Türkiye sosyalist hareketiyle ilgili olan hiç kimse, Kemal Okuyan’ın ve Aydemir Güler’in provokatif kibirli söylemlerine yabancı değil. TKP’nin önde gelen iki ismi Okuyan ve Güler çaresizce saldırma tavırlarından yıllardır vazgeçmiyorlar Kemalizm üzerine değerlendirmeler, bir süredir yaygınlaştı. Bunun temel nedenlerinden biri, Kemalizm’in (eskisi kadar güçlü olmasa da) hâlâ bir meşruiyet normu olarak kendini dayatması. Her ne kadar […]
Türkiye sosyalist hareketiyle ilgili olan hiç kimse, Kemal Okuyan’ın ve Aydemir Güler’in provokatif kibirli söylemlerine yabancı değil. TKP’nin önde gelen iki ismi Okuyan ve Güler çaresizce saldırma tavırlarından yıllardır vazgeçmiyorlar
Kemalizm üzerine değerlendirmeler, bir süredir yaygınlaştı. Bunun temel nedenlerinden biri, Kemalizm’in (eskisi kadar güçlü olmasa da) hâlâ bir meşruiyet normu olarak kendini dayatması. Her ne kadar resmi tarih yeniden yazılmaya başlasa, Kemalizm’in sol ve sağ unsurları devletten tasfiye edilse de izlerini kısa sürede silmek mümkün değil.
Tartışmayı tetikleyen gelişmelerden bir diğeri, Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) kuruluşu. Reel sosyalizmin çöküşüyle birlikte sosyalist hareket içinde yaşanan ideolojik keşmekeş içinde, solun birliği tartışmaları had safhaya çıktı. Esasında bir özgüven sorunundan beslenen birleşip güçlenelim fikri, Kürt Hareketi’nin ekseninde geniş bir kesimi bir araya getirdi; haliyle bu da HDP’nin kendisini Kemalizm’e karşı da tarif etme gerekliliğini doğurdu.
Solun genelinde olmasa da kendi çevrelerinde Kemalizm tartışmasını tetikleyen bir diğer gelişme ise TKP’nin kendine açmaya çalıştığı kulvar. Uzunca bir süredir devrimci, sosyalist hareketlerden “ayrı” davranmaya çalışan TKP’nin 1 Mayıs süreçlerindeki reformist tutumu, beklentisini büyük ölçüde gerçekleştirmiş oldu; ama ne yazık ki onu bir çekim merkezi haline getirerek değil, solun genelinden tecrit ederek.
Esasen anlamlı olan, ilk iki nedenle yaşanan güncellemedir ve bu pencerede bir tartışmanın yürütülmesi daha anlamlı bulunulabilir. Ancak üçüncü güncelleme, bir tartışmadan ziyade müdahaleyi gerektirdiğinden, bu yazıda TKP’nin şahsında somutlaşan ulusalcı eğilimin çarpıtması üzerine durulacaktır.
TKP’nin, Sol Gazetesi’nin ve Sol Haber Portalı’nın önemli isimlerinden Kemal Okuyan’ın 29 Ekim 2013’te yayınlanan “Marx Cumhuriyetçiydi!”1 başlıklı yazısı, bir tartışma için değilse bile bu müdahale için en uygun açıklama olsa gerek. Bir değerlendirmeden ziyade el ilanı niteliğinde olan bu yazıyı okuyanlar, haklı olarak ciddiye alınacak bir yanı olmadığını düşüneceklerdir. Kanımca iler tutar yanı olmasa da, hatta üzerine yazı yazma gereği duyanları kuyuya atılmış bir taşı çıkarmaya çalışan deli konumuna sürüklese de yazılanları görmezlikten gelmemek gerek. Çünkü TKP, kendisine gönül vermiş kişilerin bir kuşak olarak yanlış bilgilendirilmesine yol açmaktadır.
Okuyan, daha başından kelime oyunlarına başvurarak, koca bir tarihi tersyüz etmekle kalmıyor; Marx’ın analizlerini, TKP’nin manevralarına alet ederek şöyle giriş yapıyor: “Marx’ın ABD’deki Cumhuriyetçilerin destekçisi olduğunu bilir misiniz? Bush’un partisinin yani…”
“İki cümlede maksimum başarısızlık nasıl sağlanır?” tarzında bir yarışma olsa, kuşkusuz Okuyan, liderliği zorlardı. Ancak iddiaların sahibi bir “komünist” partinin ideologlarından ve önderlerinden olunca, yukarıda andığım gerekçelerle bilinçli olarak tahrif edilen gerçekleri düzeltmek daha doğru bir tutum olacaktır.
1-İddia: Marx, ABD’deki Cumhuriyetçilerin destekçisi idi. Doğrusu: Marx, Amerikan İç Savaşı’nda köleci Güney’e karşı Cumhuriyetçilerin liderliğindeki Kuzey’i desteklemiştir. Bütün Marksistler bilir ki Marx’ın buradaki tutumunun nedeni ne ise, İngiltere’nin Hindistan’daki rolüne dair tutumundaki nedenler de aynıdır. Okuyan’ın mantığını takip edersek o zaman kestirmeden “Marx, İngiliz sömürgeciliğini destekledi” de demek lazım; çünkü Hindistan’ın sosyoekonomik yapısı üzerine İngiltere’nin sahip olduğu ilerici role vurgu yapmıştı. Hatta Okuyan’ın zihniyetine sahipseniz, Marx’ın tarihsel bir dönemde ve özel bir nedene dayanarak verdiği desteği evrenselleştirip genelleştirerek Marx’ın burjuvaziyi savunduğunu da iddia edebilirsiniz. Öyle ya, Komünist Manifesto’da da Marx ve Engels, burjuvazinin ilerici yönüne vurgu yapmadılar değil.
2-İddia: Bush’un partisi. Doğrusu: Marx’ın tarihsel bir dönemde ve özel nedenlerle desteklediği Bush’un değil Lincoln’ün partisidir. Kaldı ki şu anda da Cumhuriyetçilerin lideri Bush değildir. Peki Okuyan bunu bilmiyor mu? Elbette biliyor. Ama bir taşla birden çok kuşu vurmaya çalışıyor. Önce Marx’ın “iyi niyetli ortalama adam” olarak tanımladığı Lincoln yerine Cumhuriyetçileri, dünya halklarının baş düşmanlarından Bush’un ismiyle bir araya getiriyor, ardından da “Marx, Bush’un Cumhuriyetçileri’ni bile desteklemişti, biz Kemalizm’i desteklemişiz; çok mu?” kurnazlığıyla ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışıyor. Bu niyetini de saklamıyor, yazının son cümlesinde açıkça belirtiyor: “29 Ekim 1923’ten bize ne diyen solculara hatırlatılır!”
Kişisel fikrim, Kemalizm’in belirli tarihsel bir dönemde ilerici yönleri olduğu yönünde. Özellikle anti-emperyalist yön ve laiklik konusunda atılan adımlar, döneminin ilerici gelişmeleridir. Kemalizm’in ilerici rolü, sadece muhtevasına bakarak tespit edilemez; oynadığı rol açısından da değerlendirilmelidir. Bu konuda, ismine el koydukları TKP’nin kurucusu olan ve destek için Türkiye’ye gelirken arkadaşlarıyla Karadeniz’de öldürülen Mustafa Suphi’nin de katıldığı Doğu Halkları Kurultayı’nda yapılan tespitler, önemli katkılar sunmaktadır.
35’i Türk, toplam 1891 delegenin katıldığı ve Eylül 1920’de Bakü’de toplanan Doğu Halkları Kurultayı’nda2 dünya, ikiye bölünerek (bir tarafta ABD, İngiltere, Fransa, Japonya’nın içinde yer aldığı dört emperyalist devletten oluşan 250 milyon nüfuslu ezenler; diğer tarafta ise 1 milyar 250 milyonluk nüfustan oluşan ezilenler); bu devletlerin, Doğu’nun zenginliklerini sömürdükleri iddia edilmiş ve şu sonuca ulaşılmıştır: Batı proletaryasıyla Doğu devrimci akımı birleşmeli; köylü yığınları feodalizm kalıntılarına ve Avrupa emperyalizmine karşı örgütlenmelidir.
Ezen-ezilen ulus ilişkisi ile ezilen ulusların örgütlenmesi sorununu bu çerçevede gören Kurultay, diğer Doğu ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de toplumsal devrimin dinamiğini köylülerde görmüş ve Mustafa Kemal yönetimini şöyle değerlendirmiştir: “Eğer Türkiye’deki Mustafa Kemal yönetimi veya İran’daki ya da Hindistan’daki ulusal kurtuluşçu yönetimler, kapitalist toplumu benliklerinde olduğu gibi yaşatarak İngilizleri kovar ve İngiltere’ye ulusal bağımsızlıklarını kabul ettirmeyi başarırlarsa, ekonomik açıdan İngiltere’ye bağımlı olmaya devam edeceklerdir. Siyasal bağımsızlık uluslararası sanayi sermayesinin sızmasından onları koruyamayacaktır, bu sızmadan veya yerli bir sanayi sermayesinin oluşmasından, ulusal sanayinin üretim araçlarının özel mülkiyeti üzerine temellenerek gelişmesinden sonra köylü sınıfı kendisini kelimenin tam anlamıyla yıkıma sürükleyecek olan acıyla dolu kapitalistleşme sürecini yaşamak zorunda kalacaktır.”
Bu tespitlerin ardından Doğu Halkları Kurultayı, Türkiye ile ilgili şu kararları almıştır: “1-Kurultay, dünya emperyalizmine karşı savaşan ve özellikle Doğu halklarını ezen ve sömüren İngiliz-Fransız emperyalizmi korsanlarının tüm dünya emekçilerini kölelik altında tutmak için sürdürdükleri çabalara karşı koyan Türk savaşçılarına sevgilerini ifade eder. Aynen Komünist Enternasyonal İkinci Kongresi’nde olduğu gibi Birinci Doğu Halkları Kurultayı da yabancı emperyalistlerin boyunduruğundan Doğu’nun ezilen halklarını kurtarmaya çalışan ulusal devrimci hareketleri desteklemek istediğini bildirir.
2-Bu arada Kurultay, Türkiye’deki ulusal devrimci hareketin yalnızca yabancı sömürücülere yönelik olduğunu ve bu hareketin işçi ve köylülerin ezilmekten ve sömürülmekten genel anlamıyla kurtulmaları demek olmayacağı gerçeğini de ortaya koyar. Bu hareketin başarısı Türk çalışan yığınları için en önemli sorunların çözümünü getirmeyecektir: Toprak sorunu ve vergiler sorunu, değişik uluslardan oluşmuş Doğu’nun kurtuluşu için en önemli engel olarak kalacaklardır.
3-Kurultay, geçmişte bir grup emperyalist gücün çıkarları için Türk işçi ve köylülerini ölüme götüren ve Türkiye’nin çalışan yığınlarını yüksek rütbeli subaylar ve zenginler diktatörlüğü gibi çift taraflı bir tehlikeye sürükleyen bu hareketin önderleri hakkında ihtiyatla söz edilmesi gerekliliğine inanır. Kurultay onlara eylemleriyle halka hizmet etmeye hazır olduklarını kanıtlamayı ve eski yanlışlıklarının izlerini silmeyi önerir. Kurultay bir yandan Türkiye’nin ve Doğu’nun çalışan yığınlarını ulusal devrimci hareketi desteklemeye çağırırken, öte yandan Türk işçi ve köylülerini kendi öz örgütlerinde toplanıp yabancı emperyalistlerin kurtuluş savaşının sonunda zenginlerle olan ilişkileri ve onlar üzerindeki etkileri sayesinde pay almalarına, bürokratların ve generallerin (paşalar, derebeyleri vb), köylülerin sırtından geçinmelerine hiçbir biçimde izin vermemelerini salık verir. Ancak böyle olursa Türkiye’nin emekçi halkı sömürücülerden ve baskıcılardan kurtulabilir; ancak böyle olursa fabrikalar, tarlalar, madenler genel bir deyişle ülkenin tüm zenginlikleri yalnız ve yalnızca emekçilerin çıkarları için kullanılabilir.”
Komintern’in bu görüşleri, Lenin’in3 1916 yılının ilk aylarında kaleme aldığı bir makaleyle önemli ölçüde örtüşmektedir. Bu makalesinde Lenin, burjuva ulusal hareketlerden yola çıkarak dünyayı üçe bölmektedir: “Birincisi; Batı Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nin gelişmiş kapitalist ülkeleri. Bu ülkelerde ilerici burjuva ulusal hareketler çoktan sona erdi.
İkincisi; Doğu Avrupa (Avusturya, Balkanlar ve özelikle Rusya). Bu ülkelerde, burjuva demokratik ulusal hareketleri geliştiren ve ulusal mücadeleyi yoğunlaştıran özellikle 19.yüzyıldı. (…) Burada en zor ve en önemli görev, ezen ulusların işçilerinin sınıf mücadelesini, ezilen ulusların işçilerinin sınıf mücadelesiyle birleştirmektir. Üçüncüsü; Çin, İran ve Türkiye gibi yarı-sömürge ülkeler ile bütün sömürge ülkeler, ki bu ülkelerin toplam nüfusu bir milyarı bulmaktadır. Bu ülkelerde burjuva-demokratik hareket ya yeni yeni ortaya çıkmaktadır ya da daha tamamlanmamıştır. Sosyalist karşılık beklemeksizin, sömürgelerin özgürlüğünü -ki bu talebin siyasi ifadesi kendi kaderini tayin hakkını tanımaktan başka bir anlam ifade etmez- acil ve koşulsuz olarak savunmakla kalmamalı, bu ülkelerdeki burjuva demokratik ulusal kurtuluş hareketleri içinde yer alan daha devrimci öğeleri kararlı bir biçimde desteklemeleri ve onların kendilerini ezen emperyalist güçlere karşı ayaklanmasına -ya da söyle bir şey olması halinde, devrimci savaşına- yardım etmelidir.”
Görüldüğü gibi Lenin’e göre tüm proletarya, demokratik talepleri için mücadelesini burjuvaziyi devirmeyi amaçlayan devrimci mücadelesine bağlamalıdır. Aynı şeyi Chatterjee’nin4 soyutlamasıyla ifade etmek gerekirse, “Avrupa dışı dünyadaki ulusal sorun, tarihsel olarak bir sömürge sorunuyla iç içe geçmiştir.”
Gelelim Kemal Okuyan’ın kurnazlığında somutlaşan TKP’nin sol-Kemalizm pozisyonuna. Marx, Lincoln’ün Cumhuriyetçilerini köleci Güney’e karşı yürüttüğü savaştan dolayı desteklemişti, başka da bir anlam yüklemedi. Hem Lenin liderliğinde toplanan Doğu Halkları Kurultayı ve Komintern hem de Türkiye sosyalist hareketinin büyük bir kısmı da benzer sebeplerle tarihsel dönemdeki ilerici yönlerinin ve rolünün hakkını teslim etti. Peki TKP, bugünün sorunları için hangi gerekçeyle 29 Ekim’i destekliyor?
Kemal Okuyan, Kemalizm’e dair bu çerçeveden hiçbir açıklama yapmamaktadır; ancak “yazı”sının devamında Marx’ın neden o dönem Lincoln’e destek verdiğine kabaca da olsa değinmektedir. Peki o zaman neden bu çarpıtmalarla kendi satırlarına sıkıyor? Çaresizliğinden; “29 Ekim 1923’ten bize ne?” diyen solculara “tokat” atmak için duyduğu dayanılmaz isteğe Marx ile meşruluk kazandırma çabasının yarattığı derin çaresizlikten.
Bu çaresizlik, aslında yeni değil. 2007’den itibaren süren 1 Mayıs Taksim çatışmalarını hatırlayalım. “1 Mayıs meydanı Taksim’dir!” diyen herkesi, “alan fetişizmi” yapmakla suçlayıp ayrı bir eylem örgütlemeye çalışan, ama sınıf mücadelesinin basıncıyla 2013’e kadar Taksim’de yer almak zorunda kalan TKP’nin önemli isimlerinden Aydemir Güler, 2009’da Taksim için çatışan sola kibirli bir söylemle şöyle ahkam kesmişti: “Bir ara fırsatım olursa, çiçek saksılarından barikat kurulabileceğini sananlar için, 138 yıl önce Paris’te işçilerin hangi boyutlarda barikatları nelerden imal ettiklerini, zamanında Kamu Selamet Komitesi’nin yayınladığı bir bildiriden hareketle aktarmayı düşünüyorum. Barikatın ciddi bir iş olduğunu öğrenmekte yarar vardır.”5
Bu ifadelere Kutay Meriç6, zamanında yeterli bir yanıt vermişti. O yüzden o dönemki Taksim tartışmalarına değinmeyeceğim. Benim merak ettiğim sorular, daha çok bugüne dair:
1-Neden TKP de tüm sol ile birlikte Gezi Direnişi’nde Gezi Parkı’nı ve Taksim’i; yani bir alanı tutmayı savundu? Kendisi de mi “alan fetişizmi”ne yakalandı? Yoksa onların tavırlarını 1 Mayıs’taki tavırdan ayırt eden, herkesi “alan fetişisti” yapıp onları yapmayan başka bir şey mi var?
2-TKP’liler, Gezi Direnişi süresince saksıdan barikat yapmaya çalıştı mı? Eğer yapmaya kalktılarsa, Aydemir Güler bunu ciddiye almıyor; haberleri olsun. Yok eğer Aydemir Güler, Kamu Selamet Komitesi’nin yayınladığı bildiriden hareketle barikatın nasıl yapılacağını önceden öğrettiyse, bunu bizimle de paylaşsın ki daha “ciddi” barikatlar örebilelim. Malum, direniştekiler barikat için kamyon ele geçirip kum dökme, evlerden koltuk takımı atma, bol miktarda kaldırım taşı sökme, saksı kullanma, lazer ışık tutma “gafletlerinde” bulundular. Hatta -Aydemir Güler çok kızacak ama- Hatay Armutlu Mahallesi’ndeki direnişlerde kadınlar, tülbentlerini sokaktaki gençlere attılar biber gazından korunsunlar diye. Tülbent (saksı), biber gazından korunmayı ve onu engellemeyi (barikat) sağlar mı hiç; “ciddiyetsizlik” işte!
Ciddiyetsizlikler bununla da sınırlı değildi! Duran adam neydi öyle? Polisin karşısında kıpırdamadan durmak ne demek? Böyle barikat olur mu? Polis aradan geçer gider! Hangi selamet komitesi şeysinde yazmış böyle bir barikat inşaatı olabileceği?
Ya merdiven boyamaya ne demeli? Ciddiyetsizliğin haddi hesabı yok! Fırça izleriyle barikat kurulduğuna kim tanık olmuş?
Türkiye sosyalist hareketiyle ilgili olan hiç kimse, Kemal Okuyan’ın ve Aydemir Güler’in provokatif kibirli söylemlerine yabancı değil. TKP’nin önde gelen iki ismi Okuyan ve Güler çaresizce saldırma tavırlarından yıllardır vazgeçmiyorlar.
Çünkü yoksul mahallerde, işçi sınıfının içinde mücadele imkanları yaratmak için kuram geliştiremediklerinden, solun içinden alan açmaya, bunu da sola saldırarak yapmaya çalışıyorlar.
Yeni olan, ayrı davranma çabası da değil. Sadece Taksim 1 Mayıs süreçlerini hatırlatmaya gerek yok, Gezi Direnişi de bunun örnekleriyle dolu. TKP önce Taksim Dayanışması’nı inisiyatif olarak tanıdığını ilan edip hem Taksim Dayanışması hem de solun tamamı “yaşam alanları referanduma konu edilemez” demesine rağmen, açıklamasını unutarak Gezi Parkı ile ilgili referanduma “hodri meydan” söylemiyle evet demişti. Hatta direnişin ilk günlerinde, rakipleri olarak gördükleri CHP ve İP’ten öğrenmiş olsalar gerek, parti rozeti takma “eylemi” de yapmıştı7.
Yeni olan ulusalcı eğilimleri de değil. Bunun en tipik, hatta ibret verici örneği, Ermeni sorunu ile ilgili değerlendirmeleridir. Bir ara sosyal medyada da tartışma konusu olan TKP’nin değerlendirmelerine yeniden bakmak istediğinizde “erişim engellendi: bu sayfaya erişim izniniz yok”8 uyarısıyla karşılaşıyorsunuz. “100 Soruda Türkiye Komünist Partisi”9 isimli yayının (ki bu yayın da TKP’nin sayfasından kaldırılmış) “TKP, Ermeni Sorunu Hakkında Ne Düşünüyor? Ermeniler Soykırıma Mı Uğradı?” başlıklı bölümünde, şöyle denmektedir: “….İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yeniden tanımlanan haliyle bir soykırımdan söz edilemez. Dağıtılan bir devletin, emperyalist paylaşımın konusu haline gelmiş toprakları üzerinde büyük ve geri dönüşsüz bir felaket yaşanmıştır. Ancak faturası Osmanlı’nın devamı olarak Türkiye Cumhuriyeti’ne değil emperyalist ülkelere kesilmelidir. Devamında Anadolu’nun işgali ve bölge paylaşılmış olması da bu büyük felaketin asıl sorumlularını açıkça göstermiştir.” (Vurgular bana ait)
TKP, soykırımın, “İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yeniden tanımlanan hali”ni (ki bu tanımı kimin yaptığını söylemediğine göre Birleşmiş Milletler’in yaptığı tanımın kast ediliyor olması kuvvetle muhtemel) açıklamayı “unutmuş” anlaşılan. Bu bilgiyi tamamlayalım. Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Engellenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nde soykırım, şöyle tanımlanmaktadır: “Ulusal, etnik, ırksal ve dinsel bir grubun bütününün ya da bir bölümünün yok edilmesi niyetiyle girişilen şu hareketlerden herhangi biridir: Grubun üyelerinin öldürülmesi; grubun üyelerine ciddi bedensel ya da zihinsel hasar verilmesi; grubun yaşam koşullarının bunun grubun bütününe ya da bir kısmına getireceği fiziksel yıkım hesaplanarak kasti olarak bozulması; grup içinde doğumları engelleyecek yöntemlerin uygulanması; [ve] çocukların zorla bir gruptan alınıp bir diğerine verilmesi.”
Sözün bittiği nokta! İsmi komünist olan bir partinin, Ermeniler hakkında yukarıdaki kıstaslardan herhangi birinin uygulanmadığını iddia etmesi ne kadar da hazin… Üstelik de emperyalizmin kurumsal araçlarından olan Birleşmiş Milletler’in bile gerisinde olmak!
O zaman baştaki tartışmaya dönerek bitirelim konuyu. Hani Kemal Okuyan lafı “Marx Bush’un Cumhuriyetçilerini desteklemişti, biz 29 Ekim 1923’ü desteklemişiz; çok mu?” demeye getiriyordu ya; Ermeni soykırımının uygulanmadığını söyleyen TKP, 29 Ekim’i kutlamış; çok mu?
NOT: Bu satırlarken yazıldığında Kemal Okuyan yeni bir “yazı” daha kaleme alarak, “Marx Ergenekoncuydu”10 dedi. Şaşıran olmamıştır sanırım.
Dipnotlar:
1 Erişim Adresi: http://haber.sol.org.tr/
2 Ayrıntılı bilgi için bkz: Birinci Doğu Halkları Kurultayı-Bakü 1920 (Belgeler), Kaynak Yayınları, İstanbul, 1999. (Kurultayda yapılan alıntılardaki vurgular, bana aittir.)
3 V.I.Lenin, “Sosyalist Devrim ve Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı”, Marksizm ve Ulusal Sorun, (Çeviren: Gökhan Atılgan), Evrensel Basım Yayın, İstanbul, 2006, s. 136-137.
4 Partha Chatterjee, Milliyetçi Düşünce ve Sömürge Dünyası, (Çeviren: Sami Oğuz), İletişim Yayınları, İstanbul, 1996, s.15.
5 Bu yazı, http://haber.sol.org.tr/
6 Erişim Adresi: http://www.sendika.org/2009/
7 TKP’nin burjuva siyasi argüman ve politikalarından ayrı davranma yerine soldan ayrı davranma çabasının nelere yol açabileceğinin en çarpıcı örneklerinden biri, Gezi Direnişi sırasında Antalya’da yaşandı. Tüm Antalya muhalefetinin birlikte trafiği yola kapatarak yasaklı alan Cumhuriyet Meydanı’na girdiği gün, TKP yine ayrıca bir kortej oluşturarak meydana bir saat kadar geç girmişti. Ancak TKP’nin meydana girdiği saatte emek ve demokrasi güçlerinin eylemi bitmiş, meydanda sadece ulusalcılar kalmıştı. Kısa bir süre sonra da bugün propagandasını yaptıkları Türk bayraklı kitleler, TKP’lileri sopalarla döverek meydandan atmışlardı.
8 Erişim Adresi: http://www.tkp.org.tr/soru/
9 Erişim Adresi: http://www.tkp.org.tr/yuz-
10 Erişim Adresi: http://haber.sol.org.tr/
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.