Hayal bile edemediğimiz günlerden geçiyoruz. Yakın dünya tarihinin en yaratıcı eylemlerinden biri Taksim’de gerçekleşiyor. Kentin kalbi sayılabilecek Taksim’de, Gezi Parkı’na sahip çıkma hareketi olarak başlayan eylem, dozu gittikçe artan polis müdahalesi ile birlikte hükümetin otoriter politikalarına, şiddetine odaklanan ve İstanbul’un dışına taşan ülke çapında bir direniş haline geldi. Direnişin parktaki bir kaç ağacın çok ötesinde […]
Hayal bile edemediğimiz günlerden geçiyoruz. Yakın dünya tarihinin en yaratıcı eylemlerinden biri Taksim’de gerçekleşiyor. Kentin kalbi sayılabilecek Taksim’de, Gezi Parkı’na sahip çıkma hareketi olarak başlayan eylem, dozu gittikçe artan polis müdahalesi ile birlikte hükümetin otoriter politikalarına, şiddetine odaklanan ve İstanbul’un dışına taşan ülke çapında bir direniş haline geldi.
Direnişin parktaki bir kaç ağacın çok ötesinde nedenleri olduğunu Başbakan Erdoğan dışında herkes kabul etti. Uzun bir süredir devam eden baskıcı politikalar, kentin her yerinin yağma edilmesi, plansız programsız yapılanma, kentin göbeğine dikilmeye çalışılan alışveriş merkezleri, köprüler, kesilen ağaçlar, yıkılan binalar, kentsel dönüşüm ve zorunlu tahliyeler bardağı taşıran damlalardan sadece bir kaçı. Kıvılcımı ateşleyen ise kentin merkezine, hafızasına yapılan saldırı ve uygulanan fütursuz şiddet oldu.
Erdoğan hemen hemen her gün televizyonlarda. Açıklamalar yapıyor, tehditler savuruyor, gittikçe büyüyen direnişe kendi deyimiyle fıtratı nedeniyle “celalleniyor”. Ardı ardına yaptığı konuşmalarda Erdoğan’ın istikrarlı bir biçimde aynı söylemi kullanıyor olması, iletişime ve uzlaşmaya kapalı bir tutum sergilemesi, başbakanın bir türlü durumu anlamak istemediğine dair algıyı güçlendiriyor. Şüphesiz bu algının haklılık payı var, Erdoğan gittikçe artan bir saldırganlıkla yalanlar savurup, direnişçileri kendi meşrebine göre tasnif ediyor. İyi ve kötü çocukları ayrıştırıp birbirine düşürmeye çalışıyor. Ne öfkesi, ne şiddeti pek duracağa da benzemiyor.
Peki Gezi’deki eylem daha iyi yönetilebilir miydi? Erdoğan’ın fıtratı farklı olsaydı eylemin ilk gününden müzakereye açık, şiddete başvurmayan bir yöntem söz konusu olabilir miydi? Sorun kötü, yanlış politika tercihi mi gerçekten?
Gezi’deki sürecin yönetiminde hükümetin yanlış politika tercihi yaptığı, süreci yönetemediği kısmen doğruluk payı içerse de durumu daha kapsamlı bir şekilde ele almak gerekiyor. Gezi’yi, diğer işgal eylemlerinde olduğu gibi herhangi bir ekonomik kriz tetiklemedi. Uzun süredir yaşam tarzlarına yöneltilen tehditlerin, Reyhanlı, Roboski, N.Ç. davası, Pozantı Cezaevi ve hafızada kalmadığını, umursanmadığını düşündüğümüz her türlü şiddetin, adaletsizliğin insanların üzerinde kümülatif bir etkisi var. Parkta yapılması planlanan dönüşüm değil ama futursuzca uygulanan şiddet insanları bir araya getiren en önemli etken. Konda’nın uyguladığı ankette polis şiddetini görerek eyleme destek vermeye gelenlerin oranı % 49.1 olarak belirtilmiş (Taksim projesini duyduğunda gelenler %10,2; ağaçları sökmeye geldiklerinde gelenler %19; başbakan’ın açıklamalarını duyunca gelenler %14,2; Taksim’deki ortamı görünce gelenler %4,3; diğer nedenler ise %3,2).
Sorunun tek nedeni olarak Erdoğan’ı görmek ve açıklamayı iyi politika/kötü politika ayrımı ile yapmak yeterli ve doğru değil. Olsa olsa kötü siyasetin ve başbakanın kişiliği ile keskinleşen politikaların maskeyi daha hızlı düşürdüğünü söyleyebiliriz. Üstelik, Erdoğan’ın hiddeti, öfkesi sadece fıtratından kaynaklanmıyor. Başbakan, ülke ekonomisinin derin ve uzun süreli bir krize girmemesi için kentsel dönüşüme her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyor. Gezi’nin yerle yeksan edilmesi için ısrar, uygulanan şiddet büyük resmin bir parçası. Gezi’yi de kapsayan sürgit kentsel dönüşüm hamleleri ve rant paylaşımı neoliberal düzeni işler kılmaya yönelik. Bu direniş, karşı çıkış ise Erdoğan’ın yürüyen oyununa çomak sokuyor.
Sorun artık Gezi Parkı değil, direniş Gezi Parkı’ndan çıktı, çok daha kapsamlı, polisin şiddetini, yürütülen otoriter politikaları eleştiren, sorgulayan ülke çapında bir direnişe, isyana dönüştü. Dolayısıyla, soruların Gezi Parkı’na odaklanması bu direnişi anlamayı da zorlaştıracaktır. Oysa hala yapılan eleştirilerin çoğunluğunun Erdoğan’ın kötü politika tercihlerine, celallenişine takıldığını görüyoruz. Üçüncü köprü üzerine yürütülen tartışmalar bunun en somut örneği. Üçüncü köprünün yapılıp yapılmaması daha öncelikli bir soru iken, sorular, tartışmalar köprüye verilecek isme odaklanıveriyor. Oysa köprünün isminin ne olması gerektiğine dair alternatifler getirmek üçüncü köprünün yapılmasını meşru hale getiriyor. Velev ki adı Yunus Emre oldu, hatta daha ileri gidelim Hrant Dink oldu, Mazlum Doğan oldu biz köprünün yapılmasını kabul edecek miyiz? Üçüncü köprüye farklı bir isim verilirse köprünün kendisi bizler için kabul edilebilir mi oluyor? Yavuz Sultan Selim ismi ile verilen mesaj aşikar, ancak tartışılacak öncelikli konu köprünün adından ziyade köprünün yapılıp yapılmaması olmalı.
Sonuç olarak, Erdoğan süreci şüphesiz daha yumuşak yönetebilirdi ancak, sorun ne Erdoğan’ın fıtratı ne de Gezi Parkı sorunu artık. Yeni kentsel dönüşümler, yeni AVMler yapılması, gerektiğinde her türlü şiddetin uygulanması sistemin devamlılığı için elzem. Gezi’de yoksullar, işsizler, kentsel dönüşüm mağdurları, ülkenin ezilmişleri, yenilmişleri sesini duyuramayanları henüz bir araya gelmiyor, ama zaman geçtikçe, direniş arttıkça birarada mücadele potansiyeli de artıyor. Herkes safını belirliyor, dost düşman ortaya çıkıyor. Gezi’de yapılması planlanan Topçu kışlasından vazgeçilerek Gezi’nin bir park olarak kalması uygulanan şiddeti unutturmayacak, affettirmeyecek. Kör gözler için bile aşikar olan medya-hükümet işbirliğinin üstü örtülemeyecek. Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak, Erdoğan’ı asıl çıldırtan, sinirlendiren de bu.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.