Değişim tüm siyasal aktörleri tek bir istikamete, liberalizme yönlendiriyor
Değişim tüm siyasal aktörleri tek bir istikamete, liberalizme yönlendiriyor. Yani kapitalizmin krizi ve emperyalist hegemonyadaki sarsıntı berberinde güçlü bir ideolojik alternatifi getirmiyor. Bu seçeneksizliği üreten esas neden hiç kuşku yok ki sosyalizm idealinin yeni tarihsel dönemin şartlarında tanımlanamamasıdır
Gezi direnişi küresel toplumsal hareketliliğe eşlik etti. Bu hareketliliğin en güncel ve en sert yaşandığı alan da Ortadoğu. Farklı saiklerle başlasa da gitgide bölgenin kadim çatışma eksenine oturan bu hareketliliğin Türkiye’yi de içine alan bir nüfuzu var. Gezi, mutlaka önemsememiz ve öne çıkarmamız gereken benzer dinamiklerine rağmen ‘batı’ dünyasında beliren ‘yeni toplumsal hareketlerin’ ikizi değil. Ama Ortadoğu’da hakim çatışmaya iltisaklı bir kutuplaşmadır. Dolayısıyla da ‘doğuludur’ denemeyecek kadar da ‘yerel bir hareket.’
Ortadoğu çözülüyor. 20. yy şartlarının belirlediği ve dış müdahalelerle şekillenen ulusal devletler toplumsal bir uzlaşmayı yansıtan siyasal mekanlar olmaktan hızla uzaklaşıyor. Aslında emperyalistler açısından da tekrardan bir ‘doğu sorunu’ hasıl oluyor. Irak’ta henüz yeni düzenin oturmamasından ileri gelen sıkıntılar sürerken önümüzdeki dönemde 900 km’lik sınırın karşı tarafında Suriye diye bir siyasi ünite de muhtemelen olmayacak. Mevcut rejimlerin devamı veya sonlanması çerçevesine sığdırılamayacak ölçekte bir dönüşüm yaşanıyor. Eskinin devamının mümkün olmadığı yeninin de netleştirilemediği bir türbülans içersindeyiz. Ortadoğu siyasetini bugüne kadar belirlemiş ‘batılı’ veya ‘doğulu’ tüm rejim kalıplarını gitgide hükümsüzleştiren bu eğilimin, önünde durulamayacağı aşikar.
Mezhepsel ve etnik siyasetler açığa düşerken
Gelişmelere mezhepsel veya etnik bir mahiyet kazandırmaya çalışan tüm siyasetlerin de açığa düştüğü bir dönemden geçiyoruz. Örneğin AKP eliyle yürütülen özellikle de Suriye’den gelen Arap Sünni sığınmacıları ‘toplumlaştırmaya’ dönük ve sınırları anlamsızlaştıran ‘paralel din uluslaşması’ aynı hat üzerinde Kürtler arasına örülen duvarla tüm demokratik ve insani meşruiyetini yitiriyor ve doğal olarak da ‘kapsayıcı’ Osmanlı vizyonunun darlaşmasına, güçsüzleşmesine yol açıyor. Kürt Hareketi de ‘kavmi uluslaşmayı’ aşan bu toplumsal eğilime ilişkin tüm farkındalığına rağmen ulusal temelli omurgası nedeniyle ‘kapsama alanını’ genişletemiyor. Çözümü eskinin devamında gören ve Türklük şemsiyesinde ısrar eden ulusalcı çizginin kısıtlarını ise bizzat kendi milliyetçiliği ve tescillenmiş başarısızlığı üretiyor. Kısacası Türkiye hegemonik siyasal birliğin dağıldığı ve geçmişin çizgisel devamı gibi gözüken ama tamamen yeni olgular olarak ele alınması gereken bir ‘regenerasyon’ sürecine girdi. Siyasal alanın, mevcut siyasal aktörlerle birebir örtüşmeyen ve daha bir dizi geçişlerin ardından oturacak bir dilimlenmeye doğru gittiğini söylemek mümkün.
‘Sağ Cumhuriyetçilik’
Türkiye sağı bir ‘siyasal küme’ olarak değişiyor. Kökleri Osmanlı’ya uzanan ve Cumhuriyet döneminde siyasallaşan milliyetçi-muhafazakar kesimlere atıfla oluşturulan bu kategorinin AKP devleti eliyle İslami esaslara dayalı bir siyasal varoluşa meyillendirilmesi ve bunun yarattığı iç çelişkiler gitgide bir ‘blok’ olarak değerlendirilmesini mümkün olmaktan çıkarıyor. Böylesi bir düzlemde beliren siyasal İslam ise uzun mazisine rağmen dinsel bir uluslaşmayı temsil edecek kudrette ve yeni bir olgu olarak siyasal alana yerleşiyor. Siyasal İslamcı söylemin belirginleşmesiyle senkronize olabilen bir ‘muhafazakarlığın’ zorluğu sağ blokta yeni çatışma ve bölünme eğilimlerinin de uç vermesine yol açıyor. Bu noktada güncel Ortadoğu şartlarının yol açtığı bu siyasal İslam belirginleşmesinin bir erken doğum şeklinde gerçekleştiğini ve de bugüne kadar ona yaşam olanağı sağlayan ‘küvez’ini de kaybetme riskiyle karşı karşıya olduğunu vurgulamak lazım. Milliyetçi ve dinsel siyasete fidelik etmiş sağ siyaset alanı önümüzdeki süreçte daha çok ‘sağ Cumhuriyetçilik’ diyebileceğimiz bir çizgiyi besleyeceğe benziyor.
‘Liberal Cumhuriyetçilik’, ‘Sol Cumhuriyetçilik’
Aynı izleği, çatısını Kemalizm’in oluşturduğu merkez sol için de sürdürmek mümkün. Bütün tek tipçi kodlarına rağmen toplumsal gerçeklik karşısında direnemeyen ve yeniden iktidarlaşmanın yolunu ararken bir restorasyon basıncıyla karşılaşan merkez sol bu süreci liberalizme stepneleşme şeklinde yürüterek gerçek manada sola yönelme ihtimalinden uzaklaşıyor. Ilımlı İslam denemesinin başarısızlığının ardından bu seçeneğin egemenler katında itibar görmesi ve kotarılması, söz konusu liberalleşmenin sınıfsal temelini de açıklıyor. Kuşkusuz böylesi yön tercihleri kendi sahasında boşluklara ve bu boşlukları doldurmaya aday yeni siyasal girişimlere de yol veriyor. Bu bağlamda da, daha çok TKP üzerinden tartışılan yönelimlerin, aslında ‘sol cumhuriyetçilik’ diye adlandırabileceğimiz yeni bir siyasi olguyla ilgili olduğunu düşünmek gerekiyor.
Büyük boşluk karşısında tek gerçek çözüm
Kuşkusuz siyaset dünyası basit kategorileştirmelere hele de kahinliklere hiç uygun olmayan bir ihtimaller sağanağı altında. Aslında bu karmaşa bile başlı başına bir değişikliğe işaret ediyor. Ortadoğu’daki gelişmeler ve elbette ki Gezi direnişi tüm siyasal pozisyonların yeniden belirleneceği bir dönemi başlattı. Örneğin, ‘Kemalizm yeniden sahne alıyor’ denilen yerde neo-Kemalizmi tartışıyoruz veya dini esaslara dayalı yaşam baskısının tavan yaptığı bir dönemde ‘muhafazakar’ adreslerden ‘özgürlükçü’ itirazlar gelişiyor. Önemli olan şu; bu değişim tüm siyasal aktörleri tek bir istikamete, liberalizme yönlendiriyor. Yani kapitalizmin krizi ve emperyalist hegemonyadaki sarsıntı berberinde güçlü bir ideolojik alternatifi getirmiyor. Bu seçeneksizliği üreten esas neden hiç kuşku yok ki sosyalizm idealinin yeni tarihsel dönemin şartlarında tanımlanamamasıdır. ‘ulusal kurtuluş’ mücadeleleri bağlamından ‘toplumsal kurtuluş’ idealine geçiş sosyalizm cephesinde bir dizi bulanıklığa ve kaymalara yol açıyor. Ancak, toplumsal mücadeleler içersinde devam edecek bu geçiş, insanlığı öğüten ‘büyük boşluk’ karşısında tek gerçek çözüm şansı olarak duruyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.