Fransız devriminden bu yana sosyalizm idealinin belki de en hazırlıksız olduğu yeni bir devrimci döneme giriyoruz ama tarihin her döneminde sosyalizmi bir insanlık ideali olarak geliştirenin de aynı ‘devrimci durumlar’ olduğunun bilinciyle hareket edilmesi gerekiyor Ergenekon davası AKP tabanı açısından bir zafere işaret ediyor. Mahkeme kararı 11 yıllık iktidarın devletleşmesinin “hukuki tescili” anlamına geliyor. “Hesaplaşma” […]
Fransız devriminden bu yana sosyalizm idealinin belki de en hazırlıksız olduğu yeni bir devrimci döneme giriyoruz ama tarihin her döneminde sosyalizmi bir insanlık ideali olarak geliştirenin de aynı ‘devrimci durumlar’ olduğunun bilinciyle hareket edilmesi gerekiyor
Ergenekon davası AKP tabanı açısından bir zafere işaret ediyor. Mahkeme kararı 11 yıllık iktidarın devletleşmesinin “hukuki tescili” anlamına geliyor. “Hesaplaşma” vs gibi ifadelerden bunun aynı zamanda bir tasfiye olduğunun hükümetçe de kabul edildiğini anlıyoruz.
Siyasal bir birim olarak devletin gerek örgütlenişi gerekse de “resmi” siyasasındaki kopuşa odaklandığımızda “yeni” olgusunu tespit etmek zor değil. Siyasal düzeneğin meşhur kuvvetleri üzerindeki hakimiyetten bölgesel hegemonya iştahına, Kürt sorununda gelenekselin sınırlarını zorlayan tercihlerden dinin kamusal alandaki ağırlığına kadar bir sürü pratiği bu çerçevede değerlendirmek mümkün. Devleti “toplumsal bir sözleşmenin ürünü” olarak düşündüğümüz de ise aynı düzeyde bir iktidarlaşmanın sağlanamadığını özellikle Gezi süreciyle anladık.
Erdoğan’ın pay hesabından gidersek %50 önemli bir toplumsal güç. Öte yandan bu demektir ki toplumun yarısı AKP devletine rıza göstermiyor; hatta bu istememe halinin hızla tanımamaya doğru gittiğini söyleyebiliriz. CHP radikal bir çıkış yaparak Silivri mahkemelerini tanımadığını söyleyerek TC devletinin hukuk sistemini tanımadığını ima etti. Bu düzen dışı çıkışların Geziyle birlikte ortaya çıkan sokak radikalizmini içermeye dönük bir amacı da var. CHP hala, solu belirleyen, İslamiyeti yorumlayan, milliyetçiliği itkileyen, ekonomiyi liberalizme teslim eden bir totaliter kuruluş ideolojisi olarak Kemalizmi parlatma derdinde.
MHP milliyetçi ideolojiye içkin devlet kutsiyeti adına tedirgin ve resmiyetten yana. Bir de cumhuriyetin kuruluşundan bu yana sindire sindire edindiği İslamcılık, bu uzaklaşmayı imkansızlaştırıyor. MHP ile AKP tabanı da çok geçişken. AKP büyük Türkiye ve Osmanlı söylemiyle MHP tabanına hitap ederken karşı tarafça Kürt ayrılıkçısı diye damgalamasıyla kendi cephesinden kopmalar yaşıyor.
AKP ile cemaat arasında milliyetçilik ve İslam anlayışları üzerinden bir farklılaşmanın da yolu açıldı. Yandaş entelijansiya bunu ‘yeni düzenin muhalefeti oluşuyor’ diye okuyor. Eğer iddia edildiği üzere cemaat kadroları devlet kademelerinden ve ihalelerinden dışlanıyorsa bu egemen blok içi bir çatışmaya işaret eder ve egemenlik mücadelesinin ideolojik-siyasal biçimler kazanması kaçınılmazdır.
Önemli bir kesim sınırlarını kurucu ideolojinin çizdiği merkez sağ bir rakibin AKP’nin sonunu getireceğine inanıyor. Tayyip çizgisinin itibarsızlaştırılarak marjinalize edilmesini bir Kemalist devlet projesi olarak görenler de var. Ortadoğu’da belirginleşen İslam siyasetinin parçası olmayı Türkiye için tehlikeli ve istikrarsızlaştırıcı gören önemli bir toplumsal eğilim söz konusu. AKP karşıtı bir alarmcılığı yeni bir uzlaşma zemini için fırsat olarak gören liberalizm de gitgide siyasal bir proje olarak belirginleşiyor.
Ancak iktidarın stratejisine baktığımız da olası rakip projelere müsaade göstermeyecek bir baskı rejiminin tesisini görüyoruz. Cemaatle girilen açık tartışmanın ve kimi sermaye çevrelerine yapılan tehditkar ve rehin alıcı hamlelerin buna delil oluşturduğunu söyleyebiliriz. İktidarı paylaşmamak ve yeni bir uzlaşma zemininde merkez rolünü kaptırmamak adına bir gerilim ve diş gösterme siyasetinin AKP yönetimi tarafından izlendiği malum.
Hükümet konumunu kaybetme pahasına ve can havliyle izlenen bu çizginin, siyasal İslamcı bir gücü vücuda getirdiği görülmeli. Seyyid Kutup şiirlerinin ana akım medyada boy gösterdiği, Mursi yanlısı simgelerin Türkiye sokaklarında karşılık bulduğu, demokrasiyi reddeden ve hilafeti çağıran sloganların cami avlularında atıldığı gerçeğini başka türlü açıklamak mümkün değil.
Ortadoğu’da tek merkezli olmasa dahi siyasal İslamcı bir dinamiğin oluştuğunu ve küresel kapitalist sisteme kendini dayattığını gözleyebiliyoruz. İster kapitalist devletlerarası rekabet isterse neo-liberalizme özgü yerelleşme bağlamına oturtulsun böyle bir realite var ve bu İslamcı siyasetin ülke sınırlarını aşan bölgesel bir güç olarak geliştiğini söylemek mümkün. İktidar olanaklarından mahrum bırakılmadıkça küresel kapitalist sisteme uyumlu hatta etkin bir bileşen olacak derecede sınıfsal bir tandansa haiz bu hareketin, doğu-batı dikotomisinden beslenen özcü bir yerelliği ve bunun siyasal söylemi olarak da anti-emperyalizmi araçsallaştırmasına şahit oluyoruz. Dini ve yerelci bir tonla sınıfsal bağlamından uzaklaştırılan bu anti-batıcı söylem alt sınıfların mağduriyet ve egemen figürlere karşıtlık şeklinde ifade edebileceğimiz nesnelliklerine de hitap eden bir boyut kazanmakta.
Kuşkusuz Ortadoğu için söz konusu olan bu yeni durumun tek yeni dinamiği siyasal İslam değil. Büyük Ortadoğu çözülmesinin tetikleyicisi güçler arasında Kürt hareketini de bölgesel bir unsur olarak hesaba katmak gerekir. Ayrıca Ortadoğu için final sayılacak bu dönem kapitalizmin küresel krizinden bağımsız ele alınmamalı. Bütün bu gelişmeleri dünya ölçeğinde gelişen hoşnutsuzluk dalgasının bölgede kazandığı biçimler olarak değerlendirilmek gerekiyor. Bu küresel çalkantının gerçek müsebbibini dolayısıyla hedefini görünür kılma mücadelesi 21. yüzyıl sosyalizmini de vücuda getirecek ve bu çatışan güçler havuzuna dahil edecektir. Solun yeni çağın şartlarında bir ideal ve toplumsal güç olarak inşası, bu dönemi çözümleyen yeni kavramsal çerçevelerle ve sosyalizmi iktidar mücadelesi alanına katacak siyasal projelerle mümkün olacaktır
Fransız devriminden bu yana sosyalizm idealinin belki de en hazırlıksız olduğu yeni bir devrimci döneme giriyoruz ama tarihin her döneminde sosyalizmi bir insanlık ideali olarak geliştirenin de aynı ‘devrimci durumlar’ olduğunun bilinciyle hareket edilmesi gerekiyor. Unutulmasın ki devrimci zamanlar sosyalistlerin büyük sözler söylediği zamanlardır ve tüm insanlık özellikle de Ortadoğu halkları için sosyalistlerinde sözünü sözleme zamanı gelmiştir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.