Namus uğruna bu topraklarda ne çok insan öldürüldü. Namus söylemiyle, yani kadının bedeni üzerindeki erkek egemenliğinin söylemiyle, nice genç kadın öldürüldü. Namus, erkek egemen toplum zihniyetinin bir söylemidir. Kadın-erkek eşitsizliğinin tezahürüdür. Namus söylemiyle, erkek egemen toplum zihniyeti ile vahşice, gencecik kadınların katledildiğine şahitlik ettik. Çünkü o gencecik kadınlar sevemezdi, sevdikleriyle birlikte olamazdı. Bedenleri kendilerine ait […]
Namus uğruna bu topraklarda ne çok insan öldürüldü. Namus söylemiyle, yani kadının bedeni üzerindeki erkek egemenliğinin söylemiyle, nice genç kadın öldürüldü.
Namus, erkek egemen toplum zihniyetinin bir söylemidir. Kadın-erkek eşitsizliğinin tezahürüdür. Namus söylemiyle, erkek egemen toplum zihniyeti ile vahşice, gencecik kadınların katledildiğine şahitlik ettik. Çünkü o gencecik kadınlar sevemezdi, sevdikleriyle birlikte olamazdı. Bedenleri kendilerine ait değildi. Erkeğindi kadının bedeni. Babasının, abisinin, diğer erkek akrabalarınındı o kadınların bedenleri. O bedenin kime ait olacağını da ancak bedenin simgesel sahipleri karar verebilirdi; gerçek sahibi değil!
Kadının bedeni, kadına ait olmadığı gibi, kadının kendine ait dili de olamazdı. Karşı gelemezdi hiçbir konuda erkeklere. Erkeklerin dili, kadının dilidir; tıpkı kadının bedeni, erkeğe ait olduğu gibi. Namusun kadından beklediği mutlak itaattir erkeğe.
Namus, erkekliğin söylemi ve aynı zamanda vahşetin eşanlamlısı olmuştur Türkiye’de. Basına namus konusu yansıdığında, cinayetten bağımsız yansımamaktadır. Namus kavramını duyan, peşinden bir cinayet sözcüğünün geleceğini de bilir olmuştur.
Son günlerde namus sözcüğü yine şiddetle, katliamla anılır oldu. Fakat bu defa farklı bir namus kavramıyla karşı karşıyayız: Demokrasinin namusu, yani demokrasinin sandığı… Sandık demokrasinin namusudur sözü, erkek egemen zihniyetini ve bu zihniyetin iktidarını sergilemektedir.
Demokrasinin namusu sandıktır dedi muktedir ve öldürdü. Ölümlere bahane oldu, meşruiyet sağladı namus sözcüğü. Ethem’e, Abdullah’a, Ali İsmail’e, Mehmet’e ve Ahmet’e… Aynı zamanda gözünü kaybeden 11 kişiye, yaralanan binlercesinin kanına bahane oldu. Muktedirin demokrasi namusunu kirletmişlerdi onlar. Sandıktan çıkan iktidara karşı gelmişlerdi. Özgürlük, demokrasi demişlerdi. Artık yeter, bize de sor demişlerdi!
Namus için öldürülen kadınlar da aynı şeyleri söylemediler mi? Özgürlük istiyorum, bedenim konusunda ben karar vermeliyim, artık yeter, istediğimi severim demişlerdi. Katledilmelerine yetti…
Ve kadınları namus uğruna katleden erkekler, başları dik, gururla namus için öldürdüklerini söylüyordu kameralara. Namusu için öldürmeyene erkek demezlerdi çünkü oralarda. Öldürmesi gerekiyordu. Çünkü kadının bedeninin sahibi önce ailesinin erkekleri, sonra da kocasıydı ve o beden hakkındaki yargıyı verecek olan da kendileriydi.
Benzer şekilde gencecik insanlarımızı öldüren polislerin destan yazdığı söylendi başlar dik olarak kameralara karşı. Demokrasinin namusuna dil uzatmıştı o gençler: Demokrasi yalnızca sandıktan, yani namustan ibaret değil demişlerdi ölümü göze alarak. Kendileri hakkında verilecek kararların, kendilerine de sorulmasını istemişlerdi.
Demokrasinin namusu bir kere kirlendikten sonra temizlenmesi gerekirdi. Erkek egemen toplumlarda, namusu en iyi temizleyen kan değil midir zaten? Ethem’in, Abdullah’ın, Mehmet’in, Ali İsmail’in ve Ahmet’in kanları ile demokrasinin namusu temizlendi.
Kadının bedenini, namus uğruna eve kapattı erkek zihniyeti. Demokrasiyi de sandığa kapattı namus uğruna erkek zihniyetinin iktidarı.
Bu topraklar namus uğruna katletmelerin sona erdiğini göremedi henüz ne yazık ki. Bunun biricik nedeni elbette ki erkek egemen zihniyetin devam ediyor oluşu veya erkeğin, kadın üzerinde iktidar hırsıyla kendini var etmesi değil. Bir diğer nedeni de, bu kokuşmuş erkek zihniyetine karşı duran, ona boyun eğmeyi reddeden cesur kadınların olmasıdır.
Namus dediğimiz erkeğin iktidarıdır. Bu nedenle namus cinayeti de erkeğin iktidarını sorgulayan, sarsan kadınların var olduğunun kanıtıdır. Bir nevi özgürlük, demokrasi mücadelesidir bu. Erkeğin, kadın üzerindeki iktidarını tam olarak sağlayamadığı, kadının zihnine egemen olamadığını ve kadının bu iktidarı reddettiğinin göstergesidir. Özgürlük mücadelesinin de devam ettiğinin işaretidir bu vahşetin nedeni.
Bir devlet ise demokrasinin namusu uğruna zor kullanıyor, insan öldürüyorsa, orada özgürlük mücadelesinin olduğunu anlarız. Zihinler üzerindeki hegemonyanın sonuna gelindiği, zordan başka devletin çaresinin kalmadığının kanıtıdır. Baskıya, zulme boyun eğilmediğinin göstergesidir. İktidarın sarsıldığının tezahürüdür.
Namus kavramının olduğu yerde ölüm vardır, eşitsizlik vardır, fakat bunun karşıtı olarak yaşam mücadelesi, özgürlük mücadelesi, demokrasi talebi vardır, ancak demokrasi yoktur. Namus davasının öldürdüğü isimsiz binlerce kadının ve Ethem’in, Abdullah’ın, Mehmet’in, Ali İsmail’in, Ahmet’in bize hatırlattığı budur.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.