“Bir ağacın kökünden bir direniş ormanı kuruldu…”
Bir karşılaşma, az muhabbet, bol direniş; Gezi Direniş Parkı’nda Yeşil Gerze Platformu sözcüsü Şengül Şahin’le karşılaştık. Ülkenin dört bir yanında doğa ve yaşam mücadeleleri Gezi Parkı direnişini nasıl etkiledi, nasıl etkilendi konuştuk, aynı neticeye vardık: “Bir ağacın kökünden bir direniş ormanı kuruldu”
İtiraf edeyim Yeşil Gerze Çevre Platformu’nun Gezi direnişine desteğe geleceğini gün içinde ülkenin dört bir yanından akan yüzlerce bilgi arasında atlamışım. TMMOB yürüyüşüne katılıp “halkın mühendisleri” sloganları eşliğinde tekrar Gezi Parkı’na geldiğimizde yeşil önlükleri ile Gerzelileri gördük, sevindik. Gözlerim Yeşil Gerze Çevre Platformu sözcüsü Şengül’ü aradı. Şengül Şahin’i. Bakınmak yetti. Bulduk.
İki yıl önce başlayan mücadelelerinde, termik santrale karşı yaygın örgütlenmeleri ve Yaykıl köylülerinin kitlesel, militan direnişleriyle, saatler süren çatışmaları ve nöbet çadırlarıyla, Anadolu grubu boykotu ve halk direniş korolarıyla Yeşil Gerze Çevre Platformu ve Gerze halkı da şaşırtmıştı insanları. Bugün Gezi Parkı direnişindeki gibi ülkeye yayılan bir isyana dönüşmese de Gerze köylüsüne saldırıldığında da dayanışma için sokaklara dökülmüştük. Şengül’le de İstanbul’da yaptığımız eyleme Gerze’nin sesini taşımak için katıldığında tanışmıştık. 1
Direnişin coşkusu ile sarılıp, sohbete başladığımızda saat 19.30’da Taksim’de yapacakları basın açıklamasına hazırlanıyordu. Sadece 10 dakikamız vardı. Bu yazı sohbet üzerine yazıldı.
Önce Gerze’de Liman içi Parkı’nda sabahlayarak, Gezi Parkı direnişini Gerze halkı ile birlikte izleyerek desteklemişler, sonra bununla yetinmeyip Yaykıl Köyü Muhtarı ve köylülerin de içinde olduğu bir otobüs dolusu Gerzeli olarak kalkıp direniş alanına gelmişlerdi.
Şengül konuşmaya başlar başlamaz “Gezi direnişi Anadolu’nun dört bir yanında, kendi yörelerinde mücadele edenler için de bir semboldür artık, bizim de direnişimizdir.” diyor.
Böyle olacağını biliyorduk; Bir ağacın kökünden bir direniş ormanı kurduk
Son yıllarda Gerze’den Solaklı’ya, Tortum’dan Dersim’e, Fındıklı’dan Hopa’ya, Tonya’dan Çanakkale’ye ülkenin dört bir yanında HES’lere, termik santrallere, maden şirketlerine, nükleer santrallere, taş ocaklarına, RES’lere, çimento fabrikalarına yani doğanın metalaştırılmasına, talan edilmesine karşı militan ve kitlesel halk direnişleri yaşanıyor.
Bugün tüm bu direnişleri örgütleyenler belki ilk anda Gezi Parkı direnişini izlerken şaşkınlığa düştüler. Ancak hızla yörelerinde kendi taleplerini de ekleyerek eyleme geçtiler. Şaşırdılar çünkü duyurmakta zorlandıkları sesleri artık başta Taksim Meydanı olmak üzere ülkenin tüm meydanlarında yankılanıyor. Yaşadıklarını milyonların yaşadığını, kendi direniş ve mücadele yöntemlerini şimdi ülkenin dört bir yanında milyonların deneyimlediğini görüyorlar. Onları yakan ateş şimdi milyonları yakıyor, ayağa kaldırıyor. Öfke isyana dönüşüyor, bu defa hükümeti ve Erdoğan’ı hedef alıyor.
Evet, onlar yörelerdeki eylemlere hızla kendi taleplerini ekleyebildiler çünkü sadece destek olmuyor, kendi direnişleri olarak görüyorlar. Gezi direnişin nedenini de, anlamını da, öfkenin neden Erdoğan’a yöneldiğini de belki en iyi onlar anlıyor. Neden mi? Bugün Gezi Parkı direnişçilerine “çapulcu” diyen Başbakan direnen köylüye de “marjinal çevreciler”, “ancak bir avuçlar” deyivermişti.
2008 yılında HES projeleriyle yaşamı ve doğayı yok ettiği Rize’de kendi evinin balkonundan konuşurken “Medya her zaman bu 50-60 kişinin yanına yayılır, gösteri yaparlar. Yürüdüler, sanki millet yürüdü. Milletin falan yürüdüğü yok. Ondan sonra bizim hemşehrilerimizin bazılarını takarlar yanlarına, ‘derelerimizi şöyle yaptınız, böyle yaptınız’ derler” diyordu. 31 Mayıs 2011’de onu kovmak için sokağa dökülen Hopa halkına “eli kanlı eşkıyalar” diye bağırıyor, katledilen Metin öğretmen hakkında “o adam” diye konuşuyordu.
Şimdi doğa, yaşam, emek ve özgürlük için bir halk yürüyor. Şengül diyor ki “Bunun olacağını biliyorduk, aramızda konuşuyorduk, sanki Gezi Parkı’ndaki bir ağacın kökünden bir direniş ormanı kuruldu.”
Doğa, yaşam, emek, özgürlük ve onurumuz için ayaktayız
Evet 27 Mayıs’ta ansızın Gezi Parkı’na giren dozerlerin karşısında durarak başladı direniş. Bu karşı duruşta ülkenin dört bir yanında “acele kamulaştırma” diyerek yüz yıldır ekip biçtikleri topraklara el konulan; torunlarını soktukları, sesiyle uyudukları dereleri beton kanallara hapsedilen; doğduklarından beri onları çevreleyen ormanları iş makinaları ile yok edilen, ortak kullandıkları meralara el konulan, suyunu içmeye kıyamadıkları gözeleri kurutulan ve yerlerinden edilen insanların öfkesi vardı.
Bilen biliyor, bilmeyenler direnişin içinde öğreniyor; son yıllarda ülkenin dört bir yanında doğayı talan eden projelere karşı direnişlerde inşaat şantiyeleri basılıyor, iş makinaları yakılıyor, çevik kuvvet 2800 rakıma çıkarılıp halkın karşısında dikiliyor, uçurum kenarında kadınlar barikata yükleniyor, dere başında direnişi örgütlüyor, 70’lik nineler dozerlerin önüne yatıyor, bir köy tepesinde ya da bir ilçe meydanında saatlerce polisle, jandarmayla çatışılıyor, nöbet çadırları kuruluyor, bedenler ağaçlara zincirleniyor, ihaleler engelleniyor, ÇED toplantılarının yapılacağı binalar işgal ediliyordu. İnsanlar dövülüyor, gazlanıyor, Metin Lokumcu ölüyor, Hopalılar, Dersimliler, Solaklılılar, Gerzeliler dört duvar arasına hapsediliyordu. Daha dün birlikte nöbet tuttuğumuz Gezi Parkı’nda, ve günlerdir süren direnişimizde tüm bu mücadelelerin izleri var.
Şengül’le Gezi Parkı’na geldiğinde ilk ne gördüğünü soruyorum. “Biz tam 696 gündür direnişteyiz. Bu sabah Yaykıl köylüleri ve muhtarı ile birlikte otobüsten inip Gezi Parkı’na girdiğimizde insanlar yeni uyanıyor, çadırlarından çıkıyorlardı. Baktık aynı bizim gibi, biz de direnişi 24 saat nöbet tutarak, çadırlarımızı kurarak büyüttük, birlikte sabahladık, yemekler yedik, o çadırlarda düğünler yaptık, hala nöbet tutuyoruz” diyor ve Gerzelilerin bu direnişle özdeşlik kurduğunu anlatıyor.
Dereleri, vadileri, ormanları, geçimlik tarlası, susuz kalan yaban hayvanı için ayağa kalkanların mücadelesi doğa için olduğu kadar yaşamları üzerinde söz ve karar hakkı içindi. Adı öyle konmasa da kapitalist saldırganlığa karşı bir mücadeleydi, direnme hakkının sonuna kadar kullanımıydı tıpkı Gezi’de olduğu gibi. Halkın onuruna sahip çıkma direnişiydi, tıpkı Gezi’de olduğu gibi.
Medya, yargı, polis: bu abluka dağıtılacak
Ülkenin dört yanında bu direnişlere neden olan, doğanın ve yaşamın talan edildiği projeleri kim mi yürürlüğe sokuyordu? AKP iktidarı. Onun bakanları, bürokratları, yasa hazırlayıcıları ve şirketler. Kim mi direnen halkın karşısındaydı? Kalkınma, ekonomik büyüme masalları anlatan medya, AKP’nin ele geçirdiği yargı, para için aleyhte bilirkişi raporları hazırlayan akademisyenler, görmedikleri alanlara ÇED olumlu raporu veren uzmanlar, polis, jandarma…Tek yol vardı: Direniş…Tüm bunlar bir yerden tanıdık geliyor mu? Örneğin Gezi’den?
Bugün milyonlarca insanın tepkisini çeken medya sansürü konusunda da Şengül’ün dedikleri önemli, “Biz Gezi Parkı direnişi ile anladık neden medya bizi haber yapmıyor. Bizim nüfusumuz 12.000, İstanbul’un bir mahallesi etmez, bağırsak sesimiz ne kadar duyulur, Anadolu grubu yerel medyanın tamamını satın aldı. Ulusal medyanın halini ise Taksim’de anladık, değil 12 binlik Gerze’yi eğer milyonların ayağa kalktığı bu halk isyanını göstermiyorlarsa bizim artık medyadan bir beklentimiz olmaz”
Şimdi Topçu Kışlası kararını “yargıya bırakalım” diyerek direnişi gevşetmeye çalışanlara en çok vadilerinde, dere başında direnenler güvensiz. Dava açmak için gereken parayı toplamak için ineğini satmak zorunda kalanlar, bilirkişi parası yatırıp da gözü kapalı yazılan raporları görenler, yargı üzerinde baskıyı yaşayanlar, yok yere ceza alanlar, ortada halkın ısrarlı direnişi yoksa “yargı”nın da kararının da bir işe yaramadığını biliyorlar.
Şengül’e 31 Mayıs’ta başlayan ve neredeyse 48 saat kesintisiz süren Gezi direnişiyle Gerze’nin ünlü 5 Eylül 2011 direnişini konuşuyoruz. Diyor ki “bizimkinde bir fark vardı. Asker ve jandarma birlikte saldırdı bize. Halka karşı şirketin iş makinalarına birlikte kalkan oldular. İşte o zaman herşey değişti” (5 Eylül direnişi görüntüleri için: http://www.youtube.com/watch?v=rLF6byowlN8 )
5 Eylül 2011 saldırısı hem Gerze hem de diğer tüm doğa mücadeleleri için direnişlerin militanlaşmasında Hopa’dan sonra önemli bir diğer kırılma noktasıydı. Yaykıl köylülerine tam 10 saat boyunca gaz bombaları, tazyikli sular, plastik mermilerle saldırıldı. Ambulanslar yaralı köylüleri hastaneye değil, gaz bombalarını polise taşıdı. Köylülerin termik santrale karşı korumaya çalıştığı ormanlar biber gazı fişekleri ile yakıldı. Onlarca köylü yaralandı. O gün için denir ki “arılar bile zulme uğradı”. Gerze halkı devlet nedir, kimin çıkarını korur anladı. Oy verdiği AKP’yi tanıdı. O gün direniş bitmedi. Şirket araçlarına çalışma izin verilmedi. Gerze halkı gözaltına alınan gençleri geri almak için karakolu kuşattı. Saldırının sabahında iş makinaları çalışamaz hale geliverdi.
Hopa’dan Gerze’ye, Gerze’den Gezi’ye Eşkıyalar Her Yerde
7’den 77’ye 5 Eylül’de termikçi şirkete karşı direnen, çoğu AKP’ye oy vermiş olan Yaykıl köylüsü o gün çatışırken bir yıl önceki TEKEL direnişinin sloganını atıyordu: “Ölmek var dönmek yok!” ve direnişin ardından kurulan çadırda dayanışma için gelen solcuları, sosyalistleri ağırlıyordu. 26 Kasım 2011’de Gerze’deki mitinge bizler büyük şehirlerden kendi evimize gider gibi giderken, Gerze sokaklarında Hopalılar “Hopa’dan Gerze’ye eşkıyalar her yerde!” sloganlarıyla yürüyorlardı.
O gün, bugün Gezi direnişindeki birlikteliğin bir benzeri Gerze’de de vardı. Solun tüm renkleri, taraftar grupları, bayrağı kapıp gelenler, Lazı, Hemşinlisi Karadenizliler, Kürt Dersimliler, “devletçi”2 Kastamonulular, Divrikli Aleviler, büyükşehirlerde çalışan eylem için izin alıp gelmiş Gerzeli beyaz yakalılar, bilim insanları, üniversiteliler, MHP’ye, AKP’ye oy vermiş köylüler…
Ama o gün Gerze meydanında binler “AKP elini doğadan çek!” sloganları atıyordu. Bugün ise milyonlar “Hükümet istifa!”diyor. O gün “Gün gelecek devran dönecek AKP halka hesap verecek!” deniyordu, bugün “Gün geldi, devran döndü! …”
Halkın meşru taleplerine karşı sermayenin ve iktidarın çıkarları için devreye sokulan polis şiddeti tüm maskeleri düşürüyor, devletin gerçek yüzünü bir anda ortaya seriveriyor. O gün de öyleydi, bugün de böyle. Şengül anlatıyor: “Belki bizim direnişimiz de Gezi Parkı’nda olduğu gibi tek bir politik gruba, anlayışa ait değildi. Ama biz politikleşmesini istiyorduk, insanlar durumu kendileri gördü. 5 Eylül saldırısının ardından AKP’li köylülerden bir bölümü partiden istifa dilekçesi yazdı, dilekçeyle kalmadılar gidip notere onaylattılar. Neden notere onaylattılar biliyor musun? Çünkü AKP’nin dilekçelerini işleme koymayacağını düşündüler, yani o kadar güvenmiyorlardı artık.”
Okullarda, işyerlerinde, dağ başında, dere boyunda biz buralardaydık, sadece yan yana değildik!
Gezi Parkı direnişini analiz ederken ilk sorulardan biri “Nereden çıktı bu insanlar?” oluyor. Ayrıntılı tartışmayı başka bir yazıya bırakalım, Şengül’le konuşurken bir kısmının daha nereden çıktığını öğrendik (!)
Şengül İstanbul’da yaşayan Gerzelilerin ilk günden itibaren Gezi Parkı direnişinin içinde olduğunu söylüyor. 5 Eylül’de anneleri, babaları, dedeleri, nineleri ve ormanları gaza boğulurken, yakılırken İstanbul’dan görüntüleri izleyen ve içi yanan, öfkelenen Gerzelilerin direnişin başından itibaren Gezi Parkı’na geldiğini, alanın etrafında bir yere “Yeşil Gerze Çevre Platformu” pankartı astıklarını anlatıyor.
Dün Gerze’de kendilerine “bir avuç” dendiği için öfkelenenler, bugün kendilerine “çapulcu” denilenlerin yanına koşuyor. 3
Bugün yeni olan budur.
Evet, bugün Gezi Parkı’yla simgelenen ancak ülkenin dört bir yanına yayılan isyan ne bir anda oluştu ne de anlıktır.
11 yıldır neoliberal talan politikalarına, bununla kaynaşmış İslami gericiliğe, faşist baskıya karşı ülkenin dört bir yanında gecekondu damlarında, dere yataklarında, vadilerde, üniversite kampuslarında, öğrenci yurtlarında, üretim bantlarında, merdiven altı atölyelerde, direniş çadırlarında ve sokakta verilen mücadeleler kolektif hafızasını ve değerlerini Gezi direnişine taşıyor.
Gezi direnişinde milyonlar öfkeyi başkaldırıya dönüştürürken, yeni değerler, yeni bir kolektif hafıza ve bilinçle olanca yaratıcılıkla ayağa kalkıyor. Halk gücünün farkına varıyor. Yeni olan budur. Gezi direnişinde kimse yalnız değildir. Ortada sadece dayanışma değil ortak bir kavga vardır.
Açık ki bu direniş sadece Gezi Parkı’nı korumuyor. İktidarı sarsıyor. Munzur’un, Fındıklı’nın, taşeron sağlık işçisinin, güvencesizleştirilen bilim insanının, hapse atılma tehdidi ile çalışan gazetecinin, okul sırasında başı örtülmek istenen 10 yaşındaki kız çocuğunun yaşamını değiştiriyor. Direnişe katılanların da, katılmayanların da yaşamını etkiliyor.
2011 Ocak ayında Yeşil Gerze Çevre Platformu’nun da katıldığı Halkın Hakları Forumu’nun sonuç bildirgesinde demiştik ki;
“Bizlerden zemheri ayında gül isteyenler, imkânsızı istediniz ya, gözünüz aydın! Yaşamı borsa endeksinde puana vuranlara inat, gülü gül ile tartanlar bu topraklarda yeniden sahne alıyor… Güncel devrimcileşirken, devrim de güncelleşiyor.”
Bu direnişi bedenleri, emekleriyle, zekaları, mizahları, yaratıcılıkları, düşleri, curetleri ve politik hedefleriyle isyana çevirenlere; direnişle nefes alan vadilere, derelere, ormanlara, ağaçlara, parklara, meydanlara; canlısı cansızıyla daha iyisini hak ettiğini bilerek dönen koca dünyaya selam olsun.
Yolumuz açık olsun…
ozgeozan@sendika.org
2 Bu tabir bizim değil. Loç Vadisi’nde direnen Kastamonuluların kendi sözleri. HES’lere karşı direnişleri biraraya getirmek için yaptığımız toplantılarda Loç Vadisi’ni temsilen gelen bir arkadaş cümle cümle olmasa da şöyle anlatmıştı; “Biz daha önce polise değil taş atmak, karşı çıkana devlet düşmanı derdik, devletimiz ne derse doğrudur derdik, Kürtlerin hepsi terörist derdik. Ne zaman ki Loç Vadisi’ni mahvetmeye geldiler. O zaman ne doğru ne yanlış gördük. İnternetten baktık kim ne yapıyor. Soluğu Kürt oldukları için terörist dediğimiz Munzur için mücadele eden Dersimlilerin yanında aldık”.
3Direnişin kolektif hafızasına kattıkları ve devam ettirdikleri mücadele ile Gezi Parkı’ndan başlayarak yayılan isyanın bir parçası olan Gerzeliler, Gezi Parkı Sahnesi henüz kurulmadan sahneye çıkmıştı. İşte Gerze Halk Direniş Korosu “…bize bir avuç dedin, biz avuca sığmayız”
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.