın geleceğini doğrudan etkileyebilecektir Erdoğan ile Gülen arasındaki bu kavgada, Kürt sorunu ve Özgürlük Hareketi’nin yerine de biraz işaret etmek gerekiyor. Öyle ki, önümüzdeki günlerde kaçınılmaz olarak bu yürütülen savaşın çok ciddi sonuçları […]
Erdoğan ile Gülen arasındaki bu savaşın finalinde de Kürtler temel bir rol oynamaya itileceklerdir. Bir başka ifadeyle Kürtlerin alacağı tutum, her iki tarafın geleceğini doğrudan etkileyebilecektir
Erdoğan ile Gülen arasındaki bu kavgada, Kürt sorunu ve Özgürlük Hareketi’nin yerine de biraz işaret etmek gerekiyor. Öyle ki, önümüzdeki günlerde kaçınılmaz olarak bu yürütülen savaşın çok ciddi sonuçları olacaktır. Bütün Türk medyası ve hatta kimi uluslararası medya bu konuyu çok yönlü tartışmaya başladı. Bu çatışmanın merkezinde olan iki noktayı, henüz kimse pek ele almadı.
Bunlardan biri, ABD’nin bu sürecin arka plandaki belirleyici rolüdür. Gülen Cemaati ile ABD arasında stratejik bir ortaklığın olduğunu, ABD’nin bilgisi ve onayı olmadan Gülen’in hiçbir politik adım atmayacağını az çok biliyoruz. Özellikle bu çatışmanın, Kürt sorununa ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne olası yansımaları kesin olacaktır. Yani Türkiye’nin iç politik sürecini doğrudan etkileyen böylesi iç çelişkiler, kaçınılmaz olarak Kürt ve Kürdistan Siyasal Hareketini ilgilendiriyor. Bu boyut mutlaka gözetilmek durumundadır.
Kürt sorununun merkeziliği
Medya, Cemaat ile AKP arasında yaşanan bu çatışmalı durumu değerlendirirken özellikle Kürtlerin hiçbir yeri ve pozisyonu yokmuş gibi bir tartışma yürütüyor. Ancak bu çatışmanın merkezinde bulunan noktalardan biri de Kürt sorunudur. Bunun için, bu iktidar çatışması bir biçimde gelip Kürtlerin de kapısına dayanacaktır. Oslo süreci gerekçe gösterilerek MİT’e yönelik yapılmak istenen operasyon ile bugünkü çatışma arasında çok açık bir bağ var. Özellikle Kürtlerin bölgesel çapta bir yükseliş trendi yaşadığı biliniyor. Bugünkü politik dengeler içerisinde, Kürtlere yönelik izlenen politika her gücün hesabını yaptığı bir realitedir. Dolayısıyla Cemaat ve AKP olarak her iki taraf bakımından da bu mesele önemlidir.
Bölgesel çapta bir etkinlik kazanmaya başlayan Kürt ve Kürdistan konusu, bölge ile alakalı olan bütün aktörlerin masasında bulunuyor ve planlamalar dâhilindedir. Durum böyle olunca, şu anda kavga halinde olan Erdoğan ile Gülen’in de planları, hesapları olacağı besbellidir.
Çok açık ki, Kürt Özgürlük Hareketine yönelik izlenen politika, bu çatışmanın önemli unsurlarından biri olarak gündeme gelecektir. Özellikle Kürt Hareketine yönelik tasfiye politikalarının biçimi ve yöntemi konusunda, bu her iki güç arasında kimi farkların bulunduğu malumdur. Haliyle bunun da kendi politik ilişkilerine yansıdığını iyi biliyoruz.
Bu durum bir gerçeklik olarak ortadayken, hem AKP’nin, hem de Cemaat’in bu gerçeği özenle gündem dışı tutmaları tesadüfi bir durum değil. Kaldı ki, bütün niyet ve hesapların dışında bu böyledir. Biliyoruz ki, Kürt ve Kürdistan sorunu, tüm politik güçler açısından merkezi bir yer tutuyor. Türk devletinin kuruluş ruhu ve felsefesi bile Kürt realitesi inkarı üzerine inşa edildi. Sistemin bütün farklı kliklerinin Kürt sorununa bakış açıları, kimi farklılıklar içerse de temelde aynıdır. İktidar çatışmasında, Kürdistan olgusu, bir araç olarak kullanılmaktadır.
Kavga bahanesi Oslo’ydu
Ayrıca unutmayalım ki, Hakan Fidan’a yönelik operasyon aynı zamanda Kürt sorununa yaklaşımda iki güç arasındaki farklılığın ortalığa serilmesiydi. Cemaat’in, Hakan Fidan üzerinden Erdoğan’ı tasfiye etmek istediğini en iyi gören Erdoğan’ın kendisi oldu. Bu nedenle Fidan’ı değil gelin beni alın demesi, Cemaat’in yargı ve emniyet içindeki gücüne karşı bir meydan okuma olarak algılandı. Cemaat, Oslo görüşmelerini gerekçe göstererek Erdoğan’a karşı bir hamle yaparak iktidar gücünü pekiştirmek istedi. Bölgesel ve uluslararası gözlemcilerin birçoğu da, esas olarak meseleyi böyle okudular. Çünkü iktidar çatışması, doğası gereği karşılıklı zayıf noktaları yakalamak ve vurmak üzerine kuruludur.
Dün Oslo bağlamında yapılan da, bugün dershaneler üzerinden cereyan eden de, esasında aynı kapıya çıkıyor: Bunlar, iktidar mücadelesinde karşılıklı politik hamlelerdir. Çelişki ve anlaşmazlığın esas özü biliniyor. Bu ekonomik ve politik çıkarlardır. Dolayısıyla bugün Erdoğan’ın yaptığını, geçmişte bizzat Gülen Cemaati’nin kendisi de yapmıştı.
Uzlaşma olasılığı zayıflarken
Cemaat ile AKP arasındaki bu çatışmanın geleceğine dair üç olasılıktan söz etmek mümkün: Birincisi, hem devletin iç dengeleri, hem de toplumsal dengeler nedeniyle birbirini alt etmekten çok, bir biçimde uzlaşmaya varmalarıdır. Sorunun geldiği boyut nedeniyle bu olasılık giderek zorlaşmaktadır. İkincisi, AKP’nin Cemaati tasfiye etmesi ve sürecin dışına itmesidir. Üçüncüsü ise, tersten Cemaatin AKP’yi dahası Erdoğan’ın iktidar gücüne son vermesidir. Son iki olası durum çok daha öne çıkmış ve ağır basıyor. Gerçi aslında bu mücadele ikilidir ve iç içe olan bir şeydir. Yani bu bir yengiye ile yenilgiye dayanıyor. Bunu demekle, tamamen birbirini tasfiye edeceklerini kast etmiyoruz. Daha çok tarafların, bu iktidar ortaklığında gücünü önemli oranda yitireceklerini kastediyoruz.
Kılıçların bir biçimiyle çekildiği bu çatışmada, tek taraflı bir teslim alma, dize getirme gibi bir sonuç, günümüz koşullarında mümkün değildir. Fakat tek başına egemenlik kurmak, hükümran olmak için, her iki taraf da elindeki iktidar olanaklarını sonuna kadar kullanacaktır. Politik dilde bir yumuşama olsa da, iktidar içindeki denge artık yürüyemez. Peki, bu güçlerden hangisinin avantajları daha fazladır? Kim daha şanslıdır? Gülen Cemaati’nin uluslararası desteği, AKP’ye kıyasla çok daha fazladır, lehteki dengeler daha kuvvetlidir. Aynı şekilde Gülen Cemaati içeride de, oldukça örgütlü bir güçtür ve etkin bir pozisyona sahiptir. Polis ve Yargı kurumlarını önemli oranda denetliyor.
İktidar güç ilişkisinde en çok merak edilen konu askeri güçlerin pozisyonudur. Türk ordusunun ABD’nin stratejik çıkarlarına göre hareket ettiği düşünülürse Necdet Özel ile Gülen’in ortak özelliği ABD’nin politikalarına bağlı hareket etmeleridir. Dolayısıyla bütün bu güç denkleminden hareketle denilebilinir ki, Erdoğan ve AKP’nin şansı daha azdır.
Kürtlerin tutumu belirleyici olacak
İç ve bölgesel politik durum, iktidar çatışmasını dengeleyebilir. Burada konu gelip yine Kürtlere ve Özgürlük Hareketi’ne dayanıyor. Yani Erdoğan ve AKP’nin, bu aşamada yanına çekebileceği tek güç Kürtlerdir. Hemen belirtelim ki, böylesi bir Erdoğan ve Kürtler ittifakı, kesinkes geçici, taktiksel ve çıkarsal olacaktır.
Savaşın en azından bugün için durması, çatışmaların olmaması, toplumun gerilimini düşüren bir sosyal-psikolojik ortamın oluşması Erdoğan’ın en büyük amacıdır. AKP iktidar mücadelesinde bunu çok önemli bir avantaj olarak görüyor. Erdoğan ve AKP, bu süreci bir çözüm politikası içeriğine dönüştürmekten çok, mevcut politik süreci kurtarmaya yönelik taktiksel bir hamle olarak görüp değerlendiriyor.
Dolayısıyla Erdoğan ile Gülen arasındaki bu savaşın finalinde de, Kürtler temel bir rol oynamaya itileceklerdir. Bir başka ifadeyle Kürtlerin alacağı tutum, her iki tarafın geleceğini doğrudan etkileyebilecektir.
Kürtler yedekleme oyununa gelir mi?
Peki, Kürtler bu yedekleme oyununa yatarlar mı? Bu nokta çok yönlü bir tartışmayı içeriyor. Birincisi; PKK Hareketi ile AKP devleti arasında bir çözüm sürecinden bahsediliyor. Erdoğan Hükümeti, bu süreci çok bilinçli ve planlı olarak başlatmış ve sürdürüyormuş gibi bir hava verse de, pratik olarak böyle olmadığının hemen her politik çevre farkındadır.
İkincisi; her zaman bir ilke olarak Kürtlerin başvurdukları bir üçüncü yol seçeneği vardır. Ancak ne yazık ki bu defa, bu ilkenin layıkıyla uygulanması veya hayat bulması pek kolay olmayacaktır. Çünkü Kürdistan Özgürlük Hareketinin öngördüğü bir Türkiyelileşme hedefi var ve bu siyasal strateji olarak işliyor. Buradan hareketle, bir Rojava örneği gibi üçüncü yol seçeneği sorunludur, sancılıdır. Dolayısıyla bu defa Kürtlerin Türkiye ve Kuzey Kürdistan eksenli bir büyük devrimsel çıkış yapma şansı bir hayli zor görünüyor. Kürt Özgürlük Hareketi, bugünkü politik karmaşa içerisinde, özellikle Türkiyelileşme politikasını uygularken çok daha dikkatli olmalıdır. Çünkü dün Kürtlere karşı dost olan Kemalistler, Erdoğan ve Gülen’in bugün kendi aralarında bir çatışma yaşamaları, Kürtlere yönelik temel politikalarının değiştiği anlamına gelmez. Biliyoruz ki, Kürtler 40 yıllık savaş deneyimine sahiptir, bütün bu gelişmeleri yakında izliyorlardır. Çıkar ve iktidar mücadelesinde, dostlar çok rahatlıkla düşman olabiliyor.
Güncel politik meseleleri kavramak için, aslında bu kapışma, herkes için çok iyi bir ders olmalıdır. Özellikle bunu Kürtler ve Özgürlük Hareketi açısında söylüyorum. Ayrıca söz konusu Türk egemen güçleri olunca, bu politik iktidar geleneği çok daha kirlidir, vahimdir. Öyle ki, bunların tarihsel gelenekleri dillere destandır. Kendi öz çocuğunu ve kardeşlerini bile iktidar hesapları için gözünü kırpmadan katleden bir mirasa sahiptirler.
Buradan hareketle, önümüzdeki süreçte Erdoğan önderlikli veya Gülen önderlikli bu güçlerden herhangi birinin tek başına iktidar gücü olduğunda Kürtlere yönelik saldırıları çok daha kapsamlı bir şekilde devam edecektir.
Taraf olmak hata olur
Bütün gücüyle demokratikleşme ve özgürlük taleplerini içeren Gezi direnişine yönelik saldırıların kesintisizce devam etmesi ve yine daha bir yıl önce Kürtlere yönelik çok kapsamlı saldırılar dikkate alındığında, bu iki güçten hangisi tek başına iktidara gelirse gelsin, tehlikenin boyutları çok daha fazla artacaktır.
Kürtlerin, iktidar için çarpışan bu iki güçten birinden yana tutum almak gibi bir lüksleri asla yoktur. Kürt Özgürlük Hareketinin temel stratejisi, Rojava’da uygulanan üçüncü yol seçeneğini uygulamaktır ve bu politika başarının temel halkasıdır. Kürtlerin üçüncü yolu, demokrasi ve özgürlüğü geliştirme ve sadece Kürdistan’ın değil, Türkiye’nin de değişmesinin ana halkasıdır.
alihidir20@hotmail.fr
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.