Gezi direnişi gibi ‘Gezi tartışması’ da bitmiyor. Direniş bitmediği içindir ki bu tartışma da sonlanmıyor. Gezi’nin şifrelerini çözmek üzerine herkes kafa yorarken önemli bir kesim de hala Gezi’yi işine geldiği gibi yorumluyor. Gezi isyanının derli toplu ve tüm çevreler için ikna edici bir değerlendirmesinin yapılamayışı direnişin sonlanmamasıyla çok ilgili. Bu bir süreç; yani devinim halinde […]
Gezi direnişi gibi ‘Gezi tartışması’ da bitmiyor. Direniş bitmediği içindir ki bu tartışma da sonlanmıyor. Gezi’nin şifrelerini çözmek üzerine herkes kafa yorarken önemli bir kesim de hala Gezi’yi işine geldiği gibi yorumluyor. Gezi isyanının derli toplu ve tüm çevreler için ikna edici bir değerlendirmesinin yapılamayışı direnişin sonlanmamasıyla çok ilgili.
Bu bir süreç; yani devinim halinde ve içinde farklı eğilimlerin olduğu ama henüz hiçbir niyetle birebir özdeşleşmemiş bir aşamada. Gezi hareketinin ne olduğu politikleşme arklarının belirginleşmesiyle ortaya çıkacak. Tam güne yayılan sokak eylemlerinin ardından gelen bugünkü aşamayı da daha salim bir politikleşme evresi olarak değerlendirebiliriz. Söz konusu politikleşmenin de kendiliğinden yaşanmayacağı aşikar. Gezi direnişini hâkim politik güzergahlara sokmak yönünde türlü inisiyatiflerin rekabet ettiğini de biliyoruz.
Örneğin Mısır ve Suriye üzerinden Gezi’yi tartışmak bu eğilimlerden biri ve hareketin sıkıştırılmak istendiği politik çerçeveyi çok iyi yansıtıyor. Doğu-batı veya merkez-çevre diye kodlanan toplumsal parçalanmanın mutlaklaştırılıp, siyasal pozisyonlarının da buna göre belirlenmesi hareket içersinde de önemli bir damar.
Özellikle Mısır’da belirginleşmiş siyasal-toplumsal yarılmanın Türkiye’deki izdüşümünü yaratmaya dönük bir girişim var. İktidar açısından, yapılan bu dayatmanın “siyasal İslamı toplumsal bir güç olarak fikslemek” amacı olduğu kesin. Aynı saflaşma kalıbının ısrarla öne çıkarılması bu sebepten. Bu rol dağılımına amenna deyip gereklerini yerine getiren ‘gezi unsurlarının’ olduğunu da gözleyebiliyoruz.
Mısır’da ordu eliyle yapılan müdahaleye karşı hayırhah bir tutum almak tam da bu çizgiye işaret ediyor. O nedenle Mısır’daki katliamlara sessiz kalmayan bir pozisyonun geliştirilmesi şart. Ancak kantarın topuzunu ikide bir kaçıran solun, katliamları protesto ederken askeri vesayet masalı üzerinden AKP’nin av sahasına tekrardan girmemeye de özellikle dikkat göstermesi de gerekiyor
Bütün bu risklere rağmen neyse ki direniş sürüyor çünkü direnişi sürdürmek için tam tamına “aktivist” veya “kadro” diyemediğimiz bir topluluk oluşmuş durumda. Bugün için “direniş sorumluları” denebilecek bu çekirdeğin kendinden habersiz bir ‘hareket’ olduğu da söylenebilir. Bir hareketin kendisinin farkında olması demek politikleşmesi demektir. Aynı çekirdeğin bu politikleşmeden de sorumlu olduğu malum. İşin iyi tarafı şu; bu direnişin her öğesi bu gereksinimin farkında, yani anti-politik olan, baskınlaşmış bir eğilim yok
Aslında siyasetten özenle kaçmak da başlı başına bir siyaset. “Siyaseti bulaştırmamak” neoliberal programın öngördüğü toplum modeline karşılık gelen bir “siyasal rol”. Direnişin neoliberalizme karşıtlığına dair sıkça zikredilen “deliller” arasında bunu da saymak lazım. Gezi direnişi siyasetten azade değil ama siyasal alanla bağını şimdilik sadece hükümet karşıtlığı üzerinden kurabiliyor. Dolayısıyla “hükümet istifa” sloganının çerçevesini sığlık değil bilakis egemen toplum ve siyaset modeline itiraz eden bir ‘potansiyel’ olarak görmek de fayda var.
Eğer bu hareket antikapitalist olmak istiyorsa evvela siyasetsizliği terk edecek çünkü içinde bulunduğumuz şartlarda siyaset hayattır. Yaşamak istiyorsak bu direnişi sürdürmeliyiz. Nedeni çok basit: Bu başkan kazandığı taktirde solu çiğ çiğ yer. En azından bir ideoloji olarak sola daha yaşanabilir şartlar yaratmak adına bu safta olmak gerekiyor. Bu safta olmak demek hareketin içinden konuşmak demektir ve ne yazık ki sosyalist sol bu süreci hala dışardan gözlemliyor.
Dışında durmak baştan kaybetmeye delalettir. En kötüsü de günümüz Türkiye’sinde dışarıda durmak izlemektir. Bu da meydanı başka güçlere bırakmak olur ve bugün artık şunu biliyoruz ki iki ayrı burjuva strateji oluşmuş durumda.
Ülkenin geldiği ekonomik şartlar itibariyle kemirecek yeterli değer bulamayan veya artık sofradakiyle doymayan burjuvazi “radikal bir atak” peşinde. Bu seferi de Ortadoğu coğrafyasına yönelik düşünüyor. Aynı zaman da Kürt özerkleşmesi karşısındaki mağlubiyet de bu çizgiyi mecburileştiriyor. Kısacası sermayenin birikim dinamikler ile Kürt gerçekliğini siyasal olarak karşılama zorunluluğu, bu “devletlü” politikayı zorunlu kılıyor. Özetle sermaye pazarını siyasal olarak yeniden tanımlamak noktasına gelmiş durumda, Kürtlere de bu hesapta yol arkadaşı olarak rol vermek istiyorlar.
İki ayrı ulusu huşu içinde kaynaştırarak Ortadoğu’daki Kürt parçalarının büyük Türkiye’ye bağlayabileceğini hesap etmek ancak “Tacir burjuvazi”ye yakışır. Yani bu burjuva klik Kürtler üzerindeki 90 yıllık hakimiyet mücadelesini kaybettiği içindir ki şimdi farklı bir yol izliyor: İslam birliği üzerinden Kürtlerle anlaşmak ve gerekirse ortaklaşa bu pazara konmak.
Diğer burjuva odaklarının da bu anlaşmaya hayır dediği yok ancak bunun daha usulünce ve Ortadoğu bataklığına fazla bulaşmadan yapılması gerektiğini düşünen bir eğilim var. Bu cenahta statükoculuktan daha liberal temelli bir anlaşmaya kadar farklı siyasal tercihler söz konusu.
Ancak şunun farkında olmak gerekiyor ki ulusalcı ve her nevi milliyetçi eğilim, bahsedilen bu ‘sınıf’‘ve ‘devlet aklı’ süzgecinden geçmek zorunda. Dolayısıyla Kürt dostu veya karşıtlığı gibi verili bir saflaşmanın sürdürülebilir ve kalıcı bir burjuva siyaset olmadığını akılda tutmak lazım.
Bütün bunlar şunu gösteriyor ki Gezi’yi tartışmak Türkiye’yi tartışmaktır. An itibariyle oluşan saflaşmaları veri alıp Gezi direnişiyle bu değerlendirmeler üzerinden ilişki belirleyen bir tutumun içinde olmamak gerekiyor. Bu kimsenin dışında duramayacağı ve Türkiye toplumunun tüm kronik sorunlarının çözümünün artık ertelenemez olduğu bir kuruluş dönemidir. Hakim burjuva modellerden birine eklenmek yerine Gezi direnişiyle ortaya çıkan sokak dinamiğine yaslanan ve bu yönlü bir politikleşmeyi esas alan bir çizgi sol için vazgeçilmezdir.
Unutulmaması gereken, bu süreçte toplumsallaşabilen programların belirleyici olacağıdır.. Gezi enerjisinden ürken ve kendi hijyen sahasına geri dönen eğilimlerin siyasal iktidar mücadelesi noktasında hiçbir hükmü yoktur. Bu süreçte güçlenmek ve bunu anti-kapitalist bir toplumsal güce çevirmek için solun hareketle hallihamur olması ve dışarıda kalmayacak taktik sloganlar geliştirmesi elzemdir. Cumhuriyet tartışmasının da Gezi öncesi Türkiye’nin numaralandırılmış cumhuriyet silsilesi üzerinden değil bu kapsamda ele alınması gerekmektedir.