Savaş tamtamları bir kez daha çalıyor. Suriye’ye yönelik askeri bir saldırının zamanlamasına ve boyutlarına ilişkin bilgiler, gazete ve haber sitelerinin manşetlerinde yer alıyor. Suriye’ye yönelik emperyalist saldırı hazırlığının gerekçesi, Suriye rejiminin kullandığı iddia edilen kimyasal silahlar. Kimyasal silah kullanımı iddiası, 10 yıl önce ABD önderliğinde oluşan emperyalist ittifakın gerçekleştirdiği Irak işgalinin de temel gerekçesini oluşturmuştu. […]
Savaş tamtamları bir kez daha çalıyor. Suriye’ye yönelik askeri bir saldırının zamanlamasına ve boyutlarına ilişkin bilgiler, gazete ve haber sitelerinin manşetlerinde yer alıyor.
Suriye’ye yönelik emperyalist saldırı hazırlığının gerekçesi, Suriye rejiminin kullandığı iddia edilen kimyasal silahlar. Kimyasal silah kullanımı iddiası, 10 yıl önce ABD önderliğinde oluşan emperyalist ittifakın gerçekleştirdiği Irak işgalinin de temel gerekçesini oluşturmuştu.
Irak’ın işgalinden sonra, ABD Senatosu üyesi Ted Kennedy şunları söylemişti:
“Savaşa gitmek için uydurulan nedenler çöktü. Biz savaşa gitmeye hazırlanırken, Hükümet’in tüm bahanelerinin ‘laf salatası’ olduğu meydana çıktı. Amerikalılara Saddam Hüseyin’in nükleer silahlar yaptığı söylenmişti. Ama yapmıyordu. Saddam’ın elinde kitle imha silahlarının hammadde stoku olduğu söylenmişti. Ama yoktu. 11 Eylül olayına karıştığı söylenmişti. Ama karışmamıştı. Bize Irak’ın El Kaide’den teröristler getirdiği söylendi. Ama getirmiyordu. Bize askerlerimizin kurtarıcı olarak gösterilecekleri söylenmişti. Ama öyle değiller. Bize Irak’ın kendi yeniden yapılanmasının maliyetini karşılayacağı söylenmişti. Ama karşılayamıyor. Bize savaşın Amerika’yı daha güvenli bir yer yapacağı söylenmişti. Ama yapmadı… Savaştan önce, bize haftalarca yalan söylenmişti.”
Daha sonra, ABD Savunma Bakanı ve işgalin mimarlarından Donald Rumsfeld’e işgal gerekçelerinin neden yanlış çıktığı sorulmuştu. Rumsfeld bu soruyu şöyle yanıtlamıştı:
“Mesaj bilinen bilinenlerin olduğudur, bizim bildiğimizi bildiğimiz şeyler vardır. Başka bir deyişle, bilinen bilinmeyenler vardır, bilmediğimizi bildiğimiz şeyler vardır. Fakat aynı zamanda bilinmeyen bilinmeyenler vardır… Bilmediğimizi bilmediğimiz şeyler. Biz her yıl o bilinmeyen bilinmeyenlerden birkaç tanesini ortaya çıkarırız.”
Evet…
Her yıl “o bilinmeyen bilinmeyenlerden birkaç tanesi” ortaya çıktı… Geçen on yıl içinde ortaya çıkan en büyük hakikat, işgalin temel gerekçesi olarak sunulan nükleer ve biyolojik silahların bir türlü ortaya çıkarılamaması oldu.
Ama ne gam…
Tarihin gördüğü en acımasız ve yıkıcı güçlere sahip emperyalist savaş aygıtı gücünü dosta da düşmana da göstermişti. Dönemin ABD başkanı George Bush Mayıs ayında zaferi ilan etmiş, Haziran ayında, dönemin Geçici Koalisyon Yönetimi başkanı Paul Bremer Irak’ta “devlete ait endüstrilerin elden çıkarılması ile ilgili planlarını” açıklamış ve “200 Irak devlet şirketinin özelleştirileceğini” belirtmişti.
eçici Koalisyon Yönetimi’nin yayınladığı 39. Madde yabancı yatırımcılara “Irak’ta iş kurmak ve/veya Irak şirketlerini, bankalarını, madenlerini ve fabrikalarını bunların tam mülkiyetini ele geçirecek şekilde satın almak için sınırsız haklar tanıdı ve bu yabancı yatırımcıların karlarının, hisselerinin, paylarının ve işletme gelirlerinin yüzde yüzünü doğrudan Irak dışına çıkarma olanağına sahip olacaklarına karar verdi.”[1]
Irak işgalinin önde gelen amaçları, Sovyet sonrası açılan yeni dönemde Ortadoğu’da ABD hegemonyasının pekiştirilmesi, petrol üretimi ve naklinin kontrolü, petrole bağımlı ekonomiler üstünde elde edilecek ekonomik ve politik baskı gücü idi.
Emperyalist merkezlerin bu hedefleri “diktatörlüğe karşı Irak’a demokrasi taşıma”, kimyasal silahlara karşı “insani müdahale” söylemleri ile meşrulaştırılmaya çalışılmıştı. Ancak o gün de, bugün de bilinen asıl hakikat; Saddam Hüseyin’in İran-Irak savaşında İran ordusuna karşı, Halepçe’de Kürtler’e karşı kimyasal silah kullanmış olması idi.
“1986’da BM Güvenlik Konseyi, 1925 Cenevre Protokolü’nden beri yasadışı kabul edilen kimyasal silahları kullandığı için Irak’ın kınanmasını önerdi; Amerika Birleşik Devletleri bu öneriye karşı oy verirken yalnız kaldı. Reagan’ın Ulusal Güvenlik Konseyi yetkilisi Geoffrey Kemp, Amerika Birleşik Devletleri’nin ve Basra Körfezi Araplarının paralı askeri Saddam’la ilgili duyguları şöyle anımsıyordu: Onun bir O.Ç. olduğunu biliyorduk, ama bizim O.Ç’muzdu.”[2]
Emperyalist efendilerin paralı askeri olarak kimyasal silah da kullanılabilirdi, ülkeler koca işkencehanelere de çevrilebilirdi. Önemli olan kimin çocuğu olduğunuz idi?
Emperyalist merkezler bir başka “insani müdahale”yi yakınlarda Libya’da gerçekleştirdi. Libya’da yaşanan iç-savaşta, Kaddafi güçlerinin askeri ilerlemesinin başlaması ile birlikte, tüm dünya basınında Kaddafi güçlerinin düzenlemeye hazırlandığı soykırım ve gerçekleştirilen kitle katliamlarına ilişkin haberler art arda yer almaya başladı.
NATO’nun 1973 sayılı kararı çerçevesinde Libya’ya emperyalist askeri müdahale başladı. “İnsani Müdahale” kapsamında birkaç kez Trablus’taki radyo ve televizyon istasyonları bombalandı, gazeteciler katledildi. NATO bu bombalamaları, “Kaddafi’nin canice sözlerinin yayınlanmasını engellemek” gerekçesiyle savundu.
Libya’ya yönelik hava bombardımanı ülkenin tüm altyapısını yok etti, 80.000 civarında insanın katledildiği tahmin ediliyor. Sadece Kaddafi’nin iktidar üssüne yönelik 20000 sortinin yapıldığı dehşet verici bombardımanlar, 21. yüzyılın “insani müdahale”lerine ışık tutar nitelikte idi.
1911 yılında İtalya tarafından düzenlenen ve dünyanın ilk hava saldırısı olarak tarihe geçen Tecura ve Ayn Zara bombardımanlarından sonra yayınlanan Hava Kuvvetleri bildirisinde saldırının, “Arapların maneviyatı üzerinde harika bir etki” yarattığı ifade edilmiş.
Libya’ya dönük “insani müdahale”nin iktidara taşıdığı Ulusal Geçiş Konseyi (UGK), henüz iktidara taşınmazdan önce 19 Mart’ta yaptığı önemli bir toplantıda üç konuyu gündemine almıştı. İlki, iç-savaşın askeri ve politik seyrine ilişkindi. İkinci gündem, Bingazi Merkez Bankası’nın Libya’nın para politikası konusunda yetkili olacağını onaylamaktı. Üçüncü konu, ülkenin tüm petrol üretiminde ve petrol politikasında yetkili olacak Libya Petrol Şirketi’nin kurulması idi.
Bu haber duyulduğunda Economic Policy Journal’dan Robert Wenzel, “bir halk ayaklanmasından sadece birkaç hafta içinde bir Merkez Bankası’nın yaratıldığını daha önce hiç işitmemiştim. Bundan anlaşılıyor ki, etrafta koşuşturan bir avuç gariban asiden biraz daha fazlasıyla karşı karşıyayız ve bazı oldukça sofistike etkiler söz konusu”[3] demişti.
Wenzel’in tahmini isabetli idi, UGK’nin etkili isimlerinden ve daha sonra Maliye Bakanı olacak Ali Tarhuni Seattle’da Washington Üniversitesi’nde ekonomi profesörlüğü yapmıştı. UGK’nin bir diğer çok etkili ismi Mahmut Cibril yine ABD’de Pittsburg’da eğitim görmüş, Beyrut’ta, Kahire’de ve Doha’da danışmanlık şirketleri bulunan, ABD belgelerinde “ABD’nin perspektifini kavrayan ciddi bir muhatap” olarak nitelendirilen bir isim idi.
UGK’nin yayınlanan belgesindeki “yabancı uyrukluların ve şirketlerin çıkarları ve hakları korunacaktır” ibaresi, UGK’nin etkili isimlerinin kimlikleri ile birlikte emperyalist saldırı sonrası oluşacak ekonomik ve politik ilişkilerin garanti belgesi olmuştu.
Aynı dönemde batı basınına konuşan Mustafa Geryani, “Batıda eğitim görmüş aydınlar olduklarını, yeni devleti kendilerinin yöneteceğini, ne yaptığını bilmeyen güruhlar ya da dinsel aşırıcılar olmadıklarını” ifade ediyordu.
Trablus düştüğü gün, New York Times’da “Libya’nın Petrol Zenginliğine Erişmek İçin İtiş Kakış Mücadele Başlıyor” başlıklı bir değerlendirme yayınladı. Kaddafi rejimi devrildi, Kaddafi öldürüldü. Rusya, Çin, Brezilya şirketlerinin milyarlarca dolarlık projelerinin tümü askıya alındı. Fransa’nın Total, İtalya’nın ENI, Avusturya’nın OMV, İngiltere’nin BP ve Vitol, ABD’nin Hess, Conoco Philips ve Marathon şirketleri Libya petrollerinden daha fazla pay kapmak için itişip kakışıyorlardı.
Libya’nın petrol zenginliği emperyalist merkezlerin güvenilir iş ortaklarının kontrolüne geçmişti ve bu sayede, Libya halkı artık liberal demokrasinin keyfini dilediği gibi sürebilirdi. Irak halkı, liberal demokrasinin keyfini, yakınlarda Irak’ı ziyaret eden Ceyda Karan’ın ifade ettiği gibi yollarda süreklileşmiş “can korkusu eşliğinde” yürüyerek çıkarıyordu.
Ama ne gam?
Irak işgalinden önceki yıllarda, Irak’a uygulanan ambargolar nedeni ile yüz binlerce çocuğun öldüğü ifade ediliyordu. 1996 yılında bir televizyon programında, o dönemin ABD Dışişleri Bakanı Madaleina Albright’e “Yarım milyon çocuğun Irak’a karşı uygulanan yaptırımlar nedeniyle öldüğünü duyduk. Demek istediğim bu sayı Hiroşima’da ölen çocuk sayısından daha fazla, peki ödenen bedel buna değer mi?” sorusu sorulmuştu. Albright, “Bence bu çok zor bir tercih, fakat bedeli (…) bizce bedeli buna değer” yanıtını vermişti.
Liberal demokrasi, “uygarlaşma” Ortadoğu ve Afrika halklarına gerçekten çok ağır bedeller ödetmişti, ödetiyor. Suriye halkı iki yıldır bedel ödemeye devam ediyor, ama bu kadarı yeterli bulunmadığı için, en son teknoloji ile donatılmış savaş gemileri Suriye kıyılarına doğru ilerliyor. Bir kez daha insanlara karşı “insani müdahale” seçeneği devrede.
Suriye rejiminin emperyalizm güdümlü çetelere karşı askeri başarılar kazanmaya başlaması ile birlikte bir dizi gelişme yaşandı. ABD Dışişleri Bakanı Kerry ve Rus Dışişleri Bakanı Lavrov’un 2. Cenevre görüşmelerinin başlatılması konusunda mutabakata varmalarından kısa bir süre sonra Reyhanlı’da bir katliam yaşandı. Reyhanlı saldırısı Tayyip Erdoğan’ın ABD ziyaretinin hemen öncesine denk geliyordu.
Tayyip Erdoğan ABD’den eli boş döndü. Ancak Suriye’de şiddetin dozunda herhangi bir azalma olmadı. Tersine şiddet Irak’ta da yoğunluğunu arttırma eğilimi gösterdi, Lübnan’da Hizbullah’ın etkili olduğu alanlarda bombalar art arda patlamaya başladı. Rojava’da cihatçı çetelerin Kürtlere yönelik saldırıları yoğunlaştı.
Birleşmiş Milletler’in 2. Cenevre Görüşmeleri’nin başlaması için gereksinim duyulan koşulların hazır olduğuna ilişkin açıklamasından kısa bir süre sonra Suriye ordusunun kimyasal silah kullandığına ilişkin iddialar gündemi kapladı. ABD, Fransa, İngiltere, Türkiye, Körfez ülkeleri Suriye’ye dönük bir askeri saldırı için harekete geçti.
Bir süre önce, Birleşmiş Milletler yetkilileri emperyalizm güdümlü çetelerin kimyasal silah kullandığına ilişkin bulgulara sahip olduklarını açıklamışlardı. Ancak bu açıklama gazete sütunlarında kalmıştı. Çetelere dönük silah, mühimmat, para akışı kesintisiz olarak devam etti.
Basına yansıyan bilgilere göre, Suriye savaş gemilerinden ateşlenecek füzelerle vurulacak. Ajanslardan, çetelerin vurulması gereken yerleri efendilerine bildirdiklerine dair haberler geçiyor. Bu füzelerin esas olarak, Suriye ve Ortadoğu halklarının iradesini kırmaya, Suriye ordusunun son aylarda elde ettiği askeri başarıları boşa çıkarmaya, 2. Cenevre görüşmelerini bilinmeyen bir tarihe ötelemeye, olmazsa koşullarını belirlemeye dönük olduğu son derece açık.
Ancak hepsi bu kadar değil. Emperyalist efendilerin bu saldırıları, halkları aşağılayan, onlarla dalga geçen bu tutumları çok daha derinlerde bir öfkeyi büyütüyor. Ortadoğu halklarına ya körfez krallıkları gibi bir gericiliğin, ya da Libya ve Suriye’de ortaya çıkan yeni Cihatçı savaş lordlarının kölesi olmayı dayatan emperyalist merkezler, bu kez Ortadoğu’da topyekun bir patlamaya yol açabilecek bir fitili ateşliyorlar.
Gezi İsyanı AKP’ye en güçlü ve kadir-i mutlak olduğunu düşündüğü bir evrede ne kadar zayıf temeller üzerinde durduğunu gösterdi. Onun tüm yapısal-tarihsel ve güncel-konjonktürel zaaf ve yetmezliklerini birkaç darbede ortaya çıkardı. Emperyalizmin Ortadoğu’daki yapısal-tarihsel ve güncel-konjonktürel durumu çok mu daha iyidir? Özgürleşme yoluna girmiş Ortadoğu halklarının özgürleşme süreci de her süreç gibi, inişli çıkışlı, sıçramalı bir karaktere sahip değil midir?
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.