Yazıya başlarken öncelikle, bir önceki yazıda belirttiğim şeylerden cımbızla çekerek dezenformasyon yapılarak, egemen medya dili kullanılarak bir yazı[1] sunulunca, ne yazık ki Sayın İnönü Alpat’a cevap vermek yükümlülüğü hissettiğimi belirtmeliyim. İki eleştiri yazısı karşılaştırıldığında öncelikle kendi yazımda sol siyasetlerin, sol düşünce sahiplerinin eleştiri-özeleştiri-eleştiri ilkesini es geçtiklerinden bahsetmiştim. Her ne kadar ben şahsen tanımadığım Sayın Alpat’ı […]
Yazıya başlarken öncelikle, bir önceki yazıda belirttiğim şeylerden cımbızla çekerek dezenformasyon yapılarak, egemen medya dili kullanılarak bir yazı[1] sunulunca, ne yazık ki Sayın İnönü Alpat’a cevap vermek yükümlülüğü hissettiğimi belirtmeliyim.
İki eleştiri yazısı karşılaştırıldığında öncelikle kendi yazımda sol siyasetlerin, sol düşünce sahiplerinin eleştiri-özeleştiri-eleştiri ilkesini es geçtiklerinden bahsetmiştim. Her ne kadar ben şahsen tanımadığım Sayın Alpat’ı kişisel özellikleri ile değil, sol siyasete yapışmış dil ve düşünce biçimleri ile eleştirmiş olsam da Alpat’ın kullandığı kişisel dil bir önceki yazıda savladığım düşünüşlerin eleştiri-özeleştiri-eleştiri ilkesinden kopukluğunu kanıtlamış oldu. Alpat’ın yeni yazısına sinen kişisel saldırılar eleştiri-özeleştiri-eleştiri değil, eleştiri-saldırı-eleştiri şekline bürünmüş durumda.
Sayın Alpat yazısındaki kişisel saldırılarında beni üniversiteli sosyalist soslu bir akademi öğrencisi diye tanımlıyor, Tuzluçayır’la ilgili bilgimin de orada birkaç gün bulunmakla olduğunu savlıyor ve bu genç kardeşine! argümanlarını bunun üzerinden üretiyor. Bu da biliyor olmaktan çok, fikir üretirler şeklindeki bir argüman üretmesine de yardımcı oluyor. Ne yazık ki bu argümanlara karşı kısa da olsa bir şeyler söylemem bu tartışmanın kendi doğasında belirleyici hale geliyor. Bu da bizlere gene 1980 öncesindeki fraksiyon kavgalarından hatırladığımız, yazarın da yazma eylemine sinmiş çatışma üslubunun halen süren bir girdap etkisi olduğunu anlatıyor.
Yazıda çizilen çerçeveye rağmen bu genç kardeş!, yirmili yaşları bırakın otuzlarının sonuna gelmiş, yolun yarısını çoktan katetmiş, o ahkâm kesilecek yaşları çoktan geçmiş bir adamdır. Ayrıca doğma büyüme Mamaklıdır (Bknz. Gecekondu ilgisi). Ege Mahallesi, hem de tam 1980 darbesinin hemen öncesinin her gece sabahlara kadar süren çatışmalarında bebek ve çocuk olarak bulunduğu, büyüdüğü yerdir. Hayatla ilgili en büyük şansım ise kendi ailem başta olmak üzere, devrimci görüşteki insanların, ailelerin içinde büyümek ve bu yaşa gelene kadar en başta onların sayesinde siyasetten uzak olmamak olmuştur. Akademik hedefim ise siyasal gelişimimi sürdürme çabasından ibarettir.
Fakat yazının tonundaki bir başka şeye de cevap verelim o da bir kişiyi emeğin kendisinden ayrıymış gibi suçlayarak aklı havada öğrenci moduna düşürmektir ki, bunu da hiç üzerime alınmayacağım. Angara’nın sokakları ise yıllar boyunca ekmek kapım olmuştur. Uzun yıllar boyunca işportacılık, seyyar satıcılık yapmış, el yapımı boncuklarımı sokaklarda bez üstünde satarak hayatımı geçirmişimdir. Sokağın kendi bilgisi sokaklarda geçen emek süreciyle birlikte dağarcığımdadır. Ayrıca ekonomik düzene de dükkan vergilendirmesi yoluyla bulaşmış ve dersimi de almışımdır. Yani anlayacağınız sokağa dair bilgim de, Tuzluçayır’a dair bilgim de, ekonomiye ve emeğe dair bilgim de, solun karakterine ve biçimlerine, çatışma ve mücadelenin bizzat kendisine dair bilgilerim de öyle yazıda bilip bilmeden aksettirebileceğiniz gibi kof, basit ve düşük düzeyde değildir. Herkesin hali meali kendine hastır ve ancak kendisi bilir. Kaldı ki fikirleri eleştirilenin, eleştirende vasıf araması veya vasıflar, tanımlamalar üzerinden tartışma yürütmesi ne kadar doğrudur…?
Fakat işte tam da bu söylediklerim de göstermektedir ki bir önceki yazıda söylediğim bir başka şey de kanıtlanmıştır. Yani bizim solumuz bilmediği şeyler üzerine ahkâm kesmeyi pek sevmektedir. Dahası egemenlerin halkla ilişkiler dili, yani bilmeden söylemek, söyleyince doğruymuş gibi ileri sürmek tarzı solumuza yapışıktır. Eh bu da gene bir önceki yazıda belirttiğim şeyi yani solun objektif şartların objektif tahlili ilkesinden uzaklaştığını göstermektedir.
Yazımda dikkat ederseniz Dikmen direnişi üzerine bir söz söylemiyorum. Çünkü Dikmen direnişine katılan bileşenleri ancak tahmin edebilirim ve izlediklerimden, dinlediklerimden bir sonuç çıkarabilirim. Çünkü Direniş sürecinde Dikmen’de bulunmadım. Yazımda o yüzden Tuzluçayır’dan bahsetmiştim. Çünkü Tuzluçayır direnişine bir önceki yazımdan kopuk bir şekilde yazıda aksettirilmeye çalışıldığı gibi yalnızca birkaç gün katılmış değilim. Eh tabi bunda orda sadece bir belgesel çekme amacı ile bulunmadığım için ve yaşadığım bölge olmasının da etkisi olmuş olabilir. Belgesel çekme meselesi ise, halkımızın direnişini belgeleyerek göstermek gibi bilindik bir amaç taşımaktadır. İşte direniş sürecinde de video eyleminin ne işlere yaradığını, neler ürettiğini de oldukça iyi biliyoruz.
Şimdi bunu neden belirtiyorum, çünkü yazıda bilindik söz dizileri ile bir küçümseme modeli üretiliyor. Ben bilirimi, bir diğerinin o kim ki bilsin-i, ne yaşadı ki biliyor tarzı üzerinden üretiyor. Ve bir önceki yazıda olduğu gibi bu yazıda da aynı şeyi belirtiyorum, sol düşünüş tarzlarının bu eğilimden kurtulması gerekiyor. Aynı tarz kendisini yazının sonuna sıkışmış “Halkevlerini sizden öğrenecek değiliz” mealindeki sözlerde de gösteriyor. Daha önceki yazıda da vurguladığım gibi bilmenin tekeli bir diğerini bilmemek üzerinden tanımlayan etken haline geliyor. Ve argümanlar ben bilirim üzerinden değerleniyor. Fevkalade olumlu noktalarla yürütülebilecek bir tartışma bilgiye sahip olmadan sarf edilen bir çok argümanla kara bir saldırı biçimini alıyor. Tartışma ifadelerimde net bir şekilde söylenildiği halde nasılsa bu şekilde dezenformasyona tabi tutulan birkaç gün Tuzluçayır’da olmakla argümanıyla, halkevleriyse, gecekonduysa gene ben bilirim siz nereden bileceksiniz ile, benim gibi birine bu denir mi çizgisi ile, tanımlamalar ve saldırılar üzerinden yöntemini kaybediyor. Kullanılan kişisel saldırı dili ile yöneltilen eleştirileri bertaraf etmeye çalışırken içerikten kopuk bir şekilde konulan başlık ise tribünlere oynama hissi uyandırıyor. Ki şahsi görüşümce oynanan tribünler açısından kendi direnişini yok sayan, kendi örgütlenme ve kitleleşme çizgisini yok sayan, ve bir kesime yapılan ötekileştirme ile aslında onu da ötekileştiren bu tarz pek de çekici değildir.
Angaralı Bebelere gelirsek, bir önceki yazıyı dikkatle okursak tarifi sunulan Angaralı Bebelerin direnişte olmadığını falan söylemiyorum. Alpat’ın yazısında bahsettiği şekilde etkin olmadıklarını söylüyorum. Tuzluçayır’ın kendine has kimi özellikleri bulunduğunu, on yıllardır “küçük Moskova” diye anılan bir siyasi çizgiye ve kitleselliğe sahip olduğunu ve direnişinin de yazıda övülürken ötekileştirilen Angaralı Bebelerden ibaret olmadığını söylüyorum. Bu sunuşun Tuzluçayır’ı anlamamak, Tuzluçayır’ın direnen insanlarını anlamamak, sokağa çıkan yaşlı genç, çoluk çocuk, ailelerin dinamiğini görememek olduğunu söylüyorum. Tuzluçayır ve Mamak’ta örgütlü Halkevleri başta olmak üzere kitle örgütlerinin, siyasi parti ve derneklerin tabanlarını yok saymak olduğunu söylüyorum. Ve bir şeyler siz söylüyorsunuz diye, direnişe ekstra romantik biçimler katmak istediniz diye, bir parçayı alıp genele atfettiniz diye öyle olmaz. Maddi gerçeklerden gerçekte olanları koparamazsınız. Karşı çıktığım şey ise genele yapılan atıftır. Ki ben İnönü Alpat’ın yazısı üzerinden eleştiri yöneltmişken, saçma diyalog diyerek yazdığı yazıda da görülmekte ki kendisi gerçekten de Tuzluçayır direnişi ile ilgili bilgiye sahip değildir. Günlerdir tekrar başlayan, önce camii-cemevi yapımına karşı çıkan arkasından Ahmet Atakan’ın katledilmesine karşı protesto için sokağa çıkan Tuzluçayır’ın direniş dinamiklerinin ne olduğu ise kendisini an an göstermeye devam etmektedir. Ve bunların yanında Angaralı Bebelerle ilgili bu şekilde yapılanın, yazılanın ve tanımlamanın da ayrıca bir ötekileştirme olduğunu söylüyorum. Bunun da sol düşünüş tarzlarına yapışan elitist tarz olduğunu iddia ediyorum. Kullanılan argümanların, insanların tüketimlerini kültürel kodlarıyla bir araya koyarak tanımlamanın Dünya Bankası tarzı olduğunu belirtiyorum ve bunun yanında da hepimizin hal-i mealinden kopukluk olduğunu söylüyorum.
Kürtlerin direnişe katılımı ile ilgili ise direnişe sokak sokak katılmış birçok insan neyin aslında ne olduğunu görmüştür. Nasıl ki sendikalar direnişe etkin olarak katılmadılar, direnişi sendikal mücadeleyle birleştiremediler hatta Kızılay’da grev günü tam saldırı başlamadan on beş dakika önce arabalarını alıp meydandan çekip gittiler diye işçiler direnişte değildi demek mümkün değilse Kürtler için de aynı şey geçerlidir. Bizzat sokakta olanlar bilirler ki birçok Kürt arkadaş ve aile, Kürt siyasal partilerinde örgütlü olsunlar olmasınlar direnişin içinde yan yana yer almışlardır. Aynı şekilde Tuzluçayır’da da ilk başlarda bireysel ve aile olarak bulunmuşlar, daha sonra da parti bayrakları ile bulunmuşlardır. Bayraklarını açtıkları ilk iki gün bu bayraklar insin diye kitleyi provoke etmeye çalışanlar olmuş, Tuzluçayır halkı buna prim vermeyince birkaç gün sonra bir grubun saldırıları yaşanmıştır. Bu saldırı da insanların parti binalarında mahsur kalmalarına sebep olmuş ve Tuzluçayır’da toplanmış Mamaklıların müdahalesi ile daha fazla sıkıntı yaşanmadan sonlanmıştır.
Son olarak şunu belirtmeli ki değerlendirme ve eleştirilerin kızgınlık ve kişisel çatışmayla karşılanması yerine, bir Anadolu tabiriyle “Şapkayı önüne koyup düşünme” davranışını yaratması daha olumlu bir tavır olacaktır. Burada mevzu bahis olan kişisel eleştiriden çok, sol düşünüş tarzına yapışmış olan bilme ve uygulama biçimlerinin eleştirilmesi ve bunun değişmesi için gösterilen bir çabadır.
* Tahsin Başkavak
Ankara Üniversitesi Halkla İlişkiler Ve Tanıtım Yüksek Lisans Öğrencisi
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.