Mevsimsel olarak sonbahara 1 Eylül itibariyle girildi. Yaz döneminin malum rehavetinin dağılacağı günler gelip çattı. Yani yine başlıyor iş, okul, direniş… Aslında siyasal olarak da sonbahara girmiş sayılırız. Suriye’de savaş tehlikesi ortalığı sardı saralı ‘gündem’de de bir ‘elektriklenme’ hissediliyor. Savaş insanları tekrar sokaklara dökecek kudrette bir gündem. Hatta ülkede AKP’ye oy veren yüzdenin bile önemli […]
Mevsimsel olarak sonbahara 1 Eylül itibariyle girildi. Yaz döneminin malum rehavetinin dağılacağı günler gelip çattı. Yani yine başlıyor iş, okul, direniş… Aslında siyasal olarak da sonbahara girmiş sayılırız. Suriye’de savaş tehlikesi ortalığı sardı saralı ‘gündem’de de bir ‘elektriklenme’ hissediliyor. Savaş insanları tekrar sokaklara dökecek kudrette bir gündem. Hatta ülkede AKP’ye oy veren yüzdenin bile önemli bir kısmı bile savaş için çok heveskar değil.
AKP hakiki bir savaş istiyor. ABD’nin öncülüğünde oluşacak koalisyonun Suriye’yi birkaç füzeyle cezalandırmasından değil Esad rejiminin yerle bir edilmesinden yana. Suriye’ye dönük bir “fetih hareketi” için yanıp tutuşuyor. Çünkü, dünya jandarmasının paçasına tutunarak yapacağı bu hizmetkarlığın, kaybettiği bir çok şeyi geri getireceğini umuyor. Hem kapitalist çekirdeğe ne kadar sadık olduğunu ispat etmiş olacak hem de resmi bir savaş durumunda otomatikman oluşacak millet/milliyet dayanışması sayesinde içeride tutunacak
AKP’nin her duruma bir planı var ve sıcak sonbahara oldukça hazırlıklı giriyor. Kavgayı sonbahara havale ederek kazandığı zamanda boş durmadı. Açılışları bahane edip düzenlediği mitinglerle ve Mısır’la kitlesini diri tuttu. Ayrıca da iktidarının muhafazasına yardımcı olacak hukuk setini demokratikleşme paketi ve yeni anayasa diye yutturmaya çalışıyor.
Evet ekonomik kriz kapıda bu iktidarın toplumsal desteğini önemli oranda zayıflatır. Sermaye AKP’den gitgide umudu kesiyor. Artık ‘siyasal istikrar abidesi’ olarak görülmüyor. En önemlisi de başta ABD olmak üzere uluslararası kapitalist merkezin AKP’ye bakışı burjuvaziden pek farklı değil ancak vitrinde devam eden bu patırtı kütürtünün ardında AKP’nin zedelenen bu ilişkileri tekrar tamir etmek için çabaladığını da dikkate almak lazım.
Rekabet Kurulu Ali Sabancı’ya ait Pegasus Havayolları’nın başvurusu üzerine THY hakkında soruşturma kararı aldı. Yani yıllardır ekonomik büyümenin emperyal ölçekte timsali olarak gösterdikleri değerleri bile rant masasına koyuyorlar. Bu, kentsel dönüşüm yağması ve büyük proje ihalelerinde ihmal ederek kaybettikleri sermaye gruplarını ne kadar “paylaşımcı” olduklarına ikna edip yeniden iştahlandırabilmenin yanında kendi dönemlerinde gelişen sektörlerin aktörlerini de ödüllendirmeye yarıyor. Ama bu olmuş bitmiş bir anlaşma değil. Sadece soruşturma, yani nihai kararın alınması için daha önümüz de uzun bir zaman var, aynı TÜPRAŞ’ta daha birkaç yıl devam edecek maliye incelemesi gibi. Yani bildik havuç–sopa politikası. Ama önemli olan şu; AKP’nin sermaye ve tüm diğer toplumsal sınıflarla kurduğu bu ilişki biçimi cumhuriyete özgü “özerk” ve buyurgan devlet anlayışıyla birebir örtüşüyor. O nedenledir ki sermaye, asker ve yargı bürokrasinin hallinden sonra daha itaatkar olacağını umduğu siyasetin Kemalist devlet benzeri yeni bir vesayet üretmesinden endişe duyuyor.
AKP ve sermaye arasındaki bu uyumsuzluk merkez sağdan ziyade Siyasal İslam’ın krizine işaret ediyor. Bütün sağı etrafında toplayan ve bu sayede edindiği devlet iktidarının kullanımına dair hiçbir özgün siyasal programı olmayan Siyasal İslam, deneyimlediği cumhuriyet pratiğinden başka bir model geliştiremeyerek siyasal ve ideolojik anlamda bir tıkanma dönemine giriyor. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Ortadoğu’da birikmeye başlayan ve 70’li ve 80’li yıllarda iyice ivmelenen İslami canlanma döneminin, somut siyasi kararlıklar ve iktidar pratiği halini aldığı en üst seviyesinin ardından inişe geçtiğini söylemek mümkün. Solun ideolojik anlamda boş bıraktığı alanın yarattığı imkanlarla da gerçekleşen bu dinamiğin geri çekilmesiyle oluşacak sahada kimlerin yer tutacağı ise tam bir muamma.
Kuşkusuz bütün Ortadoğu tarihinde din, siyasetin yapıtaşlarından biri olmuştur. Bu, geleneksel monarşilerden, Arap milliyetçiliğine dayalı diktatörlüklere ve kısmen yarışmacı rejimlerin sağ aktörlerine kadar bütün siyasal yelpazeyi etkisine alan bir gelenektir. Devletin ve siyasetin meşruiyetini sağlama çerçevesindeki din ve siyaset ilişkisi, bundan sonra da devam edecektir. Ancak İslami devlet ve toplum yaratma iddiasının başarısızlığına paralel olarak sağ siyasetin toplam bir çöküşünü öngörmek de iyimserlik olur. Zira burjuvazinin liberalizm, milliyetçilik ve hatta “aşırı sağ” gibi daha bir sürü enstürmanının olduğunu unutmamak gerekir.
Ayrıca devlet eliyle yetiştirilen yeni burjuva katmanlar ile gelir seviyesi üzerinden kent yaşamına dahil olan yeni orta sınıfın yakaladıkları seviyeyi koruma güdüsü, Siyasal İslam’ın idealizmi karşısında bir ‘burjuva rasyonalizmi’ olarak gelişecektir. Siyasal İslam açısından, yarı yolda bırakılmanın verdiği öfkeyle toplumun alt sınıflarına doğru gösterilen sığınmacı eğilimin, sorumluluğunu üstlendiği yüksek ve hızlı kapitilizasyonun yarattığı tahripkar sonuçların belirginleşmesi nedeniyle, çok parlak sonuçlar yaratmayacağı kesin. Ve bu katmanlar içerisindeki alternatifsizlik avantajı da oldukça zayıfladı. ancak her halükarda siyasal ve toplumsal bir protesto kanalı olarak yerleşikleşeceğini, vuruşarak çekilme eğiliminden de anlamak gerekir.
Dikkat çekici olan, bütün bu siyasal olasılık analizlerinin içersinde solun bağımsız bir odak olarak yer almamasıdır. Güçlü bir anti-kapitalist eğilim için bütün müsait şartlara rağmen solun bir toplumsal proje olarak kendini yeniden üretememesi, ortalıkta gözükmemenin de esas nedenidir. Ancak biliyoruz ki hiçbir tahayyül, basit siyasal program imalatlarıyla geliştirilmez. Önemli olan halkların kardeşliği gibi, adil bölüşüm gibi temel değerlere işaret eden somut pratik politikaları toplumsallaştırabilmektir. Yeni bir toplumsal altüst oluşun içersinde halklar için gitgide daha yakıcı hale gelen bu taleplerin yarattığı nesnel alan, kendine uygun bir solu beklemektedir. Artık yenilgi, ideolojik itibar yitimi ve güçsüzlük gibi tüm bahane ve izahatların geçersizleştiği, sadece ve sadece solun ‘uygunsuzluğuyla’ açıklanacak bir bocalama evresindeyiz. Bu uygunsuzluğu yok edecek, örgütsel, teorik ve siyasal bir yenilenmeyi sorunsallaştırmakla işe başlanabilir ancak bunu ‘nasırlaşmış’ düzlemler üzerinden değil gerçek hayatta açığa çıkan toplumsal enerji ile birleşik yaratmak, yeni bir sol dalganın da müjdeleyicisi olacaktır. Bu basireti göstermek hayatidir zira siyasal güçler alanı, “birinin inişi diğerinin yükselişidir” diye ifade edilebilecek tahterevalli benzeri dengeler üzerine kurulu değildir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.