Bu yazıya ilham veren, Ali Bulaç’ın 30 Kasım tarihli ‘Devlet, siyaset, cemaat’ başlıklı yazısıdır. Özetle Osmanlı devlet ve iktidar sistemini –kısmen doğru biçimde- analiz eden Bulaç, sonuç paragrafında şöyle yazar: “Bizdeki ‘sivil toplum’un Batı’dakiyle ilişkili olmadığını, benzer taraflarının hayli az olduğunu, bizde eğer ‘sivil alan ve sivil toplum’dan bahsedilecekse bu alanın ve toplumun ‘din’ tarafından […]
Bu yazıya ilham veren, Ali Bulaç’ın 30 Kasım tarihli ‘Devlet, siyaset, cemaat’ başlıklı yazısıdır. Özetle Osmanlı devlet ve iktidar sistemini –kısmen doğru biçimde- analiz eden Bulaç, sonuç paragrafında şöyle yazar:
“Bizdeki ‘sivil toplum’un Batı’dakiyle ilişkili olmadığını, benzer taraflarının hayli az olduğunu, bizde eğer ‘sivil alan ve sivil toplum’dan bahsedilecekse bu alanın ve toplumun ‘din’ tarafından belirlendiğini, dolayısıyla ilk ve sahici siyasi taleplerin Türkiye’deki cemaat ve tarikatlardan geleceğini hesaba katmalıyız. Cemaat ve tarikatların tabii ki kendilerini ‘yürütme’nin yerine koymaları düşünülemez, bu doğru ve haklı talep değildir.’’
Yazımız, aslında ‘’dersane’’ yazısı. Ancak, ‘’mesele dershane değilden’’ mütevellit Bulaç’ın -çarpıtarak da olsa- bize ilham verdiği bir hususa girmek şart oldu: Sivil toplum. Sivil toplum nedir, neye yarar tartışmasına girmeden, dershane ve dolayısıyla Cemaat meselesinin bugüne değin çokça çarpıtılmış yönüne değinmek lazım.
Mesele pırasa değil!
Eğitim hiç değil. Ne halt yemeye bu mesele çıktı, derseniz cevabı taraflardan biri versin: “Bir neslin kaybolmasına sebep olacak dayatmadan vazgeçilmeli.” İşin kuralı: Her politik örgütlenme, kendi insan kaynağını yaratmak zorunda. Bunun için toplumla temas şart. Hele ki ‘eğitim’ gibi mukadder bir ihtiyaçsa. İşte o dershaneler bunun için nimettir. Üç sebeple: 1. Eğitim, harikulade bir PR çalışmasıdır. Size saygınlık verir. Özeleştiri yapalım: Sol bu naneyi küçümseyerek feci bir hata etmiştir. Sistemi ne kadar eleştirirsen eleştir, senin tedrisatından geçip akademi kazanmış bir insan gücünün potansiyelini düşünsene. 2. Ciddi bir gelir kaynağıdır. Yayını, matbaası, otu çöpü derken dönen para milyarlarca dolar. Bunun dört biri Cemaat’in. 3. Pırasa değil, insan bu! Eğiterek, fayda göstererek kültürel donanım sağlarsın. Sonrası bürokrasiye, polise, yargıya salıver gitsin. Gittiler de. İmamın Ordusu müellifi Ahmet Şık yahut biz değil Ali Bulaç söylüyor işte:
“Cemaat ve tarikatların tabii ki kendilerini ‘yürütme’nin yerine koymaları düşünülemez, bu doğru ve haklı talep değildir. Ancak karar süreçleri ve mekanizmaları üzerinde etkin olmak istemeleri sistemin adaletle, rıza ile ve icap ve kabule göre işlemesi bakımından elzemdir.’’
Olmuşlar mı peki? Bal gibi olmuş işte:
‘’Ayrıca o karar alınmış da ne olmuş? Uygulanmış mı? 2004 tarihindeki cemaatin durumu ile bugünkü ulaştığı seviyeyi kıyas ettiğinizde gerçek ortaya çıkar. El insaf. En az 15 kez büyümüş hizmet hareketi. Bunda Erdoğan’ın payı hiç yok mu?’’ (Abdülkadir Selvi)
Ak vekil Şamil Tayyar daha açık sözlü:
“Doğru Cemaati bitirme kararı 2004’de alındı; sonra emniyet cemaate bağlandı, dersane ve okul sayısı patladı, Ak Partiye kapatma davası açıldı. Fitneye destek verenleri görünce sorunun fitneciyle sınırlı olmadığı anlaşılıyor.”
“Nankörlük etme, bürokrasiyi geçtik emniyeti bile sana bağladık” diyorlar özetle. Ehh, Cemaat de Bizans tekfuru muamelesi görmeyi sindiremiyor, normaldir. Osmanlı’da oyun hep Kara Koyuna olmaz (Gayrı müslime, Aleviye); yeri gelir damızlık Ak koyunu da hatta Koç’u da keserler. Hele de vakitsiz ötmeye (siz olur olmazla çiftleşme anlayın) başlarsa. Nitekim Ali Bulaç da isabetle belirtmiş: Osmanlı asi beylere önce toprak verir, kafi gelmezse rakip beyi kışkırtır, o da yetmezse küllen üstüne çullanır. Hah, o Osmanlı bir şey daha yapar: Hilafeti de kendine me’mur edip tepe tepe kullanır. Bakmayın siz “Osmanlı şeriatçıydı, şuydu, buydu” sayıklayan resmi tarihçi zırvalıklarına: Bu herifler Vatikan-vari alternatif iktisadi ve politik bir güç olabilecek bir “ruhban sınıfı” oluşmasına da müsaade etmemiş. Olmaya meyledeni de tepelemiş. Yanisi şu: AKP ne Osmanlı’dan ne Cumhuriyetten farklı bi’şi yapıyor.
İyi de yapıyor.
Tamam, kavganın tarafı değiliz. Ama gerçekler de var: Birincisi AKP ne tür kontra taktikler kullanırsa kullansın, nihayet bir “parti.” Cemaatin tamamen sisli, kapalı yapısına karşın görece şeffaf. Olası bir iktidardan düşme durumunda yaptıklarından hesaba çekilebilir. İkincisi -ve aslında söyledik- Cemaat neredeyse mutlak itaatin, hemi de din sosuna bulanmış kültürel donanımıyla kaskatı bir örgütlenmenin temsilcisi. Şu halde gücünün budanması, kritik karar ve kontrol mekanizmalarından def edilmesi evla bir şey.
Sivil sivil oynaşıyorduk?
Boru değil, Cemaat. Osmanlı’nın 500 sene önce idrak ettiğini anlamayıp iki tane süslü ezber ve riyakar pişkinliğe prim vererek buna saf dil ‘’sivil toplum’’ yaldızı veremezsin. Yetmez ama’cılara da dinciye “sivil” payesi veren tatlı su entellerine de geçmişler olsun. Pırasa değil, adıyla sanıyla Politika bu! Her politika yapanın olduğu gibi Cemaatin de hegemonik iktidar özlemi, hayali ve hedefi vardır. Hükümet, Gramsci’yle acemi çırak gibi oynaşırken alasını kucağında (yargısında) buldu. Ve bunun bildiğimiz NGO ile de sivil toplumla da bir ilgisi yok. İktidara yamanmış, emniyet bürokrasisini oyuncak etmiş sivil toplum mu olur? Yurttaş uyduruk polis fezlekesiyle tepelenirken orgazmik operasyonel başlıklar atan, darbeciler dahil her iktidarın sabık “umacısı” olan bu oluşuma sivil demek “ Meşe ağacını saksıya ekip niye Çam olmuyor” demek gibidir. Adı üstünde Meşe: 1. Saksıda yetişmez. 2. Cinsi neyse ona çeker…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.