Grev işçi sınıfı mücadelesi tarihinde sihirli bir sözcüktür. İşçi sınıfının “üretimden gelen gücü” dendiğinde grev akla gelir. Grev emek ve sermayenin çıplak biçimde karşı karşıya geldiği bir durumu ifade eder… Ülkemizde grev daha çok yasalarla tanımlanmış “yasal grev” için kullanıldı. Yani bir sendikanın bir işyerinde örgütlenmesi ve yetki almasını takiben işçi ve patron tarafının karşı […]
Grev işçi sınıfı mücadelesi tarihinde sihirli bir sözcüktür. İşçi sınıfının “üretimden gelen gücü” dendiğinde grev akla gelir. Grev emek ve sermayenin çıplak biçimde karşı karşıya geldiği bir durumu ifade eder… Ülkemizde grev daha çok yasalarla tanımlanmış “yasal grev” için kullanıldı. Yani bir sendikanın bir işyerinde örgütlenmesi ve yetki almasını takiben işçi ve patron tarafının karşı karşıya gelerek bir sözleşme yürütmeye başlaması ve bu sözleşmede anlaşmazlığa düşmüş olması halini ifade eder…
Bu şekilde işleyen bir grevin bazı istisnalar hariç, epeyce bir zamandır olmadığını biliyoruz. Kuşkusuz bunun sebebi zaten küçük bir azınlık olan sendikalı işçilerin yürüttükleri toplu sözleşmelerden memnuniyetle ayrılması değil. İşçi sınıfı ve onun sendikal örgütlerinin böylesi bir mücadelenin altına girebilecek ideolojik-örgütsel donanımdan yoksun olması kuşkusuz esas sebep. İkincil sebep ise mevcut yasaların grev yapılmasını neredeyse imkansız hale getirmesi. Sendikalar ve işçiler patronun önlerine koyduğu şartları üç aşağı beş yukarı kabul etmek zorunda hissediyor kendini.
İşverenlerin sendikaların “grev” tehdidinden eskisi kadar çekinmiyor ve işçilere ciddi zararlar verecek teklifleri hiç çekinmeden sunabiliyor; sonuçta sözleşmeler tıkanıyor. Havacılık ve metal sektöründeki sözleşmelerin tıkanmasıyla grev ilan edilmesi önümüzdeki günlerde öyle ya da böyle grev konusunun konuşulacağını gösteriyor.
Grevin yasal boyutu kuşkusuz önemli olmakla birlikte işçi sınıfının yasal güvenceden bağımsız olarak kendi öz gücüne güvenerek bir mücadeleye hazırlanması “grev” tartışmasının en önemli boyutu olsa gerek. 1980 öncesi toplumsal mücadelenin güçlü bir parçası olarak örgütlenen ve büyük bir coşkuyla, kutlamalarla girilen grev süreçlerini sonraki dönemlerde hepimizin bildiği nedenlerden dolayı göremedik.
1980 öncesi grevlerin büyük çoğunluğu yasal çerçevede yapılmış olsa bile sınıf ideolojinin toplumsal hegemonyası sayesinde bu mücadeleler daha başlar başlamaz bir işyerine veya iş koluna özel hak mücadelesi olmaktan çıkar genel bir mücadelenin parçası haline gelirdi. Zira o süreç daha grev yasası bile yokken “yasa dışı grev” yapmış ve grev yasasının çıkartılmasını sağlamış bir sınıf mücadelesinin devamıydı…
Bugün gelinen süreçte emek ve sermaye arasındaki bu çıplak karşı karşıya gelişleri sadece işyeri-işkolu bazında bir hak mücadelesi olarak görmek ve en önemlisi yasalara bağlı kalarak örgütlemenin ve başarılı olmanın imkanı olmadığının bir kez daha altını çizmemiz gerekiyor. Hava İş belki son süreçte hiç durmaksızın bir mücadele pratiğini sürdürdüğü ve teslim olmadığı için bu mücadeleden kazanımlarla çıkabilir. Ya da geçtiğimiz dönem MESS sözleşmelerinde olduğu gibi ciddi mücadele deneyimlerine sahip, kararlılığını bütün örgüte yayabilmiş bir Birleşik Metal İş bu tür süreçleri kaldırabilir… Ancak daha grev lafı ağza alındığında “uzun sürerse nasıl dayanırız, imkanlarımız sınırlı” diye devam edilen konuşmalarla grevi bir sınıf mücadelesi olarak örgütlemek mümkün değildir…
Üretimin bu kadar küçük parçalara bölündüğü, güvencesiz (sendikasız) çalışmanın esas çalışma biçimi haline geldiği, yeniden üretim alanlarının piyasalaştırıldığı bir dönemsel süreçte grev diye tabir ettiğimiz işçi sınıfının “üretimden gelen gücünü kullanması” sadece “yasal grev”le sınırlandırılamaz. Üretimden gelen güç, işçi sınıfının her şeyidir. O’nu kullanma tehdidi olmadan ya da gerçekleştirmeden sermaye sınıfına karşı bir mücadeleyi kazanma imkanı yoktur.
Bu nedenle işçi sınıfı bu silahını etkili biçimde kullanma yollarını öğrenmek durumundadır. Bunun yolunun “yasal grev” olmadığını bilerek başlamamız gerekiyor öğrenmeye… Üretmeme hakkının işçilerin en doğal hakkı olduğu bilincinin ve pratiğinin yaygınlaştığı ve bu pratiği sadece çalışanlarla değil artık emek süreçlerinin ayrılmaz bir parçası haline gelmiş işsizler ve sosyal hak mücadelesinin taraflarıyla birlikte örmeye başlandığı yeni bir mücadele süreciyle “grev” gerçek anlamını bulabilecektir. Bir başka deyişle yeni dönem “işçi grevleri” değil “halk grevleri” şeklinde örgütlenmeyi beklemektedir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.