“Güzel aşk cevrimizi / Çekemezsin demedim mi / Bu bir rıza lokmasıdır / Yiyemezsin demedim mi” (Pir Sultan Abdal) Heval… Evvela mahsus selam eder, Roboski’de öldürülmüş sempatizanlarınız olarak yüksek siyasetinizden öperiz. “Ölü canlar” olarak bizi soracak olursanız, esirgeyen ve bağışlayan büyüklerimizin ferasetine de siyasetine de duacıyız: Tarih başka keder vermesin! Amaçla araçların, özgürlükle iktidarın birbirine […]
“Güzel aşk cevrimizi / Çekemezsin demedim mi / Bu bir rıza lokmasıdır / Yiyemezsin demedim mi” (Pir Sultan Abdal)
Heval…
Evvela mahsus selam eder, Roboski’de öldürülmüş sempatizanlarınız olarak yüksek siyasetinizden öperiz. “Ölü canlar” olarak bizi soracak olursanız, esirgeyen ve bağışlayan büyüklerimizin ferasetine de siyasetine de duacıyız: Tarih başka keder vermesin! Amaçla araçların, özgürlükle iktidarın birbirine şu günlerde mecaza sığınarak yaptığımız bu latifeyi Ehmedê Xanî’nin başı için hoş görmeniz dileğiyle…
Heval…
Muktedirle görüşmeyi reddeden ailelerimizi “iftar yemeğine” ikna ve ricanızı, gerekçenizi gördükçe dilimiz tutuldu. Burada, kaç kez eğitim çalışması yaptığımız halde bir türlü muradının anlayamadığımız “ihtar yemeği!” sayesinde bir kez daha “öldük!” desek ağır olacak, işi siyasete vurup “ölmedik!” desek yalan olacak. Olmadı heval olmadı, olmadı, eş eşini bulmadı! “Hiç”lendiğimiz ve iç’lendiğimiz bu sofranın tarihteki rolü içimize hiç ama hiç sinmedi. Karşı çıktığınız şeylere benzeme siyaseti karşısında dilimiz öne eğildi. “Ver Şerafettin Elçi’yi al Roboskili aileleri” şeklinde özetlenebilecek politikanın sonu yok heval. Barış, al-ver hikayesi değil, kalplerimizi politika ile tartıya çıkarmak hiç değil. Barış, adalet, özgürlük bir yana “ateş kıs” sürecini dahi algılamayanlarla siyaset sahnesinde “Aldım verdim ben seni yendim”, “Alamadın, veremedin, sen beni yenemedin” oyunu oynamak dillere ziyan. Öte yandan bu “taktik” çabanızı ailelerimizin hissiyatına tercüman olmak ve politik değil “insani” kavramı üzerinden açıklamanız da bizi ziyadesiyle müteessir etti. Hatta, en çocuğumuz ve muzibimiz bir heval bunu “gerekçeli zarar” olarak tarihe not düştü. Dağ’dan yeni gelen bir heval ise, sürekli “tekbir” getirerek politika yapan muktedirler karşısında “tedbiri” elden bırakmamak gerektiğini, bizzat şahsınıza iletmemi özellikle söyledi. Sizden öğrendiğimiz, “Kürt tarihi tedbiri elden bırakma tarihidir” şeklindeki cümleyi size hatırlatmak zor ama gerekli. “Yalancı tövbelerle” ömürlerini uzatan devletlerin ömürlerimizi ve dillerimiz kısalttığını bilmeyen mi var?
Heval…
Siyasetin şeklini alanları gördükçe, “Ah şu siyaset, ah şu siyaset ehli”, diye yakınmamızı hoş görün. Siyaset, “şeytanları” kovalayayım derken, “melekleri ürkütmekse” sizin orada bizim burada işimiz zor. Eskiden, ustanın yaptıklarını çırağın görmemesi için araya “sır perdesi” konurmuş. Siyasetin doğasında “sır” var. Ne var ki, politika “sır”lara, “sır diplomasisine” indirgenirse sonuçta ortaya çıksa çıksa “sır toplumu” çıkar. İnsanın gözüne “siyaset/sır perdesi” inerse, siyaset çeşmesinde boğulmak kader/keder olur. Öte yandan, bir kuşun, bir mevsimde, bir kanadından çıkardığı ve hattatların fırça olarak kullandıkları özel bir “tüy”e de “sır” denirmiş. Bu mektubu “sır” kalemiyle yazmamızı içimize sinmeyen “sır” siyasetinize nazire olarak kabul etmeniz halisane temennimizdir.
Heval…
Yeryüzünden aldığımız duyumlara göre başbakan, malum yemekte, ailelerimize, siyaset deresinden bin mazeret getirmiş ve lokmayı dolandırarak ipe ün sermiş. Roboski’nin mecaz olarak bile “lokma” haline getirilmesine üzüldük. Diyelim ki “lokma”dır Roboski. Ne var ki fakir Kürdün lokmasıdır ve sanıldığı gibi kolay lokma değildir; devlet, iktidar merkezli “siyaset lokması” hiç değildir. Eskiler, yemekten sonra bereket beyanı olarak “kese dibi görme” derlermiş. Sizi bilemeyiz ama biz buradan diyemedik, dilimiz lâl oldu. Her “lokma”nın halklar için “Lokman” olması için sofraların “yeryüzü sofrası” olması gerektiğini siz siyasi hevaller bizden iyi bilir, takdir edersiniz. Başkalarının acılarına, dillerine bakmayı reddeden, “dişleri boğazında” olanların sofrasındaki lokmaların boğazımızda düğümlendiğini bilmenizi isteriz.
Heval…
Bu mektubu, ana karnındaki dil olarak özetleyebileceğimiz “zimane zigmaki”, deyiminine bağlı çığlık, sitem ve “hüznüniyet” olarak kabul edin. Mevlana’nın, “Dinle neyden kim hikâyet etmede/ Ayrılıklardan şikayet etmede” sözünden hareketle, durumu size hikâyet ve şikayet ederek bir kusur işlemişsek, yukarda olup biteni bilmememize ve siyaset ocağında pişmememize sayın. Her ne kadar sürç-i lokma ettiysek affola… Arz ederiz… Kabul buyurunuz…
İmza; Roboskili ölüleriniz…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.