BDP ve HDP sözcülerinin Meclise türbanla girilmesini “kadınların yıllardır verdiği özgürlük mücadelesinin sonucu” ve “zafer” olarak nitelemesi, Kürt siyasal hareketinin kuruluşundan bu yana sürdürdüğü siyasi hattına rengini veren en önemli kavramlardan olan Laikliğin tahrip edilmesidir Başbakan Erdoğan, türbanı siyasi simge olarak niteleyenlerin cehalet içinde olduğunu ifade ederek muktedir olmanın üstenci tutumuyla tarihsel gerçekleri tahrif edebileceğini […]
BDP ve HDP sözcülerinin Meclise türbanla girilmesini “kadınların yıllardır verdiği özgürlük mücadelesinin sonucu” ve “zafer” olarak nitelemesi, Kürt siyasal hareketinin kuruluşundan bu yana sürdürdüğü siyasi hattına rengini veren en önemli kavramlardan olan Laikliğin tahrip edilmesidir
Başbakan Erdoğan, türbanı siyasi simge olarak niteleyenlerin cehalet içinde olduğunu ifade ederek muktedir olmanın üstenci tutumuyla tarihsel gerçekleri tahrif edebileceğini sanıyor. Yakaladığı hegemonyaya dayanarak yaptığı de-facto girişimleri “zaten olması gereken ve birilerince yıllardır engel olunan uygulamalar” gibi göstererek türbanı siyasi simge olarak iktidarlarını sağlamlaştıran bir araç olarak nasıl kullandıklarını gizleyebileceğini sanıyor. Oysa ki, türbanın tarihsel seyri incelendiğinde tüm veriler RTE’yi yalanlıyor. Kadın bedeni üzerinden burada sayılmasına gerek olmayan birçok örneğin AKP ve öncülleri tarafından nasıl kullanıldığı 1980 askeri darbesinden bu yana olan tarihsel kesit incelendiğinde açık biçimde tespit edilecektir. Özellikle türban üzerinden sürdürülen tartışmalar ve tutum alışlar Türkiye’de Siyasal İslam’ın örgütlenme sürecinin önemli bir aracı olagelmiştir. Muhafazakarlar tarafından türbanın “İslam dininin gereği” olarak takılması ve bunu engellemenin insanların dininin gereklerini yaşamasına engel olduğu biçiminde formüle edilen meselenin hareket noktası, özgürlükler alanına müdahale edilmesi adıyla türbanın Türkiye’yi İslami bir rejime adım adım evirme politikalarının simgesi olarak kullanılmasını gizlemeye yöneliktir. Türban, kadının bedeni nedeniyle öznesi olmasına rağmen karar veren pozisyonunda bulunamadığı bu dönemde siyasi bir projenin toplumsallaştırılmasının aracı olarak konjonktürel gelişmelerin belirleyici olduğu kesitlerde kullanılmıştır.
Türbanın bir araç olarak kullanılmasında sadece birkaç noktanın üzerinde durulması meselenin anlaşılmasını kolaylaştıracaktır. Siyasal İslam’ın yerli ve uluslararası güçler tarafından Türkiye’nin neoliberal sisteme eklemlenmesi için bir iktidar alternatifi haline getirilmesini hedefleyen siyasi projenin önemli araçlarından birisi olan türbana, özellikle üniversitelere öğrencilerin sokulmamasıyla başlayan süreçte yüklenilen misyon kritik sonuçlar doğurmuştur. İnsan onurunu zedeleyecek uygulamalara maruz bırakılan bu öğrenciler üzerinden mağduriyet söylemleri yoğunlaşmış ve toplumsal bir karşılık yaratılması için sokak gösterileri yoğunlaştırılmıştır. Darbenin kurumu YÖK tarafından yapılan mevzuat ve Danıştay kararlarına dayanılarak son derece katı biçimde uygulanan türban yasağı, hakim yönetim yapısı tarafından rejimin bekasına saldırı boyutuna taşınarak muhafazakar tabanın siyasi referanslarının bu araç etrafında şekillenmesinin zeminini yaratmıştır. Özellikle muhafazakar tabanda 28 Şubat “mağduriyetinin” çerçevesini belirlediği ve türban mağduriyetinin en önemli araç olarak kullanıldığı bu siyasi atmosferde AKP’nin kurulması rastlantı olmasa gerekir. Bu dönemde AKP sözcülerinin iktidar olabilmenin yolunu bu meselelere yoğunlaşarak mağdur rolüne soyunmak olduğunu her konuşmalarına baktıklarında görebilmek mümkündür. Hatta 2002 seçimini kazanmaya giden yolun büyük oranda bu argümanlar kullanılarak açıldığını söylemek abartılı olmayacaktır. 2008 yılındaki Anayasa Mahkemesi kararı AKP açısından rejimin temel kurumlarıyla hesaplaşmasının bir aracı olmuştur. Yapılan anayasa değişikliğiyle üniversitelere öğrencilerin türbanla girebilmesinin yolunu açan düzenlemenin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi 2007 seçimleriyle hegemonyasını sağlamlaştıran AKP’nin 2009 ve 2011 seçimleri ile 2010 Anayasa referandumuna giderken eline son derece güçlü bir kozun verilmesi sonucunu doğurmuştur. Özellikle ceberut devletle hesaplaşma söylemi etrafından şekillenen seçim stratejisi dayandığı toplumsal tabanın bloklanmasını ve sol liberal çevrelerin desteğiyle etki alanının genişlemesini sağlamıştır. Ne rastlantıdır ki, bu dönemin en önemli araçlarının başında yine türban mağduriyeti gelmektedir.
Dininin gereği olarak başörtüsü takan kadınların niyetlerine yönelik bir tartışma yapmak öncelikle ahlaki açıdan doğru değildir. Zaten otuz yılı aşkın bir süredir Türkiye’nin gündeminde tutulan meselede bu değildir. Tartışmayı ısrarla bu çerçevenin sınırları içerisine hapsederek tartıştırmak isteyenler, tam da Siyasal İslam’ın örgütlenmesinin aracı olduğunu gizlemeye yönelik çabaların sahipleridir. Tartışmanın esası “türban giyebilme özgürlüğü” adıyla sürdürülen faaliyetin siyasi aktörler tarafından Türkiye’nin neoliberal sisteme tam entegrasyonunun sağlanabilmesi için referansları İslam olan partilerin iktidara taşınarak bu dönüşümün çok daha kolay yapılabileceğini tespit etmeleri ve bu çerçevede programlı bir faaliyeti adım adım hayata geçirmeleridir. Bu siyasetin inançlarının gereği olarak kitlelerle “sabır ve şükür” ekseninde bir ilişki kurduğu bilindiğinden, sabredildiğinde bu mağduriyetleri sona erdirecekleri yönündeki propaganda uzun erimli iktidarın yolunu açmıştır.
Bu noktada devletin önceki sahiplerinin iktidarı sürdürme yöntemlerinin ve araçlarının bu yolu kolaylaştıran birçok zafiyet taşıdığını, bu durumun muhafazakarlara büyük olanaklar sağladığını tespit etmek gerekir. Özellikle üniversite öğrencilerinin okullarına girmesinin engellenmesi ve buna karşı sürdürülen “mücadelenin” yıllara yayılan biçimde sürdürülmesinin yarattığı mağduriyet görüntüsü Siyasal İslam’ın örgütlenmesini sağlamıştır. Kamudan hizmet alanlar açısından bu yasağın yıllarca sürdürülmesi “rejimi koruyanlar” açısından tarihi bir yanılgı olmuş, muhafazakarların örgütlenmesinin yolu bizzat bu güçler tarafından açılmıştır. Şu tespitin yapılması meselenin kavramsal çerçevesi açısından gereklidir. 18 yaşındaki her yurttaşın kamu hizmetlerinden hangi kıyafetle yararlanmak isteyeceğine başkası karar veremez. Bu karar doğruluğu ya da yanlışlığı üzerinden yapılacak tartışma bir kenara bırakılarak kişinin kendisine bırakılmalıdır.
Peki, 2010 Anayasa referandumuyla siyasi hegemonyasını pekiştiren ve hesaplaşacağını söylediği kurumları kontrolüne almasına rağmen geçen üç yılda hiçbir adım atmayan AKP’nin aklına 2013 yılının son aylarında yeniden türban niçin gelmiştir? Şimdiye kadar olduğu gibi tüm seçimlerdeki temel argümanlarına niçin yeniden sarılmışlardır? Bilindiği gibi Türkiye’de 2014 ve 2015 yıllarında üç tane seçim yapılacaktır. Bu noktada özellikle Gezi direnişinin yarattığı AKP’nin meşruiyetindeki aşınmanın seçime giderken tamir edilmesi gerektiği yönündeki çaba etkili olmuştur. Gezi direnişiyle birlikte oluşan politik atmosfer AKP’nin hegemonyasında önemli bir gedik açmıştır. Bu tahribatı gidermenin araçlarından birisi olarak hep sıkıştığında kullanılan bir araç olarak yine türbana sarılınması tarihin tekerrürüdür.
Kamu işyerlerinde türban yasağının kaldırılması meselenin en önemli boyutlarından birisini oluşturmaktadır. Meseleyi anlamlandırırken kilit kavram kamu hizmetidir. Kamu hizmetinin kamucu anlayışı savunanlar tarafından eşit, ulaşılabilir, nitelikli ve tarafsız biçimde tüm yurttaşlara verilmesi esastır. Oysa ki, yapılan değişiklik kamu hizmetinin tarafsız biçimde verilmesinin açık bir ihlalidir. Türbanla okullarda derse girilmesi ya da sağlık hizmeti verilmesinin hizmeti alanlar açısından bir ayrımcılığı doğurduğu açıktır. 18 yaşından küçük çocuklara türbanla derse giren öğretmenler tarafından eğitim verilmesi eğitimin bilimsel ve pedagojik temellerinin inkarı olmasının yanında hizmet alan çocukların haklarının da çiğnenmesidir. Kaldı ki, okullarda eğitim sadece Sünni İslam inancına sahip çocuklara verilmemektedir. Bu hizmeti almak zorunda olan ve bu inanca sahip olmayan milyonlarca yurttaş bu topraklarda yaşamaktadır. Ya da inancının gereği olarak türban giyen bir sağlık çalışanının yine inancının gereği olarak örtünmekten çok daha kati hükümlerle yasaklanan başka işleri de yapmaması nasıl engellenecektir? Bu nedenlerle kamu hizmetinin dinin gerekleri çerçevesinde yeniden tanımlanması sonucunu doğuran bu girişimler bütünüyle sorunludur. Zaten kamu hizmeti her türlü dini, ırki yada siyasi saiklerden azade biçimde her yurttaşa ulaştırılması gereken bir hizmettir. Kamu hizmeti vermek için kamu çalışanı olan bir kişinin bu ilkeleri bir kenara bırakarak sadece inancının gereğiyle hareket etmesi kamu hizmeti kavramının çürütülmesi sonucunu doğurmaktadır. Çünkü kamu hizmeti bireysel değil, toplumsal faydanın esas olduğu bir yaklaşımın üzerine oturmuştur. Meselenin bu eksende tartışılması kamucu tutum alan kişi ve kurumların kamuda dinsel simgelerin kullanılmasına karşı çıkmasını zorunlu kılmaktadır.
Başörtüsü meselesini AKP ekseninde değerlendirirken, bu tarihsel kesitte BDP’nin ve HDP’nin aldığı tutuma değinmemek eksik olacaktır. BDP ve HDP sözcülerinin kamu işyerlerinde türban yasağı kaldırılırken ve Meclise türbanla girilirken kullandığı dilin hatalı bir eğilim olduğunu belirtmek gerekir. Özgürlük alanının genişletilmesi gibi demokrat, sol, sosyalist referanslara sahip olanlar tarafından reddedilmesi mümkün olmayan bir tarifin içerisine yukarıda açıklanmaya çalışıldığı gibi siyasi simge olarak kullanılan bir figürün de bu hareketin temsilcileri tarafından sokulmaya çalışılması aslında meseleye dair alınan pragmatist tutumun gizlenmesine yöneliktir. Oy aldığı seçmen kitlesinin bir kısmı açısından dini referansların önemli olmasının yanısıra özellikle bölgede AKP, cemaat ve Hüda-Par’ın eline kullanılacağı açık olan bir argüman vermemek için alındığı açık olan bu tutum alışı bir nebze anlayabilmek mümkün olabilir. Aynı durum CHP’nin seçimler öncesi AKP’ye yeniden kullanabilmesi için koz vermemesi yaklaşımıyla Meclise türbanla girilmesine sessiz kalması için de geçerlidir. Ancak BDP ve HDP sözcülerinin Meclise türbanla girilmesini “kadınların yıllardır verdiği özgürlük mücadelesinin sonucu” ve “zafer” olarak nitelemesi, Kürt siyasal hareketinin kuruluşundan bu yana sürdürdüğü siyasi hattına rengini veren en önemli kavramlardan olan Laikliğin tahrip edilmesidir. Siyasi pragmatizm ve AKP’nin toplum ve siyaset üzerinde oluşturduğu hegemonyaya karşı koyabilecek güçte olunmaması üzerinden açıklanabilecek bu tutum alışın hem de kadın sözcüler tarafından böylesine abartılı bir sevinçle karşılanması açık bir yanılgıdır. Türkiye hızla muhafazakarlaşırken böylesine değerlendirmeler AKP’nin siyasi projesini güçlendirmekten başka bir sonuca hizmet etmeyecektir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.