Çalışma Bakanı Faruk Çelik buyurdu: Cami ve cemevi rakip değildir! Elbette öyle diyecek! Hükümetin cami ve cemevinin rakip olmasından çekinmesinden daha doğal bir şey olabilir mi? Daha genel anlamda bakarsak, hükümet veyahut devlet kendi ideolojik araçlarına rakip olabilecek kurumlar ister mi? Pek tabii ki istemeyecektir. Bu nedenle, azınlık okulları da dahil, özel okul statüsündeki eğitim […]
Çalışma Bakanı Faruk Çelik buyurdu: Cami ve cemevi rakip değildir!
Elbette öyle diyecek! Hükümetin cami ve cemevinin rakip olmasından çekinmesinden daha doğal bir şey olabilir mi? Daha genel anlamda bakarsak, hükümet veyahut devlet kendi ideolojik araçlarına rakip olabilecek kurumlar ister mi? Pek tabii ki istemeyecektir. Bu nedenle, azınlık okulları da dahil, özel okul statüsündeki eğitim kurumlarının Milli Eğitim Bakanlığı tarafından sıkı şekilde denetlenmesi yoluna gidilmiyor mu? Aleviliği de Diyanet çatısı altına almak, Alevi dedelerini maaşlı memurlara dönüştürmek de benzer kaygılar taşıyordu: Bağımsız olarak sürdürülebilir Alevilik yerine, devlet denetimi altında bir Alevilik… Merkezden gönderilen hutbeler gibi, merkezden “üflenen” Alevi nefesleri… Bunun anlamı Aleviliğin nefesini kesmek, Aleviliğin özünü yok etmek değil de nedir?
Tarihsel anlamda bakıldığında, Faruk Çelik’in “Cami ve Cemevi rakip değildir” sözünün ne kadar anlamsız bir söz olduğu ortadadır. Buradan cemevi, camiye düşmandır anlamı çıkarılmamalı, düşünsel veyahut inançsal rekabet zorunlu olarak düşmanlığı doğurmamaktadır, fakat tarihsel olarak düşünsel bir rekabet içinde oluşlarının da üzeri örtülmemeli. Anadolu Selçuklu Devleti’nden itibaren, Anadolu’da Alevilik her zaman, devletin resmi din anlayışı olan ve benimsetilmeye çalışılan Sünniliğe karşı bir alternatif sunmuştur. Merkezden, bir başka deyişle devletin tepesinden yönlendirilen Sünnilik ve onun kurumlarına karşı, çevreden veya tabandan gelen bir karşı duruş olmuştur. Yazıya karşı ise sözün içselleştirilmesi olmuştur. Yazılı, kalıplaşmış, kemikleşmiş değildir; sözü, manayı hayatın kendisinde bulmayı kültürün kodlarına kazımıştır. Yerleşiklere karşı göçerlerin; şehre karşı, uzak köylerin inancı olmuştur. Baskıya karşı ise her daim başkaldırının ideolojisi olmuştur. Bununla birlikte hiçbir zaman dışlayıcı olmamış, aksine kucaklayan olmuştur. 1240 yılındaki Babai ayaklanmasından bu yana hiçbir başkaldırıda Sünniler hedef alınmamış; aksine Sünnilerin de katılımıyla hedef her zaman baskının asıl kaynağı olmuştur.
Buna karşılık, “cami”, daha doğru bir tabirle merkezi devletin benimsediği ve benimsetmeye çalıştığı din anlayışı, her zaman cemevini camileştirme, Alevileri Sünnileştirme peşine düşmüştür. Öncesinde katletmiş, yakmış, canını namusunu helal sayan fetvalar yazmış, sonra Alevinin köyüne cami yapmış, okullarda Sünni eksenli din dersini Alevilere dayatmış, ibadethanesini gayri-meşru ilan etmiş, ibadet edebilecekleri tek yer olarak ise kendi ibadethanesini işaret etmiştir.
Aleviler yine de Sünniliği hedef almamış ve bütün bunları devletten bilmişlerdir.
Camide tezahür eden, devletin dayatmaya çalıştığı din anlayışını düşman bilmeseler de her daim rakip bilmişlerdir. Gösterişçi ibadetin yerine, insan sevgisini koymuşlardır. Merkezin din anlayışına karşı, tarihsel din anlayışlarını korumuş, geliştirmişler, hutbe yerine nefesi bilmiş, bir devlet görevlisi olan imam yerine dedeyi takip etmişler, ümmet fikri yerine her milleti kucaklayan evrensel bir fikir geliştirmişlerdir. Yani devletin hegemonyasına karşı, karşı-hegemonya geliştirmişlerdir. Bu anlamda her daim devletin dayattığı resmi din anlayışına rakip olmuşlardır. Tam da bu nedenden ötürü devletin nefretini üzerlerine çekmişler, asimilasyona maruz kalmışlardır.
Aleviler tarafından kendilerine yönelik asimilasyonun bir başka hamlesi olarak algılanan, İzzeddin Doğan ve Fethullah Gülen anlaşmasıyla, Alevilerin her kesiminin görüşlerine başvurulmadan, bir oldubittiye getirilerek Mamak’ta yan yana yapımına başlanan Cami ve Cemevi projesine, önce Mamak Tuzluçayır’da ve daha sonrasında çeşitli Alevi örgütlerinin yaptıkları açıklamalarda gerekli cevap yine Aleviler tarafından verilmiştir. Aleviler çok haklı nedenlerle bu projenin Alevilere yönelik bir asimilasyon, aynılaştırma projesi olduğunu düşünmektedirler.
Siyasilerin “Alevilik ve Sünnilik” arasındaki “birlik-beraberlik”e yönelik olan vurguları, hiç kuşkusuz, fikirsel ve inançsal anlamda da hedeflenen bir toplumsal “birlik” kisvesi altındaki “aynılık” hedeflidir. Hükümet mensuplarının sık sık Aleviliğe ne kadar saygılı olduklarına dair yaptıkları yorumlara rağmen, Alevilerin ibadethanelerini, ibadethane olarak kabul etmemeleri, aslında hedef konusunda bir fikir vermektedir: Cemevi bir “kültür evi” olarak kalırken, Aleviler ibadetlerini camide yapacaklar…
Artık şunun anlaşılması gerekiyor: Aleviler sizden cemevi yapmanızı beklemiyorlar, ibadethaneleri olan cemevlerini ibadethane olarak tanıyıp tanımamanızı önemsemiyorlar, vereceğiniz maaş Alevi dedelerinin umurunda bile değil; tek istedikleri onları rahat bırakmanız, onlara saygı duyarak, saygının gerektirdiği şekilde davranmanızdır. Sünnilik ve Alevilik sorunsuz bir şekilde yaşayacaksa, bunun koşulu dip dibe yapılacak olan ibadethaneler değil; bireylerin, grupların, inançların birbirlerine duydukları saygıdır. Unutmamak gerekir ki düşünsel ve inançsal rekabet şiddeti doğurmaz; şiddeti doğuran tek şey saygı yoksunluğudur.
“Cemevi yapılacaksa onu da biz yaparız!” mantığından vazgeçme vakti gelmedi mi?
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.