Bir ayı geçti! Türkiye toplumsal muhalefet tarihi, “Haziran 2013 öncesi ve sonrası” diye ikiye ayrılabilir. AKP iktidarı da öyle. Artık Tayyip Erdoğan hükümeti “Haziran öncesi” olduğu biçimiyle iktidarını uzun süre devam ettiremez. Haziran’dan çıkardığı sonuçlar üzerinden başlattığı “yeni” uygulamaların, şiddetin, rüşvetin ve göz boyamanın arttırılmasından ibaret olduğu görülüyor. Bu zihniyet ve yönetim tarzı sürdükçe daha […]
Bir ayı geçti! Türkiye toplumsal muhalefet tarihi, “Haziran 2013 öncesi ve sonrası” diye ikiye ayrılabilir. AKP iktidarı da öyle. Artık Tayyip Erdoğan hükümeti “Haziran öncesi” olduğu biçimiyle iktidarını uzun süre devam ettiremez. Haziran’dan çıkardığı sonuçlar üzerinden başlattığı “yeni” uygulamaların, şiddetin, rüşvetin ve göz boyamanın arttırılmasından ibaret olduğu görülüyor. Bu zihniyet ve yönetim tarzı sürdükçe daha çok “Haziranlar” olacaktır.
Haziran eylemlerinde görev yapan polislere, yani 3 kişiyi öldüren, binlercesini darp eden ve on binlerce gaz bombası atan, direnişçi kadınları tacizle sindirmeye çalışan polislere 24 maaşa kadar çıkabilecek ikramiye verecekmiş. (En çok ikramiyeyi kim ve hangi üstün icraatından dolayı alacak acaba?) Ayrıca yeni TOMA siparişleri verilmiş. Ve elbette gaz bombası stokları arttırılacak. (Bir yıllık stoku yani 130 bin fişeği bir haftada bitirince öngörülerinde yanlışlık yaptıklarını anlamış olmalılar!)
19 bin yeni memur alım vaadi, sözleşmeli 96 bin personelin kadroya alınacağı vaadi, cep telefonu vergisinde indirim planları ise rüşvet dağıtımının ilk adımları. Bunlar yetmezse yeni rüşvetler de dağıtılacaktır. Kamu İhale Yasası’nda yapılacak değişiklik ile de (bu 19. değişiklik olacak) büyük başarı olarak göstereceği projeleri hızlandırma olanağını yakalayacak. Daha büyük, daha şatafatlı mimari yapılarımız olacak.
Bunlarla birlikte AKP cephesi yaz tatillerine ve ramazan ayının sükunetine güveniyor. Eylemciler tatile gider, ramazan çadırlarıyla da hem AKP’liler meydana çıkar hem de din propagandasıyla “hesabı ahrete erteleme” propagandası yapılır. Temmuz ve ağustosu huzur içinde geçirebilirse sonbahara hazırlık yapma şansı olacak. Sonrası da yerel seçim dönemi!
Tayyip Erdoğan’ın AKP’sinin cephesinde durum böyle de ya karşı cephede? Karşı cephede soru malum. Eee, ne olacak şimdi? Nereye, nasıl ve kimlerle ilerleyeceğiz?
İlk olarak, ayaklanma bitmedi, hala devam eden bu sürecin içerisindeyiz. (Bu dönemi bitmiş, tamamlanmış bir ara dönem olarak değerlendirmek büyük hata olur). AKP karşıtı bu cephe sindirilmiş, bastırılmış ve dolayısıyla etkisizleştirilmiş durumda değil. (Asıl önemli olan da bu cephenin içindeki bireyler hiçbir biçimde kendisini böyle hissetmiyor.) Sadece “bir adım” geri çekilmiş durumda. Talepler hala yerine getirilmedi. Ancak taleplerin yerine getirilmemiş olması bir başarısızlık hali oluşturmuyor. Sadece öfkenin yeniden ve yeniden hatırlanmasına yarıyor.
Hareket, işletecek bir programı olan örgütlü bir hareket değil, bir tepki hareketi. Ethem Sarısülük’ü anma eylemleri, ATV-Sabah ve Takvim önündeki protestolar, Lice’deki devlet vahşetine karşı oluşan tepki, Sivas Katliamı anmaları gibi eylemler tepkisini de güçlü olarak gösterebildiğinin kanıtı.
Bir tepki hareketi olmasına karşın düzenli eylem biçimlerini bulabilmiş/yaratabilmiş durumda. İki eylem biçimi düzenli olarak sürdürülüyor; duran insan eylemleri ve mahalle forumları. Burada öne çıkan eylem; mahalle forumları. Parklarda yapılan bu forumlar her ne kadar 10 günlük Gezi Parkı deneyiminden yola çıksa da sadece “söz söyleme” alanları değil, asıl olarak direnişin sürdürülme biçimi. Harekete geçen büyük sayılara rağmen foruma katılanların sayısı düşük de olsa, bu forumlara giden her birey direnişi devam ettirme bilinciyle davranıyor. Foruma gitmek, aynı Taksim’e gitmek gibi bir eylem. Her yer Taksim… Bu aynı zamanda siyasal alandan dışlanan halkın söz, yetke, karar hakkı talebinin de göstergesi.
Bir tepki hareketi olmasına karşın kendi örgütsel biçimlerini arıyor/buluyor. “Taksim Dayanışması”, her türlü zafiyetine karşın hala çağrısına icabet edilen bir merkez. (Taksim Dayanışması üzerine ilerideki günlerde daha kapsamlı bir eleştiri/değerlendirme yapmak kaçınılmaz). Ama asıl yeni örgütsel biçimlerin denendiği yerler, kendisi de bir örgütsel biçim olan mahalle forumları. Buralar çok zengin deneyimleme ve yeniden öğrenme okulları. Dolayısıyla “ne olacak şimdi” sorusunun yanıtı zaten yaşanmakta olan süreç. Anlık tepki vermeye devam edilecek, düzenli eylem biçimleri oluşturulacak, eskiyenin yerine yeni biçimler denenip bulunacak, bolca örgütlenme modelleri çıkarılıp kendisini koruyabilenler devam ettirilecek ve yeni bir “dalga” gerçekleştiğinde –ki mutlaka gerçekleşecek, Mısır’da olduğu gibi mesela- hazır olacak, hazır olunacak.
Nereye ve nasıl (ve kimle) ilerleyeceğiz? İlerlenecek yer elbette AKP iktidarının alaşağı edilmesidir. Bu basitçe AKP’nin yerine bir başka partinin geçmesi/geçirilmesi hareketi olarak değerlendirilemez. Çünkü şu anki mücadele ne parlamento içinde oluşmuştur ne de parlamenter mücadeleyi hedeflemektedir (en azından şimdilik). AKP’nin yerine kim gelirse gelsin halkın taleplerini (bireysel ve kamusal haklar, adalet, çalışma koşullarının düzeltilmesi, örgütlenme vs.) ciddiye almak zorunda kalacağı gibi, egemenler lehine atacağı kimi adımlar da epey zorlaşacaktır. Bu durum özellikle ilk sınavın verileceği yerel seçimler için zorunludur. Ve yerel seçimlerde de kendisini test edecektir. Özellikle İstanbul ya da Ankara da (birinde bile) AKP’nin kaybetmesi, halk hareketinin gerçek başarısı olacağı gibi yerine kim gelirse gelsin “başka türlü” bir yönetim anlayışı sergilemek zorunda kalacaktır. (Tüm partilerin yerel seçim programlarının topyekûn yeniden oluşturulacağını söylemek mümkün.)
Şimdilik “ne istemediğini bilen” bu hareket, hızla “ne istediğini bilen” yani somut bir programı olan bir harekete doğru evrilmek zorunda kalacaktır. Bunun basitçe bir manifesto olarak algılanması doğru olmaz. Ne istediğini bilen bir ortak bilincin halk içinde oluşması, onu bir yığın olmaktan çıkarıp “ortak akla” sahip bir kitleye dönüştürecektir.
Nasıl ve kiminle gidileceğine ise “kendiliğinden” bir refleksle yanıt verilmiş durumda. Ana ekseni AKP karşıtlığı olan bu hareket, kaçınılmaz olarak AKP karşıtı ama sokakta bu karşıtlığını gösteren herkesle birlikte yürüme kararlığını gösteriyor. (MHP sokakta yoktu; ancak eğer olsaydı, isyancı kitlelerin MHP’lilere nasıl tepki vereceğini kestirmek zor.) Bakan Nabi Avcı’nın dediği gibi AKP, “muhalefetin senelerce uğraşarak başaramayacağı bir şeyi beş günde başararak, bir araya gelmesi düşünülemeyecek olan birçok kesimi bir araya getirme başarı ve becerisini” göstermiştir. Halk hareketi için, bu ortak “ruh halinin” korunması çok değerli olduğu kadar önümüzdeki dönem için çok büyük önem taşımaktadır. Kuşkusuz bu kolay olmayacak, hem çeşitli provokasyonlar hem de çeşitli siyasal hesaplar bu durumu bozma riski taşımakta. Ancak Tayyip Erdoğan’ın varlığı ve dili en büyük “avantaj”.
İçerisinde; kendilerini en solda tanımlayan sosyalist gruplardan CHP içerisinde bile en sağda duran bireylere, HDK bileşenlerine, ulusalcı –hatta faşizan- örgütlere, Alevilere, Ermenilere, LGBT bireylerine, taraftar gruplarına, çeşitli çevre derneklerine, köy derneklerine kadar çok farklı kesimleri barındıran bu halk hareketi için kritik öneme sahip topluluk elbette Kürtler. (Ancak görülmelidir ki bu halk hareketi içinde Kürtlerin olup olmaması, hareketin var olmasında ya da ortadan kalkmasında belirleyici değil, yani onlar olmasa da ilerler.) AKP’nin oluşturduğu bu nesnel birlik zeminini Kürtlerin, halkların ortak çıkarları ve mücadelesi şeklinde değerlendirdiklerini söylemek ise mümkün değil. Kuşkusuz içinde bulundukları “barış süreci”ni algılama biçimi ve müzakerelerin sürdürülme biçimi (Tayyip Erdoğan ve Abdullah Öcalan arasında) bu olumsuzluğun en önemli nedeni.
Tayyip Erdoğan’ın AKP’sinin, bu süreci doğrusal, yani sorunsuz, yani başta karşılıklı anlaşıldığı biçimde götürmeyeceği her geçen gün bir kez daha kanıtlanmakta. Gerici, faşist egemen zihniyetin “demokratik çözümü” zorunlu kılan bir süreci işletebilmesi, kendi doğası gereği zaten mümkün değil. Kendisini buna zorlayan koşulları/özneleri sürekli taciz etmesi, ortadan kaldırmaya çalışması beklenen davranış biçimiydi. Tayyip Erdoğan da zaten onu yapıyor. Akil insanlar heyetine Başbakanlık ofisinde yaptığı açıklama yeterince sarih; yüzde 10 barajı kalkmayacak çalışsınlar geçsinler, anadilde eğitim çalışmamız yok kendi kendilerine öğrensinler, karakol-kalekol inşaatları devam edecek. Başbakan mesajı verirse askerleri mesajı almaz mı? Alır. Ve Lice’de halk sırtından vurulur! Ve Başbakan o askerlere sahip çıkar, elbette yalan söyleyerek; “karakol inşaatı bahane bunlar uyuşturucu taciri.”
Kürt hareketi yeni bir kritik sınavla karşı karşıya. Hem AKP’nin bu süreci sabote etmeyi amaçlayan provokasyonlara nasıl yanıt vereceği hem de “Haziran ayaklanması” karşısında aldığı tutumu nasıl değiştireceği bu kritik sınavın konu başlıkları. Kürt siyasi hareketinin, bir halk hareketi yaratma konusundaki deneyiminin Batı için de çok öğretici olacağı kesin. Haziran hareketiyle gireceği ilişkinin karşılıksız kalmayacağı da kesin. Bunun en somut örneği LGBT eyleminde yaşandı. Gezi direnişinin başından itibaren LGBT bireyler mücadelenin her safhasındaydılar, çatışmalarda, forumlarda, alanlarda… Direnişle bu biçimde ilişkilenme somut karşılığını güçlü bir destekle gösterdi; İstanbul’daki LGBT eylemi 50 bin kişilik dev bir gösteriye dönüştü. Bu “ders”i Alevi örgütlerinin, işçi ve kamu çalışanı sendikalarının, meslek ve köy odalarının vb. alması gerek.
Bu dönemi karşılayacak bir ideal örgüt formunun olmadığı bir gerçek. Hele hele klasik örgüt formlarının bu dönemlerde geriletici bir etkiye sahip oldukları bile söylenebilir. Tek bir örgüt çatısı altında basitçe örgüt propagandası yapmaya, örgütün etkinliği arttırmaya ve örgüte yeni katılımlar sağlamaya dönük faaliyetler bir işe yaramamaktadır. Bir önceki dönemin “fizik kuralları” böylesi bir dönemde geçerli değildir. Buradan “örgütlü olmak” değersizdir sonucu çıkarılmamalı. Tam tersine çok daha sıkı bir örgütlülükle ancak, çok fonksiyonlu örgütsel biçimler, esnek modeller ve zengin faaliyetler yaratılabilir. Halkevleri, Öğrenci Kolektifleri gibi modeller bu dönemin en ideali olmasa bile ona yakın örnekleri olarak ortaya çıkmakta. “Hak meclisleri”nin örgütlenmesi girişimlerinde görüldüğü gibi, en basit anlatımla, bu yapıların tek bir işleri ve çağırdıkları tek bir çatı altı yoktur. (Ayrıca parlamentoya girme hedefi koyup insanlardan oy da istemiyorlar.) Bu konuda zengin araçlara ve zengin iş kalemlerine sahipler. 7 yıl önce başlatılmış “okumuş insan halkın yanındadır” projesi bile ne kadar uygun bir model olduğunu kanıtlamıştır. Ayrıca film festivalleri (işçi ve gençlik), kadınların ayrı örgütlenme ve etkinlikleri, “halkın mühendislerinin” projeleri, hatta çocuk korosu bile zengin bir faaliyet ve ayrı örgütlenme modelleri oluşturabilmektedir. (Halkın muhtarlarının, bu süreçte olması ise apayrı bir nitelik değişikliğine neden olurdu kuşkusuz!!?)
Kısacası, hala direniş mücadelesinin içindeyiz, hala üretecek çok iş, kurulacak çok örgüt ve yıkılacak bir AKP iktidarı var.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.