Ne yapabilirim babası da ben de çalışıyoruz, tek oğlumuz itle kopukla arkadaş mı olsun” dedi. 500 liralık ücret karşılığında yeri geldiğinde sabahlara kadar çalışan, 15’ini tamamlamamış oğlu ile aynı fabrikada çalışan anne, herkes tarafından kabul edilebilecek makul bir gerekçe aradı. Bu çabanın boşuna olduğunu anlayınca yaşaran gözlerini kaçırarak “Dediğim gibi tek oğlumuz, babasıyla elimiz ayağımız […]
Ne yapabilirim babası da ben de çalışıyoruz, tek oğlumuz itle kopukla arkadaş mı olsun” dedi. 500 liralık ücret karşılığında yeri geldiğinde sabahlara kadar çalışan, 15’ini tamamlamamış oğlu ile aynı fabrikada çalışan anne, herkes tarafından kabul edilebilecek makul bir gerekçe aradı. Bu çabanın boşuna olduğunu anlayınca yaşaran gözlerini kaçırarak “Dediğim gibi tek oğlumuz, babasıyla elimiz ayağımız tutarken bir ev alalım kiradan kurtulalım dedik. İkimiz de asgari ücretle çalışıyoruz. Kışın çok zorlanıyoruz. Okullar kapandı, bir süre çalışısın, üç beş kuruş katkısı olsun istedik.
***
Abla şimdi diyeceksin ki, çocuk işçinin çalışması yasak, ama ne yapabiliriz. Biz Van depreminden sonra geldik buraya, oradayken okula gidiyordum. Depremden sonra bırakmak zorunda kaldım. Her şeyimizi bıraktık orada. İstanbul’a geldik. İki yıldır çalışıyorum. Yaşabilmek için çalışmak zorundayım. Ailemin buna ihtiyacı var. Yoksa ben istemez miyim diğerleri gibi olmak.
***
Dört aylık hamileyim, işyerine bilgi vermedim, ama ustam biliyor. Dayanabildiğim kadar çalışacağım, sonra da işten ayrılacağım. Burada kadınlar hamile kalınca böyle yapıyor. Fazla mesailere kalmak bizler için, kalamamak işveren için sıkıntı. Bu nedenle biz de ayrılıyoruz.
***
Doktor kontrollerimi mesai saatinden sonra ya da cumartesi almaya çalışıyorum. Doktora çalıştığımı söyledim. O da “akşam 7’den sonra da gelebilirsin” dedi. Böylece ücretimden kesinti olmuyor.
***
İki yaşında oğlum var. Eşim hapiste, çalışmak zorundayım. Çocuğumu anneme bırakıyorum ama o da yarı felçli, dün az kalsın araba çarpıyormuş, içim hiç rahat değil, burada mıyım, orada mıyım belli değil. Hani çocuğumu güvenle bırakabileceğim bir yer ya da bana yardım edecek bir kurum biliyor musunuz? Eşim iki ay sonra gelecek, sonrasında o da bakar.
Sesi, dudakları titriyor, sıkılıyor, utanıyordu anlatırken, arkadaşı lafı yapıştırdı:
Biz diyoruz ona, daha iki-üç gün önce başbakan dedi “çocuğunuzu hibe edin” diye, git ver baksın ama dinlemiyor.” Gülümsüyoruz, daha doğrusu hep birlikte gülümsemeye çalışıyoruz.
***
Siz buraları bilmezsiniz, sanayi geldi, sevindik. “Artık daha iyi yaşarız” dedik ama olmadı. Eskiden de elimizde avucumuzda yoktu, şimdi de yok. Eskiden çoluk çocuk tarlamızda çalışıyorduk. Şimdi fabrikalarda çalışıyoruz. Bir de üstüne bir dünya borcumuz var.
***
Burada bazı fabrikalarda işçiler önce staj yapıyor. Özellikle kadınları hem de nereden buluyorlarsa boşanmış, ihtiyacı olan kadınları alıyorlar, “en az üç ay 450 – 500 TL’ye çalışacaksın” diyorlar. Sesini çıkaran olursa işten atıp başkalarını alıyorlar. Ben staj diye girip 8-9 ay sigortasız çalışanları biliyorum.
***
Kadınları genelde 500 lira ücretle çalıştırıyorlar ama onlar köyden geliyor, daha işi bilmiyorlar. Burada en usta makineciye de asgari ücret veriyorlar. Şimdi bilmeyen işçiye de asgari ücret verirlerse bu haksızlık olmaz mı?
***
Bu bölgede, bu köyden servisi olan başka bir fabrika yok. Sekiz yıldır bu fabrikada çalışıyorum. Sigortam yok. Aylık 600 lira alıyorum. Artık benden geçti, yaşım olmuş 55 ama gencecik kızlar var, onları da bu şekilde çalıştırıyorlar. Üzülüyorum.
***
Burada işçilerin işyerinden ayrılırken tazminat aldığı görülmemiş. Bir işçi işten atılacaksa, ustalar ona dünyayı dar eder. O da “lanet olsun” deyip bırakıp gider. Adı olur, istifa etti.
***
Ne yapalım “mal yetişecek” dediklerinde, sabahlama yapıyoruz. Sabah dörde kadar devam ediyoruz çalışmaya, erkekler ruloların üzerinde kartonların üzerinde yatıyor. Bizler de mescide gidiyoruz. Zaten hazırlıklı geliyoruz, ince şilte gibi şeyler getiriyoruz yanımızda. Yediye kadar uyumamıza izin veriliyor. Sonra kalkıyoruz ve sekizde tekrar işbaşı yapıyor akşam mesaisi bitene kadar devam ediyoruz.
***
Geçen yıl fabrikada bir işçi iş kazası geçirdi, parmağını bayağı kesti. Hastaneye gittiğinde bir yıldır sigortasının yapılmadığını gördü. Tedavisini kendi cebinden oldu. İşverene geldi, “mahkemeye vereceğim” dedi. İşveren işçiyi tehdit etti. Araya hatırı sayılır insanları soktu. İşçiyle konuştular, davadan vazgeçti. Sonra işten attı. Beş kuruşsuz kaldı ortada.
***
Sigortasız çalıştırıldığı için sigortaya şikayette olan arkadaşlarımız oldu. Ama nasıl oluyorsa, sigortadan gelineceği zaman, işyerinin haberi oluyor. İşçiler kaçırılıyor. Sonrada bir bakıyoruz. Şikayet eden arkadaş işinden olmuş. Bunlar işverenle ortak çalışıyor.
***
Sendika nedir bilmiyorum. Bizim için iyiyse olmasını isteriz, ama nasıl olacak?, daha önce kimse bana bundan bahsetmedi, hem patron ne der buna?
***
“Daha önce arkadaşlarla aramızda konuştuk “sendika kuralım” diye ama olmadı kimse kimseye güvenmiyor. İşten atılırız diye korkuyorlar. Çalışan işçilerin yüzde 10’u olması gerekiyor dediler. Ama bulamadık.”
Tekstil sendikalarını bekleyen görev
Bu cümleler Türkiye’nin “medarı iftiharı” tekstil sektöründen insan manzaralarını anlatıyor. Her geçen gün büyüyen tekstil sektörünün nasıl ve kimlerin omuzlarında yükseldiğini göstermek için, çeşitli işyerlerinde çalışan işçilerin yaşadıklarını, hissettiklerini ve hakları konusunda çoğu yanlış bildiklerini kendi dillerinden aktarmak istedim. Bu örnekleri milyon kat arttırmak mümkün.
Tekstil sektörü ülkemizin en önemli istihdam alanı ve ekonominin lokomotif sektörlerinden biri. Kayıtlı olarak 1 milyon 12 bin işçi çalışıyor. Ancak sektörde ciddi bir kayıt dışılık var. Kayıt dışı çalışanlar da dikkate alınırsa sektörün istihdamı iki milyonun çok çok üzerinde. Özellikle son yıllarda, devlet teşvikleri ile ülkenin her yerine yayılan sektörde, işçiler temel haklarından yoksun çalıştırılıyor. Sendikaların olmadığı ya da tabela sendikacılığı yaptığı bu gözlerden ırak bölgelerde tekstil işçileri tamamen işverenlerin “insafına” bırakılmış; kıdem tazminatları fiili olarak kaldırılmış, yıllık izinler kullandırılmıyor, kadınların kayıt dışı çalışması ve kaçak/göçmen işçiliği yaygınlaşıyor. Özellikle yaz dönemlerinde çocuk işçilik alabildiğince artıyor. Asgari ücretin altında çeşitli şekillerde kadın, göçmen ve çocuk işçi çalıştırılıyor. Yani iş hukuku, olmuş “işveren hukuku”.
Eğer, anayasada yazıldığı gibi sosyal bir devlette yaşadığımıza inansaydım, ilk elden devleti görevini yapmamakla, işçilerin insanlık dışı çalışma koşullarına göz yummakla suçlardım. Ama devlet, kurumları ve hukuku ile tam da temsil ettiği sermaye sınıfının çıkarlarını korumak için çalışıyor.
Geriye işçi sınıfının hak ve çıkarlarını korumak için kurulmuş sendikalar kalıyor. Tekstil sektörü sendikası en bol sektörlerden biri. Üçü yetkili sendika olmak üzere sekiz sendika mevcut ve çalışanların yüzde 8,65’i yani yaklaşık 87 bin işçi bir sendikanın çatısı altında örgütlenmiş. Geri kalan yüz binlerce işçi, işverenlerin keyfi uygulamalarına tabi çalışıyor. Tekstil patronlarının sendikalaşmaya tahammülü yok. Sendikalaşma girişimleri bir yandan patronların öte yandan yasaların, bakanlık uygulamalarının engelleriyle boğuşmak zorunda. Ancak tüm bunlar elbette mazeret olamaz.
Geçtiğimiz günlerde tekstil sendikalarının en büyüğü olan TEKSİF Sendikası 12 bin üyesiyle greve çıktı. Heyecanlandık. Çünkü, grevler sendikal mücadelenin en önemli araçlarından biri. Özellikle sınıf bilinci gelişmemiş işçiler için bir gücün göstergesi de. Bugüne kadar işverenin tüm yaptırımlarına boyun eğen örgütsüz işçilere başka bir yolun var olduğunu göstermek, üretimden gelen güçlerini kullanabileceklerini fark etmelerini sağlamak adına önemli bir fırsat. Kendi başına, örgütsüz işçiler için mükemmel bir propaganda aracı. Tabii kullanmak isterseniz! Ancak, grev (kendi içinde amacına ulaşmış olmasına rağmen) sessiz sedasız ve ulaşması gereken kitlelere ulaşamadan sona erdi. Cehennemî şartlarda, sektörde çalışan işçilerin gönüllerini fethetme fırsatı da böylece kaçmış oldu.
Ne diyelim, bu sefer de böyle oldu. Ama ortada hala hepimizi, işçinin derdini dert edinenleri bekleyen büyük bir sorun var: Onlara başka bir dünyanın mümkün olduğunu göstermek!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.