Türkiye hiç kuşkusuz tarihinin en önemli günlerinden geçiyor. Ezilmiş, hor görülen, iliklerine kadar sömürülen halkın Gezi Parkı eylemleri ile başlayıp tüm yurdu saran direnci hala devam etmekte. Faşizmin doruklarında gezen, ben yaptım oldu mantığı ile kendisine oy vermeyen kitleyi yok sayan, emperyalistlerin Ortadoğu planlarının eş başkanı olmuş bir iktidar çatırdıyor. O vakit herkesin aklına aynı […]
Türkiye hiç kuşkusuz tarihinin en önemli günlerinden geçiyor. Ezilmiş, hor görülen, iliklerine kadar sömürülen halkın Gezi Parkı eylemleri ile başlayıp tüm yurdu saran direnci hala devam etmekte. Faşizmin doruklarında gezen, ben yaptım oldu mantığı ile kendisine oy vermeyen kitleyi yok sayan, emperyalistlerin Ortadoğu planlarının eş başkanı olmuş bir iktidar çatırdıyor. O vakit herkesin aklına aynı sorular geliyor. Ne oldu da hiç beklenmedik bir anda, herkesi şaşırtacak bir şekilde bir direniş mevziisi ortaya çıktı. Nedir bu Taksim’de olan?
Gördüğümüzü söyleyelim o zaman;
İsyandır; 10 yılı aşkın süredir her türlü baskıya, zulme göğüs germiş bir halkın ilmek ilmek ördüğü kıvılcımların birleşip kor bir alev olarak patlamasıdır. Artık yeter denilen eşiğin aşılmış halidir. Mazlumun ayağa kalkmadıkça zalimin diz çökmeyeceğini gösteren en taze kanıttır.
Dayanışmadır; tüm saldırılara rağmen yere bir düşüp bin kalkmasını bilmektir. 18 yaşında gencinden 70 yaşında yaşlısına kadar biber gazını, tazyikli suyu yiyeceğini bile bile alanlara koşabilmektir. Eskişehir’de ‘’çapulculara’’ ekmek dağıtan nine, Ankara’da hiç tanımadığı biri için eline ilaçları alıp gaz dolu sokaklarda ‘’ilaca ihtiyacı olan var mı?’’ diye bağıran genç, işini gücü bırakıp halka yardıma koşan doktor-avukattır. Polis müdahalesi ile kırıp dökülmüş eşyalarına aldırmadan işletmesini halka açan esnaftır. Hele “İki çocuğumu komşuma bıraktım Tuzla’dan Taksim’e size yiyecek getirdim” diyen teyze var ya, işte tam da odur.
Özgürlüktür; birbirine zıt düşünceleri, görüşleri olsa da insanların bir arada kardeşçe yaşayabileceğinin kanıtıdır. Direndikçe güzelleşmenin, güzelleştikçe özgürleşmenin resmidir.
Demokrasidir; demokratik hak ve taleplerin aranma yerinin sadece sandık-meclis ikileminde olduğunu sananlara pankartlarını göstermektir. Milletvekili sayısı ile övünenlere “kaç kişiyiz saysana” diye haykırmaktır.
Bilinçtir; yüzbinleri sokağa döküp en ufak provokasyona dahi gelmemek, kendi iç denetimini kendi yapabilmektir. Direnmenin manifestosunu yazarken takındığı sorumlu tavır ile karşısındakilere dahi ders vermektir.
Gökkuşağıdır; devrimin “kızılını”, Ay-Yıldız’ın “al-beyazını”, özgürlük arayışının “kırımızı-yeşil-sarısını” bir alanda toplayıp karanlığa karşı ışıl ışıl parlayan bir aydınlık çıkartmaktır.
Non Pasaran’dır; “faşizme karşı omuz omuza” seslerini “ya hep beraber ya hiçbirimiz” sloganlarının takibidir.
Ortak mücadeledir; tüm milliyetçi-ırkçı takıntılarından sıyrılmış bir kitlenin Gezi Parkı’ndaki ağaçlara Roboski ile Reyhanlı’daki ölenlerin isimlerini yazmasıdır. Direnirken birbirlerine baktıklarında etnik kimliklerini değil, birer “kızıl” çiçek görenlerden düşen parçaların toprağa ölümsüz kardeşlik tohumları ektiği bir alandır.
Okuldur; direnmenin ancak ve ancak sokakta, alanlarda yükselebileceğini gösteren, tüm bilimsel verileri alt üst edercesine canlı bir laboratuvar sahnesidir. Devrimin “test sürüşüdür.”
Sınıftır; Ankara’da halkı korumak için TOMA’ların önünü kesen taksicilerdir. İstanbul’da halka barikat kurmak için tırlarını feda eden şoförlerdir. Direnişte yalnız bırakılmayanların, emekçilerin Taksim’e akınıdır. Emek-ekmek-özgürlük taleplerini aynı direnişe kazımaktır. Direniş standını alıp Gezi’ye üs kurmaktır. THY işçileridir, Hey Tekstildir, DİSK-KESK-TTB’dir. Alın terini ortak mücadelede akıtmaktır. Ve mutlaka 1 Mayıs’ta çıkamadığı alanın öcünü misli ile almaktır!
Çılgınlıktır; korku duvarını aşan bir halkın neler yapabileceğine dair “haramilere” gönderilmiş bir mesajdır. Kendiliğinden doğan halk hareketinin kendi içinden kahramanlarını çıkarmasıdır. Panzere tek başına direnen kızdır, şemsiyesi ile panzerin önüne yatan amcadır. POMA’sı ile TOMA kovalarken “gel bi konuşcaz” diyerek “racon” kesebilmektir. Halka “başıma bir şey gelirse bundan sonra polisi değil Çarşı’yı ararım” dedirtebilmektir.
Fair Play’dir; futbolun sadece futbol olmadığını gösterip, 19:03’te, 19:05’te ve 19:07’de yürümeye başlayarak yolları ve renkleri Taksim’de birleştirebilmektir.
Mizahtır; iktidara ve kapı kullarına karşı “orantısız zeka” uygulayan halkın mizahı basılı dergilerden alıp sokağa çıkarmasıdır. Tazyikli su yerken bile dans edebilmek, gitarı ile gaz bombasına karşı serenat yapabilmektir.
Hafızadır; “Ananı da al git” denilen çiftçinin, “Güzel ölen” madencinin, “terörist” ilan edilen öğrencinin, okulu zorla İmam Hatip’e çevrilen velinin “vakit tamam, şimdi hesap vakti” dediği gündür. Bugün halk ayaklanmasına çeşitli nedenlerle sırtını dönenlerin de yarın unutulmayacağının göstergesidir.
Ve bir sorudur; bugüne kadar muazzam bir seviyeye ulaşan direnci, temeli-pusulası sağlam bir hatta oturtmak ve daha da büyütmek için ne yapmalı?
Belki de cevabı yine direnişçilerin elindeki pankartlarda gizlidir. Küçük bir ipucu: “Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez!”
onur@brezil.net