‘Kürt siyasi hareketi bir süredir “Türkiyelileşme”yi tartışıyor. BDP’nin HDP’ye dönüştürülmesi, bu yolda atılacak bir adım olarak tasarlanıyor. Ama Kürt hareketi içinde Türkiyelileşmenin gerekli olup olmadığı ve mutlaka gerekliyse nasıl olabileceği konusunda ciddi tartışmalar yaşanıyor. Konu “Türkiye’yi” de ilgilendirdiğine göre, Türkiye sosyalist hareketi Kürt siyasi hareketindeki bu tartışmaya bigane kalmamalı, bilgi, fikir ve tutum sahibi olmaya […]
‘Kürt siyasi hareketi bir süredir “Türkiyelileşme”yi tartışıyor. BDP’nin HDP’ye dönüştürülmesi, bu yolda atılacak bir adım olarak tasarlanıyor. Ama Kürt hareketi içinde Türkiyelileşmenin gerekli olup olmadığı ve mutlaka gerekliyse nasıl olabileceği konusunda ciddi tartışmalar yaşanıyor. Konu “Türkiye’yi” de ilgilendirdiğine göre, Türkiye sosyalist hareketi Kürt siyasi hareketindeki bu tartışmaya bigane kalmamalı, bilgi, fikir ve tutum sahibi olmaya çalışmalı.
“BDP Gezi’yle Türkiyeli olur”. Prof. Dr. Fazıl Hüsnü Erdem’in Taraf gazetesine verdiği röportajın başlığı bu. Başlığa bakınca Erdem’in Kürt hareketinin Gezi Direnişi ile arasına koyduğu “ama”ya yönelik yapısal bir eleştiri getirdiğini sandım. Hele röportajın ilk kısmında “Türkiyelileşmek için Türkiye sosyolojisini doğru okumak gerek. Gezi olaylarının başladığı dönemdeki sosyoloji, Gezi’yi temsil eden o doğal, spontane gelişen tepkilerde kendini bulan sosyolojiyi dikkate alarak bir politika geliştirmeli, bunun üzerinden Türkiyelileşmeli” sözlerini, ardından da “Türkiye’de AKP’ye karşı bir siyasi muhalefetin olmadığını, BDP’nin bu AKP karşıtı siyasi muhalefet ihtiyacını karşılamaya yönelmesi gerektiği”ni vurgulayan sözlerini okuyuca kendi kendime “hoca Kürt özgürlük hareketi ile Türkiye halkının “özgürlük” ve “saygı” talebinin özdeş temelini ortak payda haline getiren bir ikili açılım öngörüyor olmalı” dedim…
Meğer Fazıl hocanın meramı bambaşkaymış. Hoca’ya göre BDP’nin AKP karşıtı siyasi muhalefet ihtiyacını karşılamak için dikkate alması gereken “sosyolojinin” siyasi karşılığı, “ Liberal unsurlarla, muhafazakâr, demokrat unsurlarla, sosyal demokratlarla kuracağı veya geliştireceği bir ittifak” imiş. Gezi Direnişinde yer alan ve “CHP’yi antidemokratik ve antiözgürlükçü bulan kitle” böylece içerilebilir ve BDP Türkiyelileştirilebilirmiş.
Hakkını vermek lazım Fazıl Hoca fikrini sonuna kadar da ilerletmiş. Lafı doğrudan doğruya Abdullah Öcalan’ın “Türkiyelileşme” projesine getirmiş ve Öcalan’ın “Türkiyelileşmeyi hâlâ radikal sol unsurlar üzerinden gerçekleştirmeye çalışmasını”, “sosyalist geçmişinden gelen bir takıntı” olarak nitelendirmiş.
Fazıl Hoca’nın BDP’nin Türkiyelileşebilmesi için Türkiye’deki siyasi muhalefet boşluğunu da dolduran bir parti haline gelmesi gerektiği tezine elbette itiraz edilemez. Gezi Direnişi’nde kendisini ortaya koyan muhalefet dinamiklerinin özgürlükçü ve demokrat karakterinin CHP’yi aşma eğiliminde olduğu ve BDP’nin bu eğilime karşılık verebilen bir parti olması halinde Türkiyelileşme olanağını yakalaması da olasılık dahilindedir. Yalnız Fazıl Hoca’nın bir sorunu var: Fazıl Hoca, Gezi Direnişinin arkasında yatan ve CHP’yi aşan “özgürlükçü ve demokrat” muhalefet dinamiklerinin “radikal sol”un dışında, “liberal-muhafazakar demokrat” ve “sosyal demokrat” bir siyasi karşılığının olduğunu varsayıyor. Anlaşılan Fazıl Hoca, “Gezi olayların başladığı dönemdeki, Geziyi temsil eden sosyoloji”nin esinini “liberal-muhafazakar demokrat” ve “sosyal demokrat” kaynaklardan aldığını düşünüyor.
Fazıl Hüsnü Erdem de, Baskın Oran gibi, Gezi Direnişi’ni, Haziran İsyanı’nın “liberal ve muhafazakar demokrat”larla kanbağı olan “masumiyet evresi” olarak görüyor ve Kürt Hareketi’nin “Gezi’nin özgürlükçü ve demokrat ruhu” ile bağını bu “masumiyet evresi” üzerinden kurması gerektiğini öneriyor. O da tıpkı diğer Türk ve Kürt liberalleri gibi Gezi Direnişi’ni Haziran İsyanından ayırmaya, ikisi arasına baraj kurmaya girişiyor ve Kürt hareketini de bu liberal söylencenin peşinden gitmeye ikna etmeye çalışıyor.
Erdem, Haziran İsyanı’nın ilk evresi olan Gezi Direnişi’nin hem “liberal demokrasi”nin hem de “darbeci sosyal demokrasinin” hemen hemen zamandaş iflasının ürünü olduğunu ya görmüyor, ya da gizlemeye çalışıyor. Oysa liberal aydınlar, Gezi Direnişi’nin Haziran İsyanı’nı ateşledikten sonra sahneden çekildiği izlenimini yaratmaya ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar, Haziran İsyanı ile Gezi Direnişi’nin iç içe geçerek geliştiği, Haziran İsyanı’na ve Parklar hareketine damgasını vuran “Gezi Ruhu” ile 3 aydır her gün kanıtlanıyor. Gezi Direnişi de Haziran İsyanı da 21. yüzyılın Türkiye devrimi sürecinin tarih sahnesine girişinin simgeleri haline geliyor ve bu gerçek hiçbir liberal çarpıtmayla gölgelenemiyor.
Bu çarpıtma liberal aydınlarla sınırlı olsaydı, üzerinde konuşulmaya deymezdi. Ancak konjonktürel olarak AKP ile kopuşçu bir çatışmaya girmekten kaçınan Kürt siyasetinin resmi sözcüleri Kürt hareketi ile Haziran İsyanı arasında bir rezonansın kurulamamasını, aynı bakış açısıyla izah etmeye kalkıştıklarında durum değişiyor. Bu durumda Kürt Özgürlük Hareketinin öteden beri haklı olarak karşı çıktığı, Türkiye Devrimi’nin gereklerini Kürtlere dayatma tutumu, bu kez de Türkiye devrimci hareketine Kürt siyasi sürecinin “hassasiyetleri”ne göre ayar verme biçimini alarak geri dönüyor.
Oysa Kürt Hareketiyle Haziran İsyanı arasında bir rezonansın kurulamamasını “tarafların” bir eksikliği ile izah etmeye çalışmak doğru değil.
Artık içimize sindirmemiz gereken bazı gerçeklerimiz var. Bunlardan birincisi, Türkiye Devrimi Süreci ile Kürt Ulusal-Siyasal Süreci’nin birbiriyle ilişkili ancak birbirinden ayrı iki süreç olduğudur. Bu iki süreç birbirleriyle aynı anda yükselişe ve düşüşe geçmiyolar; birini yükselten şeyler diğerini baskılayabiliyor; biri atağa kalktığında diğerinin “dengesini” bozabiliyor. Haziran İsyanı’nda da böyle bir konjonktür yaşandı. Yani BDP için “Türkiyelileşme”nin Gezi’yle birleşmekten geçtiğini söylemek, BDP’nin iki ayrı devrimci sürecin görevlerini de yerine getirebilen bir parti haline gelmesini istemek olur. “Devrimciler Örgütü” düzleminde geliştirilemeyen bu siyasi örgütlenmenin yasal siyaset alanında sağlanıp sağlanamayacağını düşünmek gerekir.
İçimize sindirmemiz gereken ikinci gerçek ise her iki sürecin öznelerinin birbirlerini inhibe edici (baskılayıcı) bir hareket tarzına mahkum olmadıkları tek stratejik vizyonun, her iki sürecin de kurucu etkide bulunduğu bir Ortadoğu Devrimi anlayışıyla geliştirilebileceği gerçeği. Konuyu böyle ele aldığınızda artık BDP’nin “Türkiyelileşmesi”ni değil, Ortadoğu ve Türkiye ölçeklerinde birleşik bir devrimci perspektifin enternasyonalist siyasi örgütlenme tarzını tartışmaya başlarız. Gerçekçi ve isabetli olan da budur.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.