Ahmedim… Dostlarla oturduk felekten bir gece, andan umut çalmak babında… Öyle türküler, şarkıllar, sohbetler… Haye haye em kecika kurdane… Hafif hissettim kendimi sanki bir Eylül aksamı dostlarla söyleşmişiz de, yemişiz içmişiz serin bir rüzgara yaralarımızı açmışız gibi. Öyle bir ferah hissettim kendimi. Sanki az sonra güzel bir haber alacakmış eksik bir notayı söylenen ezgilerde bulacakmışız gibi. […]
Ahmedim…
Dostlarla oturduk felekten bir gece, andan umut çalmak babında… Öyle türküler, şarkıllar, sohbetler… Haye haye em kecika kurdane… Hafif hissettim kendimi sanki bir Eylül aksamı dostlarla söyleşmişiz de, yemişiz içmişiz serin bir rüzgara yaralarımızı açmışız gibi. Öyle bir ferah hissettim kendimi. Sanki az sonra güzel bir haber alacakmış eksik bir notayı söylenen ezgilerde bulacakmışız gibi. Ahmet Arif hali biraz ilktir dost elinin hançersizliği. Çok uzun zaman önce Gültepe’de rutubet akan duvarlarından bir evde adını bile anımsamadığım bir kız tarifini etmişti, çok yorulan ayakların sudaki serinliği. Çocukluk askının adını anmak, sanki telli arabaya çok yakışan bir pul bulmak, kafa karışta misket aşırtmak, ebelemeçte ebeden kaçmak, yahut macun, kâğıt helva, kaymaklı dondurma, leblebi şekeri…
Hatırla sene 94. Üç gün hastalanıp okula gelemeyen arkadaşı ‘Meksika’da Zapatistler devrim yaptı’ diyerek kandırmıştık. Sevgilinin omuzundaki gamzeden öpmek gibi, ezberden okuduğun ilk 23 Nisan şiiri gibi, ilk yasadışı eylemin, ilk kuşlaman, yazılaman, 1 Mayıs’ta ayakkabı boyasıyla yazılan pankarta yağmurda aktı diyerek gülümsemek gibi, annene söylediğin ilk yalan, sahilde kayalıklarda gözünü kapatıp utanarak öpüşmek gibi…
İşte dostum, kardeşim, Ahmet’im, çocuğum, yol arkadaşım, yârenim böyle bir gecede aldım olum haberini. Vurulup düşmüşsün, yatarsın kan revan, buz tutmuş bedenin, gözlerin açık, çözülmemiş yumruğun…
Kardeşim ben bu gece bir güzel uyuyacaktım, uyutmadılar. Ak düşlere dalacaktım, kurdurmadılar. Omuzum tutulacak, sağımdan soluma dönerken ayakkabılarımın eskidiğini, yenisini almak gerektiğini düşünecektim, komadılar. Sen anneciğinin sabun ve temizlik kokan çarşaflarında kim bilir hangi rüyayı görecektin, hangi sabaha aralanacaktı göz kapakların? Ellerinle korka sakına kimin sacına dokunacaktı, kimin gönlünü yakacaktı gözlerindeki ateş, kime sevdalanacaktın?
Dostum, kardeşim, Ahmet’im, çocuğum, yol arkadaşım, yârenim… Ben bu akşam bir filmle ilgili yazacaktım. Ortalıkla dolanıp biraz uykunun kollarına savrulacaktım. Ölüm haberin gündüz vakti canımıza kasteden kursunlar gibi geldi. Ölüm haberin o meşum beyaz Renault’lar gibi geldi. Sabaha karsı saat 3’te kapımıza dayanan özel tim gibi geldi. Yakılan bahçelerimiz bitmeden toprakta ezilen çiçeklerimiz gibi geldi. Ağlayamıyorum bile, alnım kopup dağılacak acıdan…
Ahmet’im adın doğmamış çocuklarımızın adı olsun, nefesin söylenmemiş sözlerimizin tınısı… Çocuğum, kardeşim…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.