Müzakere masasına oturmak kolay değil. Reyhanlı katliamı karşısında Kürt siyasi hareketinden gelen ilk açıklamalar, “Barış ve Demokratik Çözüm Süreci”ne ilişkin algısındaki bazı zayıflıkların ön plana çıkmasına neden oldu. Selahattin Demirtaş’ın katliamın hemen ardından Eruh’ta yaptığı açıklamada AKP’nin Suriye politikasına ilişkin eleştiriyi ikinci plana alması ve KCK’nin AKP’ye hiç dokunmayan “başsağlığı mesajı”, AKP ile PKK arasında […]
Müzakere masasına oturmak kolay değil. Reyhanlı katliamı karşısında Kürt siyasi hareketinden gelen ilk açıklamalar, “Barış ve Demokratik Çözüm Süreci”ne ilişkin algısındaki bazı zayıflıkların ön plana çıkmasına neden oldu.
Selahattin Demirtaş’ın katliamın hemen ardından Eruh’ta yaptığı açıklamada AKP’nin Suriye politikasına ilişkin eleştiriyi ikinci plana alması ve KCK’nin AKP’ye hiç dokunmayan “başsağlığı mesajı”, AKP ile PKK arasında Suriye konusunda bir yakınlaşmanın olduğu yolundaki spekülasyonlara güç kazandırdı. Geçtiğimiz ay içinde YPG’nin Halep’in Kürt mahallelerinde Suriye ordusu ile çatışmalara girmesi de PYD’nin Suriye İç Savaşı’na bir ucundan girmeye mi başladığı sorusunu gündeme getirdi.
Benzer bir algı sorunu, BDP’nin “siyasi islam”la ilişkisine temas eden kimi tutumlarda da kendini gösteriyor. Hizbullah’ın Dicle Üniversitesi’ndeki saldırısının ardından Öcalan ve BDP’nin Hizbullah saldırısının arka planını değerlendirmekten kaçınmaları ve Hizbullah saldırılarına karşı direnişi “provokasyon” söylemiyle değerlendirmeleri, Öcalan’ın “İslam Bayrağı altında birlik” sözlerinin “tarihe atıf”la sınırlı olmadığı, AKP’nin gerici siyasi programıyla stratejik bir uzlaşmaya gidilmekte olduğu hissini güçlendirdi.
Demirtaş’ın grup toplantısında yaptığı düzeltme, PYD’nin ve PKK’nin Suriye İç Savaşı karşısındaki konumlarının değişmediğini vurgulayan açıklamaları, Türkiye solunun Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi ile olumlu bir bağ kurma kaygısındaki kesimlerinin, AKP ile PKK arasındaki uzlaşma zemininin sınırlarına ilişkin endişelerini azaltsa da ortadan kaldırmadı.
Türkiye sosyalist hareketinin TKP ve DHKP-C gibi odaklarının İmralı Süreci’nin ifade ettiği “uzlaşma zemini”ne ilişkin değerlendirmelerin büyük ölçüde “ön yargı”lara dayandığı düşünülebilirse de bu ön yargıların Kürt Siyasi Hareketinde hiçbir karşılığının olmadığı da söylenemez.
Özellikle Kürt yasal siyasetinde pro-emperyalist ve liberal eğilimlerin harekete egemen olmasa da belirli bir yer tuttuğu bir gerçek. Bu eğilimlere sahip kadroların Osman Öcalan olayının ardından kenara itildikleri ancak KCK operasyonlarının sonrasında yasal siyaset alanında yeniden kendilerine yer bulmaya başladıkları da siyasi süreci içeriden izleyenler tarafından yaygın olarak paylaşılan bir gözlem.
Kürt hareketinin liberal unsurları içerisinde Öcalan’ın AKP ile ortak bir Suriye stratejisi kurmasını isteyen, Kürt hareketinin kendisini “ilerici” ve “sol” bir hareket olarak tanımlamasını istemeyip, “Siyasi İslam”la barışık hatta Türkiye’nin siyasi spektrumundaki popüler sağla ittifak içinde yer almasını isteyen, Türkiye’deki Kürt sorununun çözümünün Ortadoğu’daki Amerikancı yeniden yapılanma planına iliştirilebileceğine inanan yaklaşımlar egemen.
Bununla birlikte Kürt hareketinin “liberal” kanadı, hareketin yükünü en az taşıyan buna karşılık çok konuşan, sesi çok çıkan bir elit. Kürt hareketinin asıl büyük yükünü taşıyan ve hareketin somut iradesinin oluşmasında etkili olan kadınlar, gençler, emekçiler ve gerilla ilericilikte, solculukta ve toplumsal devrimde ısrarlı bir tutum sergilemeye devam ediyor.
Kürt siyasi hareketinin “süreç”deki somut doğrultusunun belirlenmesinde, hareketin bu iki eğilimi arasındaki mücadelenin belirleyici olduğu görülüyor. Kimi zaman ışıkların altında birinci eğilimin temsilcileri bulunsa da, son sözü halen ikinci eğilim söylüyor. Sol eğilimin bu egemenliğinde elbette Kandil’in, gerillanın ve Türkiye içerisindeki PKK organizasyonunun belirleyici bir rolü var. Ancak silahların sustuğu, gerillanın kenarda durduğu, Kandil’in “masa”ya bağlandığı yakın geleceğin koşullarında aynı belirleyici ağırlığın oluşması da kolay olmayacak.
Sırtlarında yumurta küfesi olmayan liberallerin politikalarının belirleyici olması halinde, hareketin gerçek güçleri açısından ciddi sorunlar gündeme gelecek. Örneğin, PKK’nin Suriye Muhalefeti’ne dahil olması, gerillanın hareket alanını genişleten İran ateşkesinin sürdürülebilmesini çok güçleştirecek; “Siyasi İslam”la birlikte yaşama tercihi, Hizbullah’ın, Kürt toplumsal devrimine yönelik saldırılarını şiddetlendirecek; Kürt siyasi hareketinin Türkiye Sağı’yla aynı yatağa girmesi özellikle siyasi temsil alanında (bir süredir alttan alta kaynayan) “siyasi elit/bürokrasi”nin yoksul Kürt halkıyla arasındaki mesafeyi artıracak.
Gerilla hareket alanının daralmasına seyirci kalır mı? Kadınlar ve gençler yaşam alanlarına yönelik “muhafazakar basınca” ne kadar tahammül edebilir? Ve halk kendi kanı ve teri üzerinden “rant” sağlayan bir “politikacılar sınıfı”nın doğması halinde Kürt siyasi hareketine bugün verdiği büyük desteği vermeye devam eder mi?
PKK ile AKP arasındaki somut uzlaşma zeminini belirleyen iradeler karar verirken bu soruları da dikkate alıyorlardır herhalde.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.