Merhaba, yıllardır direne direne elde ettiğimiz mecliste baş bağlama özgürlüğümüzün yarattığı sarhoşluk nedeniyle olsa gerek, bu hafta pek halim yok. Bilen bilir. Akşamdan kalma gibiyim. Ama yine de sormadan edemiyorum. Sümerlerden beri şu bizim doğurmayla malul ve mustarip cinsimizin bedeninin kapatılmasına /açılmasına karar verenler, aileyi, devleti, dini icat edenler kadınlar mıydı acep? Her neyse, bu […]
Merhaba, yıllardır direne direne elde ettiğimiz mecliste baş bağlama özgürlüğümüzün yarattığı sarhoşluk nedeniyle olsa gerek, bu hafta pek halim yok. Bilen bilir. Akşamdan kalma gibiyim.
Ama yine de sormadan edemiyorum. Sümerlerden beri şu bizim doğurmayla malul ve mustarip cinsimizin bedeninin kapatılmasına /açılmasına karar verenler, aileyi, devleti, dini icat edenler kadınlar mıydı acep?
Her neyse, bu konuya bu kadar satır yeter…
Memleketin asıl dertlerinin üstünü, şu bizim başörtüsü ile daha fazla örtemeyecek olmaları da bugün için küçümsenmeyecek bir aşama. Zira yüzyılların örtüleri öyle kolayca sıyrılıp atılamaz. Bunu da en iyi biz kadınlar biliriz.
Bu konuda oyunu bozan bütün kadınlara selam olsun. Bu daha başlangıç, dayanışmaya devam…
Şimdi gelelim, krizi geldikçe azgınlaşan küresel sermayenin İstanbul’a tecavüzü sonucu doğurtulan iki tüp kardeşe “binsek mi? binmesek mi?” sorunsalına…
Marmara ve Karayolu Tüp Geçidi…
Birincisi hem işlevine hem de güzergâhına yapılan bilim, teknik ve akıl tanımaz müdahaleler nedeniyle sakat doğdu, ne yazık ki… Diğeri için ise İstanbul’un sancıları tuttu bile… Gözlerimizi açıp dinlersek duyuluyor acılarının sesi… Hele bu ikincisi, engellenemezse anneyi de öldürecek… Hem de bütün değerleri ile birlikte…
Üşengeç bir toplum olduğumuzdan olacak, meslek odaları tarafından bu konularda yıllardır yazılanı çizileni dikkate alıp istenmeyen gebelikleri önleyecek tedbirleri alacak yerde “Yahu, ne diyor bunlar, bir ara bakarız, şimdi işimiz başımızdan aşkın…” diyerek meydanları epeyce bir boş bıraktık… Meydanı boş bulan uluslararası sermayede, yerli işbirlikçilerinin ebeliğinde adına hidrolik, termik, nükleer, AVM, kentsel dönüşüm vb. denilen “kardeş”leri doğurtup kentlerimizin, ormanlarımızın, derelerimizin, tarım alanlarımızın, kıyılarımızın altına üstüne öylece bırakıverdi. Şimdi de sevmemizi bekliyor.
Analar, bacılar belli… Gün geçtikçe kimliklerini, değerlerini, ruhlarını, canlarını yitiren, yoksul kentler, mahalleler, köyler, topraklar, ormanlar, dereler, denizler, göller ve hava… Kısacası doğa ve emek. Tecavüzcünün ise kimlik derdi yok, dil derdi yok, iman derdi yok… O işine bakıyor. Şimdilik…
Nereden takıldım ki bu “kardeşlik/bacılık/annelik/ebelik” laflarına… Hepinizden özür dilerim… İster istemez etkileniyor insan, Başbakan’ın (özür dilerim) sistemin benzetmelerinden…
Asıl demeye çalıştığım şu ki; yıllardır, uluslararası sermayenin emrindeki algı yöneticileri tarafından ince ince işlenerek yaratılan bu gözbağcı iklimin etkilerine kapılmadan, onun beceriksiz olduğu kadar da yüzsüz işbirlikçilerinin “oyununu bozmak” biraz daha zaman alacak… Neyse ki, bu bizimkilerde “cahil cesareti” ve “arsızlık” var. Bu nedenle de dünya sermayesinin “zayıf zekâsı” durumundalar.
Bu durum ise işimizi kolaylaştırdığı kadar evrensel bir vebal de yüklüyor hepimize. Dünyanın tüm emekçilerinin ve ezilenlerinin “ortak aklı”nı diriltmek. Bu sistemin oyunlarına gelmemek, Haziran’da özgürleşen beynimizi tekrar gözaltına almalarına izin vermemek… Bunu yapabilmek için de ele geçirdikleri medya sayesinde toplumun üzerine serdikleri toplumsal hafıza kaybı ve alıklık yaratan algı örtüsünü yırtıp atabilmek. Diğer örtüler kolay…
Ancak, ortam gittikçe bulanıklaşıyor gibi. Yine başladık sanki onlar hangi konuyu ortaya atıyorlarsa onu tartışmaya. Kimi gündemleştirmek istiyorlarsa o zat-ı muhteremleri konuşmaya. Örnek mi? İstemediğiniz kadar! Sarıgül mesela… Adam tek kurtarıcı mübarek… İyi de “bay”lar, neyi kurtaracak. Kimi kurtaracak? Kimden kurtaracak? Nasıl kurtaracak? Şimdilik görünen cemaatleri kurtarmakla daha doğrusu meşrulaştırmakla işe başladığı. Hoş, kendisi de kurtarmaktan değil kucaklamaktan bahsediyor ya. Zaten her gelen önce bir kucaklıyor… Neyse, konuyu dağıtmayalım.
En iyisi biraz da onlardan öğrenmek… Onlar bizim başımızı gözümüzü bağladıkça bıkmadan usanmadan takkeleri düşürmeye devam etmek. Hoş, biz bacılarla başladık bile! Takke ha düştü, düşecek de maksat keli göstermek. O zaman, herkes iş başına.
Haftaya şu tüp kardeşlerin takkeyi biraz da buradan zorlayalım bakalım.
Sağlık ve esenlikle görüşebilmek umuduyla…