Yoğun iç ve dış tepkiler nedeniyle geçenlerde Başbakan ‘polisin de hata yapabileceğini’ söyledi. Bu söz, olanların olabilirliğinden hareketle yapılanları olağanlaştırmaya dönük bir anlam içeriyor aynı zamanda. Yani “Eylemcilerin öldürülmesi, onlarca kişinin gözünü kaybetmesi, yüzlerce kişinin kafasından ve başka yerlerinden yaralanması vb. olağandır, polis hatalı olabilir ama olur böyle şeyler” demeye getiriyor. Başbakan durup dururken birden hidayete […]
Yoğun iç ve dış tepkiler nedeniyle geçenlerde Başbakan ‘polisin de hata yapabileceğini’ söyledi. Bu söz, olanların olabilirliğinden hareketle yapılanları olağanlaştırmaya dönük bir anlam içeriyor aynı zamanda. Yani “Eylemcilerin öldürülmesi, onlarca kişinin gözünü kaybetmesi, yüzlerce kişinin kafasından ve başka yerlerinden yaralanması vb. olağandır, polis hatalı olabilir ama olur böyle şeyler” demeye getiriyor. Başbakan durup dururken birden hidayete mi erdi de polisin hatalı olabileceğini söylüyor? Daha yakın zaman önce bu ölümcül şiddeti uygulayan polisi “Destanlar yazdı” diyerek öven, sırtını sıvazlayan, “Polisime laf ettirmem” diye para ile ödüllendiren kendisi değil miydi? Başbakandan ölenlere üzüldüğüne ilişkin bir sözcük işitmedim ben. Kısası, başbakan bu sözleri istemeyerek ‘kerhen’ söylemiştir. Yani söylemek zorunda bırakılmıştır.
Aslında Başbakan’dan önce İçişleri Bakanı, Başbakan’ın sözleri için bir giriş taksimi yapmıştı. Polise gönderdiği genelgede “40 metreden yakın mesafeden tüfekle gaz kapsülü atılmamasını, doğrudan eylemcilerin hedef alınmamasını vs.” istiyordu. Anadolu’da böyle durumlar için “geçmiş namazına dur” derler. Birkaç metre mesafeden insanların gözlerinin içine gaz sıkıldığında, gaz fişekleri ateşli silah gibi kullanılarak insanları yaraladığı, kör ettiği ve hatta öldürdüğünde nerelerdeydin demezler mi adama?
Bir polis, tüfeğindeki gaz fişeğini amirinin emri, izni, hoşgörüsü olmadan karşısındakini öldüreceğini, kör edeceğini, en azından yaralayacağını ve bunun da suç olduğunu bile bile ateşleyebilir mi? Hiyerarşinin en katı, en acımasız bir şekilde uygulandığı polis teşkilatında bu olası değildir. Velev ki çizgi dışına çıkmış bir polis olsun. Amiri onu kulağından tutarak uyardıktan sonra başka hangi polis böyle bir davranışa yeltenebilir? Demek ki yüzlerce kapsülün hedef alınarak ateşlenmesinde polis amirinin sorumluluğu su götürmez. Nitekim Dilan’ı yaralayan gaz fişeğinin talimatını amirinin verdiği anlaşıldı.
Bir polis amiri, müdürünün emri, izni olmadan, onun görmezden geleceğini, kendisini koruyacağını bilmeden polislerin hedef gözeterek gaz fişeği atmasına göz yumamaz. Yumduğu anda başına ‘bir şey’ geleceğini bilen bir amir, emrindeki polisin on metreden hedef gözeterek gaz fişeği atmasına izin veremez.
Aynı şekilde akıl yürütürsek bir emniyet müdürü valinin, bir vali içişleri bakanının talimatı, izni, görmezden gelmesi ya da hoşgörüsü olmadan bu yasadışı eylemlere göz yumamaz. Tüm ülkenin bildiği bir gerçek; hiçbir bakanın başbakanın bilgisi dışında bir başına yetki kullanamadığıdır. Kullananlar ya kulağı çekilerek hizaya getirilir ya da bakanlıktan alındığını gazetecilerden öğrenir. Kendinden güçlüler karşısında iki büklüm duran ancak silahsız, savunmasız eylemciler karşısında aslan kesilen bir içişleri bakanının başbakanın talimatı ya da oluru olmadan eylemcilere ölümcül şiddet uygulaması olası mı?
Hal böyle iken fail aramak eski bir deyimle abesle iştigal etmektir. Gezi eylemlerinde şayet polis tarafından işlenen bir cinayet ya da suç varsa bunun birinci ve ana sorumlusu devletin bizzat kendisidir. Onun en tepesindeki kişileridir. Bu sorumluluk polise doğru gider ve polis talimat dışı bir eylemde bulunmadıysa ve en az sorumluluk sahibidir belki de. (Kimse “memur amirin verdiği yasadışı işlemi yapmak zorunda değildir” demesin. Bu ülkede geçersizdir bu.) Eğer bir tek kişi öldürülmüş ya da kör edilmiş veya yaralanmış olsa birinci derecede fail olarak polis düşünülebilinirdi. Bunca kişinin şiddete uğraması en tepeden aşağı doğru bilerek ve istenerek bu şiddetin planlanarak yapıldığını göstermektedir. Bunun için “failler bulunsun” demek benim için “tetikçiler bulunsun”dan başka bir anlam taşımamaktadır.
(***)
Şırnak’ta Başbakanla görüşmeleri için Selahattin Demirtaş’ın ikna ettiği söylenen Roboski köylülerinden Veli Encü ile Zeki Tosun Başbakandan ölen çocuklarının faillerinin bulunmasını istemişler. Başbakan da ölenler için onlar kadar üzüldüğünü söylemiş. Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. Fırat’ın öbür tarafındaki koyundan sorumlu olduğunu söyleyen başbakanın bu katliamdan haberi olmaması olası mı? İnsanların dakikalarca bombalanması başbakanın bilgisi dışında olabilir mi? Velev ki bir kaza olmuş olsa bile başbakan sorumluları biliyor. Uzaydan bir askerin kol saatinin markasının okunduğu bir teknoloji çağında olayın kaza olduğuna inanılabilinir mi? Soruları uzatabiliriz.
Az daha geriye gidelim: Hrant Dink cinayeti. Nasıl örtbas edildiği herkesçe biliniyor. Cinayette sorumluluğu, kusuru ya da ihmali olanların kimisi bakan, kimisi vali, kimisi müdür yapılarak ödüllendirildi. Bu iki cinayetin de devlet tarafından işlendiği, dolayısıyla faillerinin de devleti yönetenler olduğunu anlamak için fazla zeki olamaya gerek yok. Devlet de zaten fazla saklama gereği duymuyor.
Hrant Dink, Roboski ve Gezi katliamları devletin son işlediği cinayetlerdir. Daha öteye gidersek saymakla bitmez. Başbakan ne demişti: “%10 seçim barajını biz getirmedik.” Aslında şunları da diyebilirdi: Yargıyı, polisi, askeri kullanmayı, muhalif basını bastırarak yandaş basın oluşturmayı da biz icat etmedik. Daha öncekilerden devraldık, deseydi yerden göğe haklı olurdu. Cinayetler de önceki iktidarlarından aynen devralındı. Halkın, muhaliflerin katledilmesi geleneği ta Osmanlı’dan başlar, Cumhuriyetle devam eder. Türk devletinin genlerinde vardır halkını katletmek.
Başbakan, Adnan Menderes ile Turgut Özal’ın politikalarının devamcısı olduğunu söylüyor. Muhteşem Süleyman’la gurur duyuyor. Hak veriyorum kendisine. Ancak devamı olduğu yöneticileri eksik söylüyor. O’nun devlet yönetme biçiminin kökleri ta eskilere dayanır: Adını üçüncü köprüye verdiği, on binlerce Alevi’yi katleden Yavuz’a; en yakınlarının kanını içmekte sakınca görmeyen, haraç için, hırs için kıtadan kıtaya at koşturarak insanları katleden, malını yağmalayan, namusuna göz koyan Sultan Süleyman’a; Kızıl Sultan lakaplı Abdülhamit’e; Ermeni Katliamını gerçekleştiren İttihat ve Terakki’ye; Dersim ve diğer birçok katliamın sorumlusu CHP’ye; iktidar olur olmaz cadı avına başlayan, 6-7 Eylülde İstanbul’un çeşitli semtlerinde Rumlara ve Yahudilere ait dükkanları, konutları, ibadethaneleri talan ettiren, onlarca kişinin katlinden sorumlu Adnan Menderes’e; milliyetçiler onlarca solcuyu, aydını ve muhalifi öldürmüşken “Bana milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz” diyen, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının katledilmesinde birinci derece rol oynayan Süleyman Demirel’e (ki döneminde 1977 1 Mayıs katliamı gerçekleştirilmiştir); 12 Eylül Faşist cuntasının başı Kenan Evren’e; bu cuntanın koltukları altında palazlanan Turgut Özal’a, onlarca faili meçhul cinayetin ve Madımak Oteli katliamının sorumlusu Tansu Çiller’e; başbakanlığı döneminde Maraş, Çorum katliamlarının ve daha sonra hayata dönüş operasyonlarının yaşandığı Bülent Ecevit’e vb…
Osmanlı’dan günümüze devleti yönetenlerin ortak paydası; muhalifleri yok etmek. Devletin işlediği hiçbir cinayetin gerçek sorumluları bulunamamıştır ki (araştırılmamıştır bile) bundan doğal bir şey olamaz. Tansu Çiler’in dönemi ile ilgili olarak mağdur sıfatıyla ifadesinin alınması, 12 Eylül katliamcılarının karikatüre dönüşen mahkemeleri ve birçok veri göstermektedir ki bir iktidar önceki iktidarları eleştirse bile, aynı ya da benzer yöntemleri kullandığı için onların işlediği cinayetleri görmezden gelmek zorundadır ve bilir ki kendi cinayetleri de soruşturulmayacak. Ergenekon davasında cezalar yağmur gibi yağdığı halde hiçbir faili meçhul cinayetin aydınlatılmaması bundandır.
Devletin işlediği, işlenmesini teşvik ettiği ya da göz yumduğu cinayetler ne AKP iktidarı ile başladı, ne de ondan sonra son bulacak. Halk kendi iktidarını kuruncaya, yani katılımcı demokrasiye kavuşuncaya değin devam edecektir. Tarihte toplum adına kazanılan her hak, bedeli kanla ödenerek kazanılmıştır. Gezi’de öldürülen yiğit gençlerimiz birer demokrasi kahramanı olarak şimdiden tarihe geçmiştir. İktidarın Gezi Kabusu ise eylemlerin oluş ve işleyiş şekliyle gerçek bir demokrasiye ait izler taşımasındandır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.