Belli ki yarın bir gün karşımıza akademisyen olarak çıkacak yüksek lisans öğrencisi Tahsin Başkavak kardeşimiz, sendika.org’da yayımlanan “Ankara’daki turuncu bayrakların esbab-ı mucibesi” başlıklı yazıma yine sendika.org’da “Angaralı bebeler derken” başlıklı yazıyla yanıt verdi. Yazıyı, Dikmen’de polis saldırısının gece yarısı gibi nihayet ermesinden sonra eve girdiğimde okudum. O hâletiruhiye içinde yenilir-yutulur şeyler yazmama ihtimalim hayli yüksekti; bağrıma taş bastım […]
Belli ki yarın bir gün karşımıza akademisyen olarak çıkacak yüksek lisans öğrencisi Tahsin Başkavak kardeşimiz, sendika.org’da yayımlanan “Ankara’daki turuncu bayrakların esbab-ı mucibesi” başlıklı yazıma yine sendika.org’da “Angaralı bebeler derken” başlıklı yazıyla yanıt verdi.
Yazıyı, Dikmen’de polis saldırısının gece yarısı gibi nihayet ermesinden sonra eve girdiğimde okudum. O hâletiruhiye içinde yenilir-yutulur şeyler yazmama ihtimalim hayli yüksekti; bağrıma taş bastım ve sabaha bıraktım. Acele etmek lazımdı; en az belgesel için Tuzluçayır’da gözlem yapmakla meşgul kardeşimiz kadar hızlı olmalıydım.
Sabah işe geldiğimde ise bambaşka bir acıyla karşılaştım. Hatay’da bir arkadaşımızı polis katletmişti; Halkevi üyesi Ahmet Atakan’ın başına gaz kapsülü isabet etmişti.
Ahmet’in katledilişi açıkçası ne yazma ihtiyacı bıraktı ne de yazıya dair niyetlendiğim kurguya sadık kalmam mümkündü.
Kızgınlık, öfke, yer yer çaresizliğe gark olmuş bir durumda, bu genç kardeşimizi yanıtlamaktan, birkaç notu paylaşmak dışında imtina ediyorum.
İlk notum şudur: “Angaralı bebeler” Gezi direnişinin katılımcılarındandır. Direniş onlarla başlayıp bitmediği gibi, onları yok sayarak da değerlendirilemez. Akademik olmak yolunda ilerleyen kardeşimizin bunu fark etmesi lazımdı.
İkinci notum şudur: Birkaç gündür Tuzluçayır’da gözlem yapmak, ömrü hayatını Ankara’nın gecekondu mahallelerinde geçirmiş, yeniyetmelik, delikanlılık zamanlarında yoksul mahallerde örgütlü faaliyetlerde bulunmuş, onlarla kader ve keder birliği yapmış, Tuzluçayırlılarla, Dikmenlilerle, Seyranlılarla Mamak Cezaevi’nde aynı koğuşu paylaşmış, onların dünyasına vakıf olmuş, özlemlerini, beklentilerini, politik düzeylerini aynı yatağı paylaşarak hissetmiş, birlikte işkence görmüş, dayak yemiş birine ahkâm kesme hakkı doğurmaz.
Üçüncü notum şudur: Sanıyorum, artık şu “Angaralı akademisyenler”, Kürt hareketinin Gezi parkı isyanında yer aldığına dair yanılsamayı bir kenara bıraksalar kendi ruh halleri açısından fena olmayacak. Yoklardı, bunu bizzat kendileri ifade etti. Bundan sonra olup olmayacakları, “barış sürecinin” akıbetine bağlı olarak değişecek. Hesapları başka çünkü. Olmayan bir şeyi oldurmak, akademisyenlere değil, Allaha mahsustur.
Dördüncü notum şudur: Onca ukala tespitin yer aldığı yazının satır aralarından yazarın bir konuda sıkıntısı olduğu anlaşılıyor. Hangi vurgu rahatsız etmiş tam çözemedim, Mustafa Kemal sevgisi mi, Müslüm Gürses tutkusu mu ya da ellerindeki turuncu bayraklar mı? Yoksa direniş günlerinde görünür hale geçen “Angaralı bebelerle” ilgili kendi halindeki bir yazıya bu denli çabuk ve siyaset sosyolojisinin terminolojisiyle yanıt verilmezdi. Var bir sıkıntısı abimizin ama çözmedim.
Beşinci notum şudur: Gün Zileli, direniş anekdotlarını aktardığı yazıların birinde, barikatta canhıraş direnen genç bir çocuktan bahseder. Çocuğa kendini tanıtır, haliyle çocuk için Gün Zileli ismi bir şey ifade etmez. Deniz Gezmiş’in arkadaşlarından olduğunu söyler. Çocuk, “Tamam onu tanıyorum, asılmıştı” mealinde bir şey söyler. Olay budur; direniş günleri yılların Gün Zileli’si ile Deniz’in sadece adını duyan bebeleri yan yana getirmiştir.
Altıncı notum şudur: Bu notu ben değil, dün Hatay’da öldürülen Ahmet Atakan paylaşmış olsun. Basında yer alan fotoğrafında Ahmet’in kendinden bir parça hissederek önünde poz verdiği duvar yazısı, bu saçma sapan polemiğe yanıt içeriyor aslında. Yazı şöyle: “Ne oldu lan… Büyük adam olamadıysak, hayallerimizi satmadık ya..”
Ahmet kardeşimiz devam etsin nota. Facebook sayfasında şöyle yazmış Ahmet: “Gecenin bu saatinde aliyi ailesini abdullahı ailesini düşünüyorum çünkü yüreğim yanıyor, karşı gelemiyorum fitnecinin fesatçını karşısında dimdik duruyorum çünkü benim vicdanım şeref dolu yüreğim delikanlı.. Utanması gereken sahip çıkmayanlardır..” Üniversiteli sosyalist soslu kardeşimizin jargonuyla nasıl değerlendirilmeli bu isyankâr cümleler, bilemedim.
Son notum şudur: Halkevleri biraz da “büyük adam olamayan ama hayallerini satmayan”, “fitnecinin fesadın karşısında dimdik duran” bebelerin örgütüdür.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.