Bir hayalci/üşengeç genç ile gerçekçi babası arasındaki konuşmaya her kulak misafiri oluşumda sıkça duyduklarımdan kurguladığım bir diyalog : Sorumluluk almak istemiyorum, hiç bir zorunlulukla karşılaşmayacağım bir hayat istiyorum. Hayat zor mu geliyor sana ? Enerjimi idareli kullanmak istiyorum. Rahat etmek istiyorsun. Kim istemez ki ? Herkes ister. Herkes ? Belki çoğunluk. Bir de rahat batanlar var, unutma. Rahat etmekten […]
Bir hayalci/üşengeç genç ile gerçekçi babası arasındaki konuşmaya her kulak misafiri oluşumda sıkça duyduklarımdan kurguladığım bir diyalog :
Sorumluluk almak istemiyorum, hiç bir zorunlulukla karşılaşmayacağım bir hayat istiyorum.
Hayat zor mu geliyor sana ?
Enerjimi idareli kullanmak istiyorum.
Rahat etmek istiyorsun.
Kim istemez ki ? Herkes ister.
Herkes ? Belki çoğunluk. Bir de rahat batanlar var, unutma. Rahat etmekten rahatsız olanlar. Başkalarının rahatsızlığında rahat edemeyenler.
Ben enerjimi gereksiz harcamak istemiyorum.
Biriktirdiğin enerjiyle ne yapacaksın ?’
Okurlarım arasında diyalogun iki yanından birisinde ya her ikisinde birden yer almış olanlar da tahminimce çok sayıdadır. Bu diyalogun bir adım ötesine geçip, gencin de yetişkinin de başkasından kendisine hak vermesini beklediğini unutarak, durumun mekaniğini anlamaya çalışsak, başka neler söylenebilir ?
Beynimizin belli bir iş yapmazki durumundan (‘dinlenme’) çıkıp, belli bir hedefe dönük çalışması epeyce kaynak gerektirir. Uçağın kalkışa geçmesi öncesinde belli bir asgari hıza ulaşması gerektiği gibi beynimizin de bir zihinsel aktiviteye odaklanıp çalışmaya geçebilmesi için sürecin başlangıcında çokça ‘enerji’ kullanımı gerekir. Enerji deyince aklınıza mistik oluşumlar ya da uzaktan yollanan dalgalar gelmesin ; bildiğimiz şeker tüketiminden, dokularda oksijen kullanımıyla ‘yakılan’ şekerin sağladığı enerji. Bir anlamda maliyet de denebilir. Her neyse, bu maliyetin düşürülmesi veya yükseltilmesi genellikle hedefin çekiciliğine bağlı olarak değişir. Hedefin enerji harcamasını belirlemesini sabah işe ya da okula giderken erkenden kalkmanın zorluğunu pazar günü arkadaşlarla gezmeye gitmek için erken kalkmanın kolaylığı ile kıyaslayarak anlayabiliriz.
Harekete geçişimizi kolaylaştıran veya zorlaştıran hedef olarak belirlenen durumların gerçekte ne olduğu hakkında net bir fikrimiz olmadığında ise, önyargılarımız (ideolojik ve kültürel etkenlerin belirlemesi ile) bizi gerçeğin ne olduğunu araştırıp bulma ‘zahmet’inden kurtararak, neyin değer neyin değmez olduğuna ilişkin bir ‘fikir’ verir. Klasik müzik sıkıcıdır, Fransız filmlerinin sonunu getiremeyiz, matematik ya da coğrafya ne işimize yarar, en iyi dolmayı Türkler yapar gibi genellemelerimizle hayatımızda önümüze çıkan ‘yeni’ ya da ‘bildik olmayan’ durumları atlatmaya, bunlarla uğraşmaya değmeyeceğine kendimizi ikna etmeye enerji harcayarak, enerjimizi tasarruf etmeye çalışırız. Önyargıların ve kulaktan dolma bilgilerin bizi rahatlatıcı olması, karar verirken enerjimizi fazla kullanmadan kestirip atmamıza imkan vermesinden gelir.
Yazının girişindeki diyalogdaki genci bir anlamda kendimize yakın hissetmemizi sağlayan ‘işin kolayı’ arayışındaki bu ortaklığımızdır. Üşengeç diyebileceğimiz ruh durumu enerjinin idareli kullanımından ziyade sadece heyecan veren, ‘mutlu eden’ durumlara saklanmasıdır. Diyalogdaki genç için mutluluğun (araştırma verilerindeki ‘ortalama’ya baktığımızda) daha ziyade ‘keyif’ ile özdeş olduğu söylenebilir. Rahat etme/rahatsız olmama ekseninde ve ‘tad alma’ ağırlıklı bir keyiften nasıl vazgeçilecektir ?
Iktidardaki bir partinin gençlik kollarında çalışmaya pek benzemeyen muhalif olma durumunu hemen her toplumda nesnel riskler taşıdığı gibi temelde bir ‘rahat bozma’ ve ‘enerji israfı’ olarak düşünebiliriz. Ancak karşı çıkma’nın bir noktada baskın refleks olduğu gençlik döneminde, karşı çıkmayan, güçlüye ‘yandaş’ olan birisi olmak da düşünüldüğü kadar kolay değildir. Aile içinde muhalif olmayı babaya diklenmeye benzetirsek, evdeki diklenmeyi gerçek bir başkaldırı sayabilir miyiz, yoksa güvenli bir ortamdaki bir ‘ayaklanma müsameresi’ midir ? Yakınlarımıza daha kolay diş geçirebilmemiz evcil isyanlarımızı adeta kışkırtıcı olabilir. Diklenmemiz hangi noktada tehlikeli bir duruma, evden sürgün gitmeye yol açar ? Kritik nokta aileden aileye değişse de, otoriteye diklenme o yaşta içten gelenle uyumlu bir davranış olduğu için karşı çıkmak değil çıkmamak fazladan enerji gerektirebilir.
Peki, güçlüden yana olanlar karşı çıkanlara göre bir anlamda daha fazla mı ‘beyinsel’ rahatlıklarını bozuyorlar, fazladan enerji harcıyorlar ? Bu soruya kesin bir yanıt vermek mümkün gözükmüyor.
Tanımları biraz daha düşünelim : Güçlü olana karşı çıkmak nesnel olarak zor olanı (ama içten gelenle daha uyumlu olanı) yapmak iken, güçlü olandan yana olmak öznel olarak zor geleni (içten gelenle daha uyumsuz olanı) yapmak olsun. Bu durumda zor olan keyif kaçırıcı ve rahatsız edici olsa bile haksızlığa ve zorbalığa baş kaldırıldığında keyif dışındaki ikinci bir ‘motive edici’ hedef enerjiyi harcatıyor. O da, başkaları için bir şey yapıyor olmak. Zira karşı çıkmanın, hele otoriteye karşı çıkmanın kendisine bir faydası olmayacağını bilen genç kendi dışındakiler için bir şeyler yapıyor olmanın anlamını keşfettiği için belki bir refleks olarak başlamış karşı çıkışını sürdürür. Keyif/’mutluluk’ ile elde ettiğinden daha fazlasını, ‘enerji kaynağı’nı başkalarına verdiklerinden sağlar.
Güç sahipleriyle beraber saf tutanlara haksızlık etmemek lazım ; yanında saf tuttuklarının başkalarına faydası olacağına inanıyor (demokrasinin genişlemesini sağlayacağına inandığı bir güçlüden yana olmak gibi) ve kendisi için bir doğrudan kazanç ya da keyif beklentisi yoksa, onun taraftarlığında da enerji verici, zorluğa dayandırıcı bir yan bulunabilir. Sadece aldığı ‘kaybetme’ riskinin en azından o an için düşük olması, kişinin her ne hal ise, hep ‘kazananlar’ yanında olma yatkınlığı gibi özellikleri, karşı çıkma/muhalif olma’daki başkaları’ndan yanalıkla aradaki önemli farkı yaratır.