Gezi Parkı direnişi milyonları bir gerçeklikle karşı karşıya bıraktı. Yalan üzerine kurulu bir sistemin içinde o yalanlara inanarak varlıklarını sürdürdükleri gerçeğiydi bu. Yalanla beslenmiş oldukları gerçeğiydi. Gündelik hayatın ritmi içerisinde kendisine sunulana razı olmak zorunda bırakılan, yaşananları yeterince sorgulama gereği duymayan, sorgulasa bile sınırlarını kitle iletişim araçlarının çizdiği bir algı dünyasına sahip kitleler, sokağa çıktıklarında […]
Gezi Parkı direnişi milyonları bir gerçeklikle karşı karşıya bıraktı. Yalan üzerine kurulu bir sistemin içinde o yalanlara inanarak varlıklarını sürdürdükleri gerçeğiydi bu. Yalanla beslenmiş oldukları gerçeğiydi.
Gündelik hayatın ritmi içerisinde kendisine sunulana razı olmak zorunda bırakılan, yaşananları yeterince sorgulama gereği duymayan, sorgulasa bile sınırlarını kitle iletişim araçlarının çizdiği bir algı dünyasına sahip kitleler, sokağa çıktıklarında yalanlardan inşa edilmiş bir sistemin duvarları ile yüzleştiler.
Kitle iletişim araçlarının (medyanın) onlara sundukları dünya ile gerçeklik arasındaki boşluk o kadar derindi ki, en güvenilen ve tarafsız kabul edilen haber kanallarının (ana akım medyanın) sınırları bu boşluğun içinde bir anda görünür hale geldi.
Kitle iletişimi, egemen sınıfların ve/veya yönetici sınıfların tek yönlü bildirimlerinden ibarettir. Kitlelerin mevcut toplumsal sisteme uyumunun, rıza göstermesinin, bu amaçla ikna edilmesinin aracıdır.
O yüzden işçi cinayetlerine, grevlere, hak alma mücadelelerine ana akım medyada yer yoktur. Kitle gösterilerinin yeri ise egemenlerin meşruiyetinin sınırlarıdır. Sokaklarda kitleler iktidarın meşruiyetini sarsarken ekranları Penguenlerin sarması bundandır.
Egemen sınıfların çıkarının, halkın rızası ile “genel çıkar” haline getirilmesi için kitle iletişim araçları vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Dezenformasyon (yanlış ve yalan bilginin yayılımı) bu sürecin temel besin kaynaklarıdır.
Yegane “meşruiyet” kaynağı sandık olan AKP’nin bu süreçte demokrasiyi oy kullanma eylemine indirgemesi şaşırtıcı değildir. Parklarda, meydanlarda filizlenmeye başlayan katılımcı demokrasi süreci, toplumun bir bütün halinde siyasallaşması ve yeni bir kamusallığın inşası AKP’nin bu anlamda en büyük korkusudur.
Türkiye’nin ekonomik mucizesi
Korkut Boratav hocamız “AKP İktidarının Dış Destekleri” başlıklı yazısında, Türkiye ekonomisinin “mucizevî başarısı” algısının üretilmesi için yapılanları ortaya koymuş. Küresel çapta “bilim insanı” olarak piyasada dolaşan satılık beyinlere nasıl sipariş makaleler hazırlatıldığını bu yazıdan anlıyoruz. Türkiye’de de bu algı üretimine hizmet için kitle iletişim araçlarında boy gösteren, köşeleri kapan onlarca insanın olduğu bir gerçek.
Türkiye ekonomisini büyümesi büyük oranda doygunluğa ulaşmış, “gelişmiş ekonomiler” kategorisi içinde göstererek, büyüme efsanelerinin çizildiği dönemlerden geçtik. 2008 krizin etkisinin ekonomik büyüme oranlarına en çok etkisinin hissedildiği 2009 yılında dünya ekonomisi yüzde 0,52 küçülürken, Türkiye yüzde 4,62 oranında küçülmüş, bu durum topluma “ekonomik kriz bize teğet geçti” diyerek yutturulmaya çalışılmıştı. Oysa Türkiye 184 ülke arasında krizden en çok etkilenen 31. ülkeydi. 2007, 2008, 2009 yılları için ortalama büyüme oranı yaklaşık olarak yüzde 0 olarak gerçekleşmişti. 2010-2011 yılları bu felaketin telafisi olarak yüksek büyüme oranları ile geçti. Daha önce de zaten bu alanda yaşanan gelişmelere değinmiştim.
Türkiye ne kadar zenginleşti
AKP hükümetleri döneminde kişi başına düşen milli gelirimizde yaşanan efsane algısına da burada dikkat çekmek istiyorum. IMF (Uluslararası Para Fonu) Ekonomik Görünüm Nisan 2013 verilerine göre Türkiye 2002-2012 yılları arasında Kişi Başına Düşen Milli Geliri % 43 ile en fazla artan 56. ülke oldu (183 ülke arasında). Bu hesaplamayı sabit fiyatlarla ulusal para birimleri üzerinden yaptığımı belirteyim. Bu anlamda reel artış oranlarını vermekte. Buna göre 55 ülke Türkiye’den daha hızlı bir gelişim gösterdi. En büyük artış ise Azerbaycan, Türkmenistan ve Çin’de yaşandı (yaklaşık 3 kat artışla).
Türkiye, Kişi Başına Düşen Milli Gelir (dolar bazlı olarak) açısından ise dünya genelinde bu dönemde 7 sıra yükselerek 63. Sıraya yerleşti. Ancak Rusya, Brezilya, Kazakistan ve Arjantin gibi ülkeler Türkiye’nin gerisindeyken, hızlı bir biçimde Türkiye’yi geride bırakan ülkeler oldular.
Rusya 81’den 48. sıraya, Arjantin 77’den 61. sıraya, Brezilya 76’dan 58. sıraya, Kazakistan 102’den 60. sıraya yerleşti.
Bu ülkelerin büyüme dinamikleri ve bölüşüm ilişkileri ile Türkiye arasındaki farkı ayrıca ele almak gerekiyor.
Hatırlatmadan geçmeyelim, krizdeki Yunanistan’da ise kişi başına düşen milli gelir hala bizimkinin iki katı.
Sonuç olarak, Türkiye yeni bir krize doğru sürüklenirken, AKP hükümeti topluma dev aynasındaki görüntüsünü gösterip kendi yansımasına biat etmesini, rıza göstermesini bekliyor. Ama ayna çoktan kırıldı. Elde kalan tek kozu ise yalan yayma makineleri haline gelmiş olan kitle iletişim araçları ile zor aygıtları. Toplumun neredeyse yarısı ise bu aygıtlara inancını yitirmiş durumda.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.