Atina’da, Sana’da, Manila’da, İstanbul’da, New York’ta, Rio’da insanlar sokakta. Sloganları birbirine benziyor. Tasaları ortak. Tahrir’de apolitik İngiliz gençleri görebiliyorsunuz; bir sene öncesine kadar gazete açmayan insanların alakasız bir ülkede kendilerine benzeyen gençlerle birlikte başkaldırışını izliyorsunuz. Bunları, Mübarek gibi uluslararası lobilere bağlayıp komplo teorileriyle tahkim ederseniz, büyük ahmaklık etmiş olursunuz. Neler oluyor dünyada? Bunu dünyanın önde […]
Atina’da, Sana’da, Manila’da, İstanbul’da, New York’ta, Rio’da insanlar sokakta.
Sloganları birbirine benziyor. Tasaları ortak. Tahrir’de apolitik İngiliz gençleri görebiliyorsunuz; bir sene öncesine kadar gazete açmayan insanların alakasız bir ülkede kendilerine benzeyen gençlerle birlikte başkaldırışını izliyorsunuz.
Bunları, Mübarek gibi uluslararası lobilere bağlayıp komplo teorileriyle tahkim ederseniz, büyük ahmaklık etmiş olursunuz.
Neler oluyor dünyada? Bunu dünyanın önde giden sosyologları, siyaset bilimcileri ve siyasetçileri anlamaya çalışıyor ama çoğu komik duruma düşüyor. Mesela Harvard Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü profesörü Stephen M. Walt, “Neden Tunus Devrimi Yayılmaz” gibi bir makaleyi kaleme alıyor, Hillary Clinton Mısır hükümeti ve Mübarek’in durumunun sağlam olduğunu açıkladıktan sonra Arap Baharı patlıyor.
Peki bu insanlar neden olup biteni okuyamıyor?
Neden Batı’nın sevgilisi “kontrol edilebilir diktatörlükler” tek tek dökülüyor?
‘Doğum sancısı’
Oysa sistem iyi işliyordu. Büyük şirketler istedikleri ülkeye girip tıkır tıkır ciro yapıyordu; insan haklarıymış, çevreymiş, basın özgürlüğüymüş kimsenin umuru değildi. Ama bir yerde düşmeye mahkumdu… Düşüşe geçtik, şimdi tutunmaya başlıyoruz.
Şu anda 1848’deki gibi Devrim Dönemi’ne girmemizin nedeni Yeni Dünya’nın doğum sancısı. Şimdi her tarafta irili ufaklı başkaldırıların olmasının nedeni postmodernizmin çöküşü ve Kapitalist düzenin kaçınılmaz evrilişi. Marksist düşünür Frederic Jameson, “dünyanın sonunu tahayyül etmemiz, kapitalizmin sonunu hayal etmemizden daha kolay” demişti. Çok doğru. Dünya liderlerinin miyopluğunu ancak böyle açıklayabiliyorum. Sistem içeriye doğru patlıyor, çocuklar “Fight Club” misali sistemin kendisini kullanarak düzeni yıkmak için harekete geçmiş durumda. Dünya bunu hala göremiyor çünkü bizdeki seçim hikayesinde olduğu gibi bir sistemi kaldırınca yerine koyulacak bir alternatif yok gibi duruyor. Ama böyle devam ederse bunun da bir önemi kalmayacak. Çünkü korku yok edilince, soruların, sonraların bir önemi kalmıyor. Jakoben kaos, kelle ve başka bir düzen geliyor…
Filmler, toplumsal bilinçaltını iyi yansıtır. Sizce on beş yıldır neden Matrix, Bourne Identity, Truman Show, Avatar ve Inception gibi filmler yapılıyor?
Neden bizim için inşa edilmiş “sahte cennetlerden” bahsediliyor?
Şu andaki dünya düzeni bize parlak, güzel dünyalar vaat ederek gözümüzü boyadı ama bu perdenin arkasında bitmeyen taksitleri yetiştirmeye çalışan, mezun olduktan sonra iş bulamayan insanların homurtuları daha yeni yeni yankılanıyor.
Eğitimli ve şehirliler
Tarihten bildiğim, fakirler ve işçiler başkaldırınca pek bir şey olmaz- adeta kaderleridir bu. Ama orta sınıf kırılıp işçilere katılmaya başladığı zaman devrim olur. Bu insanlar Occupy Wallstreet’i organize ederlerken matrixten çıkmayı istiyorlardı. 1848 gençliğinden ya da 68 kuşağından farkları -sadece sosyal adaletsizliğe başkaldırıları değil- onlara vaat edilen haşhaşlı cennetin bir yalan olduğunu anlamaları.
Farkları, çoğunun eğitimli ve şehirli olması. Ama bu üniversite okumuş çocukları ailelerinden daha zor ve fakir bir gelecek bekliyor olması söz konusu. 2000 yılından itibaren dünyada yüksek öğrenim görenlerin yüzdesi 19’dan 26’ya çıktı.
Avrupa ve Kuzey Amerika’da bu yüzde 70. Bu çocukların çoğu iş bulamayacak ve mezun olduktan sonra ilk beş yıllarını borç ödeyerek geçirecek. Global hareketleri bu çerçevede okumazsak, işin sosyolojisine inmezsek o zaman ileride çok şaşıracağız demektir. Diktatörlerin ve komplocuların anlamadığı da bu.
Aynı filmi izliyorum
BBC’nin editörlerinden Paul Mason’un geçen sene çıkmış “Why It’s Kicking Off Everywhere” adlı kitabını okurken dejavü hissine kapılmam tesadüf olmasa gerek. Üretilen teoriler, polis devletlerinin utanç verici taktikleri, baskınlar, aramalar, yalanlar ve alan konuşmaları hep aynı. Sanki aynı filmi tekrar tekrar izliyorum.
Oysa “Türkiye” kelimesi geçmiyor. Aynı olan başka bir şey daha var: İnsanların parklara ve meydanlara çıktığı anda yeniden doğduklarını düşünmeleri.
Umutları. Etiğin olduğu, emeğin saygı gördüğü, adaletin olduğu yeni dünya hayalleri. Sürecin sancılı olacağı aşikar. Ama hiçbir doğum sancısız olmaz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.