AKP, ne yaparsa yapsın artık Gezi’nin hayaleti ile yaşamak zorunda. Üstelik o hayalet hala parklarda, meydanlarda dolaşıyor ve fırsatını bulduğu ilk anda gidip kent meydanlarına, Taksim’e, Kızılay’a, Konak’a oturacak. Tayyip Erdoğan’ın AKP’si de korkuyla yaşamaya alışmaya çalışıyor. Erdoğan, kendisi için çok zor olsa da artık Kasımpaşalı ağzıyla konuşmamaya çalışıyor. Bu aralar nedense Gezi gündemi ile […]
AKP, ne yaparsa yapsın artık Gezi’nin hayaleti ile yaşamak zorunda. Üstelik o hayalet hala parklarda, meydanlarda dolaşıyor ve fırsatını bulduğu ilk anda gidip kent meydanlarına, Taksim’e, Kızılay’a, Konak’a oturacak.
Tayyip Erdoğan’ın AKP’si de korkuyla yaşamaya alışmaya çalışıyor. Erdoğan, kendisi için çok zor olsa da artık Kasımpaşalı ağzıyla konuşmamaya çalışıyor. Bu aralar nedense Gezi gündemi ile değil de başka gündemlerle çok meşgul. Erdoğan’ın yargısı da mümkün olduğunca az insanı tutuklamaya, tutuklananların da önemli bir kısmını, itiraz gerekçesiyle salıvermeye çalışıyor. Anlaşılan duruşmaların kitlesel tepkiye neden olacağını iyice anlamışlar. Olası kitlesel tepkiler Bülent Arınç’a bile soğukkanlılığını kaybettirmiş durumda. “Önümüzdeki dönemden itibaren bu protestoların farklı amaçlarla ve farklı şekillerde gündeme gelebileceği yönünde istihbaratımız var” diyor Arınç ve üniversitelerin açılmasını, spor gösterilerini ve bazı önemli günleri işaret ediyor. (Sürekli tetikte olmakta yarar var tabii, pandoranın kutusu açıldı bir kere.) Gezi Parkı ise hala çok büyük bir tehdit onlar için. En son iftar yapılmasına bile tahammül edemediler. En büyük korkuları ise “ya çaktırmadan birileri tekrar birkaç çadır kuruverirse…”
Bir taraftan da hala karşı-saldırı araçlarını geliştirmeye çalışıyorlar. Öldürme, sakat bırakma, kör etme, sivil polis şiddeti, gözaltına alma, tutuklama yöntemleri yetmemişti, palalılar devreye sokulmuştu. “Esnafları” devreye sokması bile işe yaramak bir yana ters tepti. Yandaş medya manipülasyonu da engelleyememişti, patronların sözünü birazcık da olsa dinlemeyenler, listeler halinde işlerinden atılmaya başlandı. Hala alnını secdeye getirmeyenlere de maliye memurlarını vergi denetimine gönderdi Tayyip Erdoğan.
Ancak AKP iktidarı zekada sınır tanımıyor. Yeni projeyi Emniyet Genel Müdürlüğü açıkladı: “Sırdaş Polis İhbar Noktası Projesi” adı altında ihbarcılığı mahalle mahalle, sokak sokak yaygınlaştıracak bir girişim başlatıyormuş. Uygun görülen sokaklara ve mahallelere yazılı ve aynı zamanda sesli ihbar kutuları yerleştirilmesi düşünülüyormuş. Bu kutulara yapılan ihbarlar ise kesinlikle gizli kalacakmış. İhbar uygulamasının gizlilik kalkanı ile polisin keyfi tutumuna olanak vermesi, polisin ihbar olduğu iddiası ile yaygın bir baskı ve şiddet ortamı yaratacak olmasından kimsenin kuşkusu olmaz herhalde.
Zekasından “asla” kuşku duymayacağımız bir başka AKP’li ise karşı propagandalarında yeni açılımlar yapmaya devam ediyor. Söz konusu kişi elbette Egemen Bağış. Avrupalıları ikna etmek için yaptığı açıklama taktire şayan: “Gezi olaylarının nedeni AKP’nin sağladığı demokratik ortam”mış. 5 kişiyi öldüren, onlarca insanı sakat bırakan, binlercesini yaralayan demokratik ortam!
Nafile! Taktik karşı atakların hiçbiri gerçek başarıyı sağlayamadı. AKP, diğer tüm baskıcı iktidarlar gibi bildiği ezbere yani gündem değişikliğine çark etmek zorunda kaldı. Mısır gündeminden umduğunu bulamayınca da hazırda bekleyen can alıcı gündeme sarıldı; Kürt sorunu ve Suriye.
Ancak “isyanın etkisi”, AKP’nin Kürtleri oyalama zamanlamasında hesabını değiştirmek zorunda bıraktı. Sonbahara kadar süreci boş geçirmeyi planlayan AKP, erken bir paket hazırlamak ve gündeme sunmak zorunda. Kaçıncı “demokratikleşme paketi” olacağını tarihçilerin bile numaralandırmakta zorlanacağı bu yeni pakette, şimdilik ipuçları verilen başlıklar; seçim barajı kalkmayacak ama “marjinallerin” birkaç milletvekili çıkarmak için debelenmesinin yolu bulunacak, Türkçe dışındaki dillerle seçim propagandası yapılabilecek, barajı geçemese de “bazı” partilerin hazine yardımı alması sağlanacak, falan filan. Unutmadan, Aleviler için Cemevlerine yer tahsisi, bedava su ve elektrik de pakete girebilirmiş. Ama pakette mutlaka olacak olan ise kamu kurumlarında kılık-kıyafet özgürlüğünün yani türban serbestliğinin olacak olması, adı demokrasi paketi ya…
Tüm bunlara rağmen AKP, misyonuna uygun görevleri de (her ne kadar tırsa tırsa da olsa) yerine getirmek zorunda; kentleri yağmalamaya devam etmek, eğitimde sermaye ve gericiliğe hizmeti at başı götürmek, bu yasama yılına yetişmemiş olsa da sistemin en can alıcı yasasını yani “taşeron yasası”nın tüm altyapısını bitirmek gibi gibi.
İktidar temsilcileri kendilerine yakın sendikal çevreleri avutacak ve işçilerin gözünü boyayacak açıklamalar yapmayı ihmal etmiyor. Kendilerine yakın gazeteler sık sık “Bakandan taşeron işçilere müjde” gibi haberler yaptırıyorlar. Son olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, taşeron işçilerin sorunlarını çözecek “taşeron yasasının” sonbaharda çıkacağını söyledi. Türkiye işçi sınıfı artık bu numaraları yemiyor. Devrimci Sağlık-İş’in hukuk mücadelesi bunun kanıtıdır. Bilindiği üzere örgütlü taşeron işçi üyeleri bakanlıkça yok ayılan Devrimci Sağlık-İş, işkolu istatistiklerine itiraz davası açmıştı. Yargı, Devrimci Sağlık-İş’i haklı bularak gerçek üye sayısının 7899 olduğuna karar verdi. Ne var ki yerel mahkeme kararını sindiremeyen Çalışma Bakanlığı kararı temyiz etti. Bu tutum, AKP iktidarının, taşeron işçinin sendikalaşma başta olmak üzere, en temel haklarını gasp eden gerici sermaye yanlısı politikalarının göstergesidir.
Kent yağmasında kuşkusuz İstanbul başı çekiyor, ne de olsa en büyük rant orada var. 3. Köprü, 3. Havaalanı, Galataport, Haydarpaşaport, Kuzey ormanları, Haliç projesi, Yedikule bostanları. Kuşkusuz sadece İstanbul değil, ülkenin dört bir tarafı AKP tarafından kentsel dönüşüm, çevre düzenlemesi, turizm yatırımı, depreme karşı iyileştirme vb. adları altında yağmalanmaya devam edilmekte. Yerel seçim öncesi bunların yapılması yandaşlara rant dağıtmak için bir “zorunluluk”, zorluğu ise tüm bu projelerin ülkenin ve halkın “iyiliği için” olduğunu anlatmakta.
Her gelen AKP’li bakanın değiştirdiği eğitim sisteminin ise bu yıl da halka büyük sorunlar yaratacağı kaçınılmaz. Bilindiği gibi artık normal (düz) lise yok, kaldırıldı. Ya Anadolu Lisesi ya Meslek Lisesi ya da meslek lisesi görünümlü İmam Hatip Lisesi mevcut. Liseye başlayacak 1 milyon 259 bin 546 öğrenciden 688 bini Fen, Anadolu, Anadolu öğretmen ve sosyal bilimler liselerine gidebilecek. Geriye kalanlar özel okula gitmeyeceklerse otomatik olarak meslek liselerinin puansız bölümlerine veya imam hatiplere kaydedilecek. Yani bir kısmı özel okul patronlarına para kazandıracak, parası olmayan bir kısmı ise patronlar için ucuz işçi olarak çalışacak. Patron hizmetine girmeyenler ise AKP’nin imamlarının hizmetine girecek.
Ancak AKP bir taraftan bunları yapmak “zorunda” iken, diğer taraftan “Gezi’nin hayaleti”nden eceli kadar korkmaya devam edecek. Halk isyanı ise yüksek enerjisini bir nebze geriye çekmiş, genel görünüm itibariyle “aktif dinlenme” pozisyonunda devinimini sürdürüyor. Antakya, Eskişehir ve Ankara Dikmen ise isyanın hala sokaklarda, meydanlarda en sıcak haliyle sürdüğü yerler.
Haziran İsyanı, Antakya’da, AKP’nin Suriye’de savaş çıkarma politikalarına karşı birikmiş tepkilerle buluştu. Sınırın öte yanındaki halkın zaten bir parçası olan Antakyalılar hem kendi kardeşlerinin katledilmesi hem de kendilerinin çıkacak bir savaştan en çok etkilenecek olması nedeniyle AKP’ye karşı ilk barikatı zaten çoktan kurmuştu. Haziran İsyanı’nda kaybettikleri iki genç ise AKP’ye karşı öfkeyi misliyle katladı. Tüm bunlara karşın Antakya halkının tepkisi anlık öfke patlamaları ya da bir intikam hareketine dönüşmek yerine AKP’nin savaş politikalarına barikat kurma ve ikiyüzlü halk(lar) düşmanı propagandalarını ortadan kaldırma biçiminde ilerliyor.
Eskişehir ise bilindiği gibi AKP’nin en kirli “iç savaş taktiklerinden birini” denediği yer olmuştu. Eli sopalı sivil polis-sivil faşist çeteler halk isyanını bastırmak, halkı yıldırmak için karanlık köşelerde kahpe saldırılar düzenlemiş ve bir genci döverek öldürmüştü. Eskişehir halkının direnişi ise sadece Ali İsmail Korkmaz’ın katillerinin bulunup cezalandırılması ile sınırlı değil, AKP’nin (ya da herhangi bir gerici-faşist iktidarın) bu iğrenç yöntemi bir daha kullanmasını toptan engellemeyi hedefliyor.
Ankara Dikmen halkı ise AKP polisinin bir mahalle halkını toptan hedef haline getirmesinin nasıl sonuçlar doğuracağını AKP’ye her gün yeni dersler vererek gösteriyor. Kuşkusuz Dikmen’deki tepkinin içeriğinde Melih Gökçek’in de önemli bir yeri mevcut. Ankara’daki (neredeyse) hiçbir tepki Melih Gökçek’i içermeden olmaz. (Nedendir acaba!?)
Her ne kadar Haziran İsyanı, genel görünüm itibariyle “aktif dinlenme” pozisyonunda devinimini sürdürüyor olsa da –ki bunun somut karşılığı süren park/mahalle forumlarıdır- sürekli bir “fırsat kollama” halinde. Kah evlilik törenine davetli oluyor kah yaşgününe, kah iftar yapmak için yer arıyor kah unutmamak/unutturmamak için çağrı yapıyor. Denemekten yılmıyor, başarılı denemeleri tekrar tekrar yineliyor, yenilerini ekliyor. Her deneyin içinde, kıyısında olmak ise devrimciler için (yine tekrarlamak gerekir ki) bir tercih değil, bir zorunluluk. Halkın, dinmeyen öfkesini/karşılanmayan taleplerini dile getirmek için bulduğu, keşfettiği her yolun içinde her adımın yanında olmak gerek ve elbette yeni “deneyleri” bizzat gerçekleştirerek. Küçümsemeden, değersizleştirmeden ve acayip büyük siyasal analizleri “sonraya” bırakarak. (Haziran ayının devrimcilere en azından bunu öğretmiş olduğunu varsayabilir miyiz?)
Ve Forumlar… Bilindiği gibi Gezi Parkı polis tarafından zorla boşalttırılıp işgal edildikten sonra başta İstanbul olmak üzere şehirlerin parkları forum alanlarına dönüştürülmüştü. Bu forumların asıl amacı, isyanının bir başka (eylem) biçimiyle sürdürülmesi idi. Ve hala da öyle. Geçen süre boyunca forumlar, zaman zaman katılım sayısı farklılaşsa da varlığını korudu hatta Anadolu illerinde forum yapılan parkların sayısı artmaya devam etti. Kendilerine konuşup tartışmanın dışında farklı işlevler edindiler; çalışma grupları kurarak alt/paralel örgütlenme biçimleri oluşturdular, yerel gündemlere müdahale etme programları ve eylemleri gerçekleştirdiler. Ve hepsinden önemlisi direnişi canlı tutacak ortak konularda eylemler gerçekleştirdiler.
Hareketin kısmen yavaşlamasının doğal bir sonucu ise örgütlü ve bir siyasal programı olan grupların bu forumlara olan ilgisinin artması oldu. Bir taraftan doğrudan kendi sempatizan/kadro sayılarını arttırmak amacıyla ajitasyon/propaganda faaliyetlerine hız verdiler diğer taraftan da harekete hedefler gösterip eylem örgütlemeye çalıştılar. Bunların başında da İşçi Partisi’nin (TGB) geldiği rahatlıkla görülebiliyor. Hatta Gazdanadam kostümüyle/maskesiyle kendisine sosyalist, komünist diyenleri bile arkasına dizmeyi başardılar (Komünist enternasyonale İşçi Partisi’nin açtığı yoldan ilerleyerek nasıl ulaşılacağını dünya işçi sınıfına kanıtlayacaklar.) İşçi Partisi şimdi de forumlarda 5 Ağustos’ta Silivri çağrısı yapmaya çalışıyorlar. (Bakalım 1 Haziran’da meydanları dolduran 2,5 milyon insan bu çağrıya ne kadar icabet edecek?)
Solcu örgütlü kadroların her türden hareketlenmeye kendilerince şekil verme, örgütleme, program oluşturma amacı işin doğasında mevcut. Ancak daha önceki dönemlerde oluşmuş ezber davranış ve düşünce biçimlerinin bu harekete birebir uygulanmaya çalışılması karikatür sonuçlar oluşmasına neden oluyor. Tekrar etmekte yarar var: Bu hareket bir bütün olarak örgütlenemez (yani bu hareketi tek bir örgüt ya da parti çatısı altında toplayamazsınız); bu hareketi AKP karşıtlığı dışında tek bir hedefe yöneltemezsiniz ( yani yerel seçimlerde bir bütün olarak tek bir boşluğa mühür bastıramazsınız); bu hareketi oluşturan insanları iradelerinin devredilmesi anlamına gelecek temsiliyet ilişkilerine zorlayamazsınız (yani temsilciler seçelim, artık bizim yerimize onlar karar versin, biz uygulayalım dedirtemezsiniz) vs.
Yapılamayacaklar sıralanınca yapılabilecekler de daha rahat görülebilir. Doğrudan demokrasi bu isyanın temel karar alma yöntemidir, ancak iletişim, koordinasyon, bilgi paylaşımı gibi prensipler üzerinden bir örgütlenme ağı kurmak en ileri model olacaktır. “Karar alma hakkı” kendinden menkul merkezi yapılar, hızla hareketi atıllaştıracaktır. Yaklaşan yerel seçimlerde oy derdine düşen, belediye koltuklarına göz dikenler fark etmeliler ki bu küçük hesaplar hareketi yozlaştırmaktan öteye geçmez. Hareket (henüz) “yapmak üzerine değil yaptırmamak üzerine” oluşmuş durumda. Bu özelliğiyle de egemenlerin tüm olumsuz icraatlarını engelleme gücüne sahip. Belediye başkanı seçtirmeye çalışmak değil, halkın muhtarını belirlemek bu hareketin doğasına çok daha uygundur. Çünkü orada hem doğrudan yönetim hem doğrudan denetim var.
“Yaptırmama gücü”nün korunduğu ve büyütüldüğü bir gelecekte hangi iktidar hangi koltuğa oturursa otursun halkın sokaktaki yaptırımına boyun eğmek zorunda kalacak. Yönetime katılmanın tek biçiminin yönetimi paylaşmak olmadığını gösterdik. Topçu Kışlası’nın yapılmaması belediye meclisinde kalkan ellerin oylarıyla sağlanmadı. Parklarda kaldığımız, sokaklara/meydanlara indiğimiz sürece bu ülkenin gerçek yönetenleri olmaya devam edeceğiz. İstedikleri kadar sokakların karanlık köşelerinde korkularını yenmek için ıslık çalmaya devam etsinler, gerici faşist iktidarların gömüleceği yer o sokaklar, o meydanlar olacak.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.