Kalabalık ailelerin zamanla küçülmesi kaçınılmaz oluyor. Köylük yerde korunmanın pek bilinmediği bilinse de ayıp sayıldığı ve herkesin rızkını da Allah verdiğine göre çocuk yaşta evlendirilen bir kadın, kırkına kadar en az 10 doğum yapar, bunlardan üçü ölse 7 çocuk normal sayılırdı. Bu sıradan bir ailede sıkça rastlanan bir durumdu. Hem doğurur hem de bize kızarlardı […]
Kalabalık ailelerin zamanla küçülmesi kaçınılmaz oluyor.
Köylük yerde korunmanın pek bilinmediği bilinse de ayıp sayıldığı ve herkesin rızkını da Allah verdiğine göre çocuk yaşta evlendirilen bir kadın, kırkına kadar en az 10 doğum yapar, bunlardan üçü ölse 7 çocuk normal sayılırdı.
Bu sıradan bir ailede sıkça rastlanan bir durumdu.
Hem doğurur hem de bize kızarlardı “tavuk cücüğü gibi” diye
Annem de böyle 10 doğum yapmış, sekiz çocuk kefeni yırtmış. Ne kadar düşük yaptığını hiç söylemez lakin komşu kadınların istenmeyen gebeliklerini “Tavuk Yeleği” yöntemiyle nasıl sonlandırdığını anlatır durur.
Sorun çok çocukta değil de o kadar çocuğa ne yedirip içireceğin, nasıl giydirip kuşatacağın mesele.
Şimdilerde kurt kuş için artık yemek toplayan insanlara saygı duyuyorum.
Bizim evde sofraya en az 6 kişi otururduk. Bir iki de komşu çocuğu varsa etti mi sana 8 kişi. O sofrada bırak yemek artmasını, çoğunluk doymazdık bile. Hele ekmeği evde yapmasak gerisini siz düşünün.
Kalabalık nedeniyle annem yemeği olabildiğince çok yapardı ki doyalım.
Zamanla büyüyen ayrıldı gitti kala kala 2 kişi kaldık. Ama annem hala yemekleri fazla fazla yaptığı için artmaya başladı. Artan yemekleri atma huyumuz olmadığı içinde bitene kadar ısıtıp ısıtıp yerdik.
Bir zamanlar köy düğünlerinde de aşçılık yaptığı için 80 yaşına gelmesine rağmen tek kişilik ya da iki kişilik yemeğin ayarını hala tutturamaz. Eve gittiğimde ilk dolabına bakarım nesi var nesi yok diye. Küçük küçük tabaklarda; kabak, patates, bulgur pilavı, patlıcan, soğan domatesle kavrulmuş kıyma yemekleri; hepsinden azıcık ama üç beş çeşit, mevsimine göre.
Bir gün çok acıkmışım. Dolaba baktım gene üç beş çeşit dünden, evvelki günden kalmış yemekler. Hepsinden daha evvel yediğim için hiç birini canım çekmedi.
“Anne çok acıktım” dedim. Dolaba baktığımı gördüğünden olsa gerek hangisinden ısıtayım demedi. “Dur sana hemen bir yemek yapayım” dedi.
Biraz sonra mutfaktan mis gibi bir tereyağı kokusu geldi.
“Ne yaptı acaba” diye düşünürken daha aradan on dakika geçmemişti ki “Gel yemek hazır” diye ünledi mutfaktan.
“Anlaşıldı eski yemekleri ısıttı annem, yoksa bu kadar kısa sürede ne yapılır ki” dedim içimden. Tereyağı kokusu kafama takılmıştı. Mutfağa geçtim.
Hayret ki ne hayret.
Yepyeni bir yemek vardı sofrada buram buram tereyağı kokan, yanında da mis gibi soğuk bulgur aşı.
“Anne bu kadar kısa sürede nasıl yaptın bu güzel yemeği?” dedim. “On dakika olmadı.”
“Dünden kalan sebze yemeklerini karıştırıp ısıttım, üzerine de tereyağıyla sos yaptım, geçen günden kalan pilavın domateslerini alıp kalanını yoğurtla karıştırıp soğuk bulgur aşı yaptım” dedi. “Bakalım beğenecek misin? ”
Vallahi de billahi de çok güzel olmuştu.
Başkası olsa bunun eskiden kalma yemeklerin karıştırılarak yapıldığını asla anlayamaz. Ben bile zar zor anladım. Aşçılıkta kimse annemin eline su dökemez. Annem yemekte korelasyon (*) yöntemini keşfetmişti bir kere. Ancak ilk yemeklerin lezzetine ve pişirilmesine dikkat edilmelidir. Annem bunu da öğrenmiş.
Ben anneme övgüler düzerken o başladı “Herkes böyle yapsa bu memlekette yoksulluk ta kalmaz, aç açık kimse de kalmaz” demeye. Bir anda havaya girdi neredeyse memleketi yönetmeye talip olacak.
Annemin yöntemi eskiden sinemalarda çok kullanılırdı. Kara Murat, Fatihin Fedaisi Kara Murat, Kara Murat Ölüm Emri, Kara Murat Devler savaşı gibi… Şimdi de “Kurtlar Vadisi”
Günümüzde genellikle İslamcı yazarlarda çok sık rastlanan bu yöntemin piyasası vardır.
Önce bir meal yazar, sonra mealin alisini, ardından mealin alisinin meali gibi.
Sonra meallerden derlemeler, sonra derlemelerden seçmeler.
Sonra aleme nizam vermelere kadar gider iş.
Bazı yazarlar da bir noktadan sonra keson kuyu gibi kururlar. Ama annemin yöntemini keşfetmişlerse eskiden yazdıklarını karıştırıp yeniymiş gibi bir kitap daha yaparlar. Sonra karıştırdıklarını tekrar ayrıştırıp bir kitap daha yaparlar. Bu yöntem çok işe yarar anlayacağınız: Romanda korelasyon.
Piyasa için çalışınca yöntem yöntemdir. İzleyen izler, yiyen yer, okuyan okur. Buna kimsenin de bir diyeceği olamaz.
Nobel ödülü almak bile bu yöntemi kullanmayacağınız anlamına gelmez bence.
Ben olsam, çekilirim çatı katındaki boğaza nazır yazı atölyeme, yazar dururum. Babamdan kalma bavulları açar, varsa taş plaklardan çıkan otantik namelerle ruhumu yıkarım. Sonra tertemiz duygularla korelasyon yaparım, regresyon yaparım, istersem de Orhan Gencebay dinleyerek politize olurum. Kimseyi de ırgalamaz.
Lakin ikide bir başkalarının üfürüklerini aforizma zannedip onların rüzgârına kapılmaz, emperyalizmin değirmenine su taşımazdım.
Hele hele çakallar sürüsünün leşe çevirmeye çalıştığı Suriye hakkında bildiri imzalamazdım. Suriye ne hale geldi, Irak ne halde, Mısır yanıyor. Kimlerin eseri ola ki?
Annemleşmenin gereği var mı?
Biz “herkes için” roman mı yazıyoruz?
Şunun şurasında mahalledeki forumlara katılıyoruz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.