Stefanel, geçtiğimiz haftalarda gazetelere verdiği bir ilanla ürünlerini satın alan müşterilerinden, bu tişörtleri geri iade etmelerini istedi
İtalya’nın bilinen, pahalı markalarından biri olan Stefanel, geçtiğimiz haftalarda gazetelere verdiği alışılmışın dışında bir ilanla gündeme geldi. Nişantaşı’ndaki mağazasında satılan tişörtlerinin kanserojen madde içermesi nedeniyle ürünlerini satın alan müşterilerinden, bu tişörtleri geri iade etmelerini istedi. Ülkemizin belli başlı büyük gazetelerinde bu haber çıkınca, giydiğimiz kıyafetlerde kullanılan zararlı kimyasalların hayatımızı tehdit ettiği tekrar gündemimize girdi ve aynı hızla da gündemimizden düştü.
Sözü edilen kimyasallar azo boyar denilen kimyasallar, rengi kumaşta iyi tuttuğu ve dahası ucuz olduğu için tekstil sektörünün yasak olmasına rağmen kullanılan maddelerden. 1995 yılında, Sağlık Bakanlığı Türkiye’de de yayınlamış olduğu bir genelge ile Avrupa’da yasaklı olan azo boyar maddelerin üretilen deri, tekstil ve hazır giyim ürünlerinde ve boyahanelerde kullanılmasını yasaklamıştı. Ancak, ithal edilen ürünlere ilişkin, yapılabilecek pek bir şey yoktu. Dünya Ticaret Örgütü’nün kararına göre kapıya gelen her ürünü içeri buyur eder olmuştuk.
Pek çoğumuz, geçtiğimiz yıllarda Çin’den gelen ucuz ayakkabıların, tekstil ürünlerinin, oyuncakların tezgahları nasıl istila ettiğini ve halk arasında “bir milyoncu” olarak bilinen satış noktalarının hızla nasıl arttığını hatırlar. O dönemde Türk sanayicilerinin bu malların Türkiye’ye engelsiz bir şekilde girmesinden ve iç piyasada pazar alanlarının daralmasından oldukça canları yanmış, sanayiciler şikayetçi olmaya başlamışlardı. Sanki öncesinde bilinmiyormuş gibi, öngörülenden fazla mal girişi yaşanınca, bu ürünlerin kanserojen madde içerdiği tartışılmaya başlandı. Çin malı ürünlerin başta ayakkabılar olmak üzere (Çin’de üretilmiş olmasına gerek yok, Uzak Doğu’da üretilip gelen tüm mallara o dönemde “Çin malı” deniliyordu ki bu aslında ucuzluğun ifadesiydi) insanı kanser yaptığına ilişkin yazıldı çizildi.
Geri çağırma yasal zorunluluk
Türkiye, ürünlerde kullanılan kimyasalların ölçümleri de dahil, pek çok deneyi yapan çok sayıda kuruluş var. Bunlar daha çok Türkiye’de üretim yaptıran markaların, ürünleri ile ilgili çeşitli analizleri yapıyorlar. İstanbul Tekstil ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği (İTKİB), Dış Ticaret Müşteşarlığı’nın ilk kez 2009 yılında yayımladığı, ithal edilen “Bazı Tekstil ve Konfeksiyon Ürünlerinin Denetimine İlişkin Tebliğe” dayanarak bu kuruluşlardan biri olan Ekoteks ile 2009 yılından bugüne ithal ürünlerde gümrük girişinde örnek alarak incelemeye tabi tutuyor. Adı geçen tebliğde kanserojen maddenin tespiti ve toplatılmasına ilişkin yapılması gerekenler sıralanmış durumda, buna göre; kanserojen madde içeren ürünün tespitinden sonra on gün içerisinde en son satışı yapan gerçek veya tüzel kişilerce ürün ilan yoluyla geri çağrılır. Bu ilanlar, ülke genelinde dağıtımı yapılan iki gazete ile ülke genelinde yayın yapan iki televizyon kanalında, her birinde en az iki gün süreyle ve Dış Ticaret Müsteşarlığı’nca belirlenen şekle ve içeriğe uygun olarak yapılmak zorundadır.
Sanmayın ki artık güvendeyiz
Öncelikle, ithal edilen tüm ürünler incelenmiyor. Hangi ürünün hangi kriterlerle incelendiğini bilemiyoruz. Bu demektir ki, belki Nişantaşı gibi nezih semtlerde değil ama Türkiye’nin pek çok tezgahında, sokakta tüketiciyi tehdit eden ürünlerin satışına devam ediliyor. Bu malları ithal edenler/ ülkemizde bu kimyasalları kullananlar için ciddi bir yaptırım yok. Tebliğin ürün toplama şartlarını yerine getirdiklerinde, ithalatçılar sütten çıkmış ak kaşık oluveriyorlar. Bu ne onların dünyanın herhangi bir noktasında bu ürünleri yapmalarını engelliyor, ne de ülkemizde üretimde kullanılıp kullanılmadığına dair ciddi bir araştırma yapılıyor. Bir sefer kanserojen madde içerdiği tespit edilen ve toplatılan ürünün, başka bir seferde başka bir ürün ile girmeyeceğinin garantisi yok. Ya da ülke topraklarında üretilip iç piyasada tüketilen ürünlerin içeriğinden haberimiz yok.
Yapılan gümrük denetimleri için; “madem tam yapmayacaksınız, niye yarım yamalak göstermelik iş yapıyorsunuz?” demek geliyor insanın aklına. Hani, söz konusu halk sağlığı olunca insan daha bir hassasiyet bekliyor yetkililerden. Çok daha fazla ürünün denetlemesini yapılabilecekken, hem de 2 günde tüm analizlerin sonucuna ulaşma imkanı varken ve nihayetinde daha ürünler tezgahlara konulmadan müdahale şansı varken Stefanel vakasında olduğu gibi 3-4 ay sonra hem de ürünler satılmışken yapılan bu çağrı, tüketiciyle dalga geçer gibi. Ağırdan almanın nedenleri akla bir sürü şüphe getiriyor. Elbette bunun bir açıklaması var, özellikle ucuz malların istilasından kısmen de olsa kurtulmak, hem de bunu ithalatçı firmaları ürkütmeden yapmak, böylece Türkiye sermayesinin rekabet edebilme gücünü arttırmak. Yani bir taşla iki kuş hesabı. Tüketici sağlığı da bu işin vitrini oluyor.
Tüketiciyi öldüren, işçiyi öldürmez mi?
Söz konusu insan sağlığına zararlı maddeleri konuşmaya başladığımızda ilk akıllara gelen bu ürünleri kullanan tüketiciler oluyor. Elbette bu çok önemli hele bunları kullanacak olan çocuklarımız, sevdiklerimiz olunca hassaslığımız doğal olarak artıyor. Ancak bizler kadar, hatta daha fazla tehlike altında bu maddelerle çalışmak zorunda bırakılan işçiler var. Sermayenin kârı söz konusu olunca hiçbir yasağın işlemediği ülkelerde, bu maddelerin zararlarını konuşurken işçileri de unutmadan konuşmak/tavır geliştirmek gerekiyor.
Çözüm nerede?
Baştan söyleyeyim, çare, bilinçli bir tüketici olmaktan, hem kendi haklarımız hem de çalışanların haklarını gözeten, çevreci bir tüketici olmaktan geçiyor. Dünyanın ünlü markaları, fazla kâr uğruna insan hayatını hiçe sayan koşullarda üretim yaptırıp, satıyorlar. Serbest piyasa koşullarında insana değil kâra odaklı üretim sadece insanı doğrudan etkilemiyor, aynı zamanda yaşadığı çevreyi de yok ediyor.
Geçen yıl Greenpeace, tekstil ürünlerinde kullanılan zararlı kimyasal maddeler konusuna dikkatimizi çekmişti. İspanyol devi Zara’ya yönelik, ürünlerinde insana ve doğaya zararlı maddeler kullandığı için bir tüketici kampanyası başlattı. Kampanyanın etkisiyle Zara, 2020 yılına kadar tüm dünyadaki tedarikçilerinde zararlı kimyasalların kullanımına son vereceğini açıkladı. Yine Greenpeace yaptığı araştırmalarla, Benetton, GAP, Esprit gibi markaların bazı ürünlerinde tehlikeli kimyasalları kullandıklarını belirledi. (Daha fazla bilgi ve diğer markaların isimlerini öğrenmek için Greenpeace sitesini ziyaret edebilirsiniz.)
Belki bulunduğumuz yerden satın aldığımız ürünlerde ne kullanıldığını tespit etmek mümkün değil ama deşifre olmuş markalara tepkimizi iletmek, duyulmasını sağlamak, takipçisi olmak, şeffaflık talep etmek, açıklama beklemek de en doğal hakkımız. Belki o zaman göstermelik denetimler layıkıyla yapılmaya başlar.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.