Erdoğan’ın, devletin bakanlarına, valilerine, emniyet müdürlerine, kısacası tüm memurlarına ve partisinin milletvekillerine efendi-köle ya da padişah-kul arasındaki sahiplik ilişkisi ile bakanım, valim, emniyet müdürüm diye hitap etmesi artık herkesin malumu. Ama son zamanda başbakan dozunu giderek artırdığı ve daha çok görünür kıldığı bir sahiplik ilişkisi daha geliştirdi. O da gençlikle kurduğu “benim gençliğim” ilişkisi. Erdoğan’ın […]
Erdoğan’ın, devletin bakanlarına, valilerine, emniyet müdürlerine, kısacası tüm memurlarına ve partisinin milletvekillerine efendi-köle ya da padişah-kul arasındaki sahiplik ilişkisi ile bakanım, valim, emniyet müdürüm diye hitap etmesi artık herkesin malumu. Ama son zamanda başbakan dozunu giderek artırdığı ve daha çok görünür kıldığı bir sahiplik ilişkisi daha geliştirdi. O da gençlikle kurduğu “benim gençliğim” ilişkisi.
Erdoğan’ın “benim gençliğim” diyerek sahiplendiği ve biçimlendirmek istediği gençlik görece yeni bir gündem olmakla birlikte, Türkiye’de gençlik ve genç nesile iktidarlar tarafından yüklenen anlam 200 yıllık modernleşme sürecimiz düşünülürse yabancısı olduğumuz bir konu değil. Çünkü gençlik, Genç Osmanlılar’dan itibaren son 200 yıldır hem modernleşmenin taşıyıcısı hem de önce yıkılan bir imparatorluğu anayasalı rejim haline getirerek kurtarma, yıkılması kaçınılmazlaşınca yeni bir devlet kurma ve kurulan Cumhuriyet’i koruma görevlerini hem kendiliğinden üstlenen hem de iktidarların bu anlamda görev yüklediği siyasi-tarihsel bir kategori oldu. O gençlik 40’larda Köy Enstitüleri aracılığı ile toplumsal kalkınmayı ve aydınlanmayı köylerden gerçekleştirmek için yetiştirildi. 68’de ise onların yetiştirdiği gençler olarak Denizler, Mahirler, Sinanlar askeri ve ekonomik açıdan bağımlı hale gelen devleti “Tam Bağımsız Türkiye” sloganı eşliğinde yeniden bağımsızlaştırmak, bu anlamda 2. Kurtuluş Savaşı’nı başarıyla tamamlamak için yola çıktı. 68 Gençliğinin sistemde yarattığı sarsıntı öyle büyüktü ki 12 Mart’a rağmen kırılamadı ve artçı dalgası 78 Gençliği olarak geldi. Bu iki güçlü dalga sistemin can simidi olarak Evren-Özal ikilisi ile 12 Eylül’de kırıldı. Meşrutiyet’ten beri yetişen ya da yetiştirilmesi hedeflenen ilerleme düşüncesine ve halkına adanan gençlik profili 12 Eylül zindanları ve Milli Eğitim’in Türk-İslam sentezci yeni müfredatı ile silinip yerine yepyeni bir gençlik modeli olarak Özal Kuşağı inşa edildi. Yuppi kuşağı olarak da anılan bu kuşağın şiarı, “kariyer basamaklarını hızla tırmanmak için her yol mubahtır” idi. Bu yolda yalnız olmak, yanlış yollardan geçmek, sahtekârlık yapmak, insanları dolandırmak ve onlara haksızlık yapmak sorun değildi, yeter ki zirve kimselere kaptırılmasın.
12 Eylül ile finans sermayesinin hegemonyasında kurulan yeni tarihsel blokta artık üretmek değil, paradan para kazanmak ön plana geçmişti. Gerek üretimden çok finansa kayma gerekse yeni teknolojiler sayesinde istihdam olanaklarını hızla daraltmayla birlikte sermayenin 80 sonrasında hızla artan kârları, Evren’in yarattığı baskıcı ortam kadar Özal’ın yarattığı yağmacı, ilkel birikimci ekonomi ve her ikisinin birlikte yoğurduğu apolitik, kendi bencil çıkarı dışında toplumsal konularla ilgilenmeyen, işyerinde çalışırken itaatkar, alışverişte tüketirken saldırgan/yırtıcı olan bu yeni nesil, yeni gençlik üzerinde yükseldi.
Tam da 12 Eylül düzeninin inşacıları ve kazananları, sistemi daima itaat edecek bu yeni gençlik tipi üzerine inşa ettiklerini sanırken, temel 1996’daki harç eylemleri ile sarsılmaya başladı. Bu eylemler ilk sinyallerdi, etkisi sınırlı kalmıştı ama bir şeyi göstermişti ta o günden: bu yağmacı yeni ekonomik sistem toplumun o kadar büyük bir kısmını yıkıma uğratmıştı ki, o yıkıma uğrayan kesimlerin çocukları 12 Eylül’ün giydirmek istediği yuppi gömleğini uğradığı haksızlıklar nedeniyle giymeye direniyordu. Yıllar içinde küçük çaplarda da olsa yuppi gömleğine direnen gençlik tipi “ben buradayım” diye varlığını iktidarlara duyurdu. Ama bugünlerin sinyalleri daha kuvvetli olarak 2009’da toplumsal aydınlanmanın meşalelerinden, genç öğretmenlerden geldi.
Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu çatısı altında birleşen ve sayıları 300.000’i bulan ataması yapılmamış öğretmenlerin sesi olan AYÖP ve kurucusu Şafak Bay’ın kamusal alanları tutan, haksızlığı tüm topluma haykıran direnişi, bugün 10,5 yıldır devam eden tüm haksızlıklara bayrak açan Gezi Gençliği ile buluştu, dalga dalga tüm yurda yayıldı. Sesleri özelleştirme, güvencesizleştirme, acele kamulaştırma, afet bölgesi ilan etme, 2B kapsamına alıp talana açma, HES yaptırarak kırdan sürgün etme, kentsel dönüşüm diyerek kentten de sürüp çıkarma, hak aramaya kalkan için de adalet kapısı olan yargıyı devre dışı bırakma, parasız eğitim isteyeni hükümsüz hapsetme, ocaklarda, buzlu göllerde öldürüp kendi hatalarıydı ya da “güzel öldüler” diyerek, taziyeye gittiği yerde vatandaşa takla attırarak, asker ocaklarında patlatılan cephaneliklerle, Reyhanlı’da sokak ortasında patlatılan bombalarla katledilenler, sınavlarda şifreler ile hakkı yenilenler için, kısacası tüm haksızlıklar için bin bir renkli bir koro oldu, Gezi’den yükseldi. Caz oldu, türkü oldu, etnik müzik oldu. Ama her şeyden önemlisi gençliğin adaletsizlik karşısında birleşen sesi oldu.
Adaletsizliğe karşı birleşen ses iktidar açısından öyle ürkütücü ki, o nedenledir Erdoğan’ın 1 Şubat 2012’de “dindar bir nesil yetiştirmek istiyoruz” diyerek koyduğu hedefi son 15 günde sırası ile “kafası kıyak nesil istemiyoruz”, “elinde bilgisayarla dolaşan bir gençlik istiyoruz” ve “başbakanına ağza alınamayacak derecede küfreden bir gençlik benim gençliğim olamaz” içerikleri ile bezemesi.
O nedenledir, kendi düşüncesinden farklı olan her düşünceyi “küfür” sayması. Kendisine itaat etmediklerinde, öfkelenmesi. Çünkü Erdoğan da tıpkı takipçisi olduğunu söylediği Özal gibi apolitik, itaatkâr, bencil, bencilliği oranında yalnız ve yalnız olduğu için koyun gibi güdeceği bir gençlik istiyor. O nedenledir en çok tekrarladığı cümlesinin “bunlar iki koyun bile gütmemişler” olması. Erdoğan, gençleri itirazsız istediği her yere sürebileceği, her forma sokabileceği bir sürü olarak görmektedir. Tıpkı “yüzde elliyi evde zor tutuyorum” sözündeki sürü-çoban ilişkisinde gizlediği anlam gibi.
Oysa ilk kuvvetli sinyallerini 2009’da Şafak ve AYÖP ile veren yeni gençlik, gerçek bir isyan kuşağı. Tüm haksızlıklara sorgulayan, isyan eden, karşı duran ve değiştirmeyi aklına koymuş bir kuşak. Sürü olmayı reddeden bir kuşak. O nedenle polis saldırdığında birilerinin peşine takılıp kaçmıyor. Bu yüzden de oyunu onlar bozacak.
Bir yıl önce Şafak’ı anmak için yazdığım yazının başlığını “Yeni İsyan Kuşağının İlk Önderi: Şafak Bay” koymuştum. Ve demiştim ki “Şafak deli gömleği gibi bir sistemle eli-kolu-aklı-vicdanı zincirlenen Özal Kuşağı’nın zincirlerini çözdü. Onun içinden çıkıp, onu kalbinden ve beyninden vurdu. Çünkü deli gömleğinin içinden akılla, birliktelikle, mücadeleyle ve her şeyden önemlisi örgütlenmeyle çıkılacağını öğretti”.
Şafak’ın mücadelesi bugün Gezi’den yükselip tüm ülkeye yayılan gençlik direnişine hâlâ önderlik yapıyor. Alınacak dersler sunuyor bize Şafak öğretmen: Akıl, dayanışma, örgütlü mücadele. Erdoğan’ın “sürü gençlik” tipine karşı yükselen özgür düşünceli, haksızlığa karşı duran gençlik tipi Gezi’de, Kızılay’da, Gündoğdu’da, tüm şehir meydanlarında yeni örgütlenme biçimlerini de geliştirerek geleceği inşa ediyor. Şafak öğretmen öğretti, biz öğrendik. Geleceği, sürü olmayı reddedenler kuracak.