2014 1 Mayısı’nda da Taksim yasaklanmak istenecek. Bu yasağı delme iradesinin, önümüzdeki bir yıl içindeki sınıf ilişkileri tarafından belirleneceğini de öngörmek zor değil Birkaç sene evvel, liberallerin gözünde hala demokrat olan Başbakan Erdoğan, türbanın siyasi bir sembol olmadığını anlatmak için kullanmıştı “velev ki sembol” ifadesini. Bu ifadenin arkasından “türban sembol olsa ne olur ki” anlamı […]
2014 1 Mayısı’nda da Taksim yasaklanmak istenecek. Bu yasağı delme iradesinin, önümüzdeki bir yıl içindeki sınıf ilişkileri tarafından belirleneceğini de öngörmek zor değil
Birkaç sene evvel, liberallerin gözünde hala demokrat olan Başbakan Erdoğan, türbanın siyasi bir sembol olmadığını anlatmak için kullanmıştı “velev ki sembol” ifadesini. Bu ifadenin arkasından “türban sembol olsa ne olur ki” anlamı kaçamak biçimde sergileniyordu iktidar cephesinde.
Taksim Meydanı için “velev ki” gibi kaçamak bir ifadeyle değil açık bir şekilde söylüyoruz ki, Taksim semboldür. Bu sembolün anlamı da Türkiye’deki tarihsel ve güncel sınıf savaşımından gelir.
Ancak burada şu vurguyu özellikle yapmak gerekir. Bu sembolizm sadece işçi sınıfı ve emekçiler için geçerli değildir. Bununla birlikte burjuvazi için de Taksim semboldür.
Dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de “Uluslararası Emek ve Dayanışma Günü” olan 1 Mayıs’ta sınıf mücadelesinde geçen bir yılın hesabının tutulduğu gündür. Ve 1 Mayıs’ın Türkiye’deki sınıf savaşımı sembolü, hem burjuvazi hem de işçi sınıfı ve emekçiler için, Taksim meydanıdır.
1977 kanlı 1 Mayıs’ı öncesi Türkiye’de halk hareketinin doruğa çıktığı yıllardı. 77 1 Mayıs’ı, devrimcilerin yarattığı ama belirleyici olmadığı provokasyona meyilli koşula rağmen, yükselen halk hareketinde korku ve panik yaratmak için bizzat devlet katliamıyla Taksim kana bulandı. Yani 77 1 Mayıs’ı basit kontrgerilla hareketi değil, o günün sınıfsal ilişkilerinde burjuvazinin göze aldığı kanlı bir müdahaleydi.
Ve bu kanlı müdahale, 77 sonrasında her fırsatta devlet tarafından her koşulda acımasızca üretilmiştir.
77 sonrası ve Taksim
Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerinin örgütlü güçleri olası her fırsatta 77 sonrası yasaklanan Taksim’i zorlamaları, Taksim’in sınıf savaşımındaki sembolik (ve de aslında somut) anlamından kaynaklıdır. 80’li yıllardaki uzun ve karanlık yenilgi dönemlerinin yarattığı ölü toprağını üzerinden atan devrimci mücadele, bu nedenle her fırsatta Taksim’e doğru yöneldi.
Taksim’e yönel(e)mediği yıllarda da 1 Mayıs’ın nasıl kutlanacağının iradesi, gene sınıf ilişkilerinin ürünü olarak kitlelerce belirlendi: 96 Kadıköy 1 Mayıs’ı gibi.
2007 yılı, Taksim için kritik bir yıldı. 77 katliamının 30’uncu yılı, aynı zamanda mevcut iktidar aracılığı ile yaşanan sınıf ilişkilerinin bir sonucu ortaya çıkan baskıcı ve faşist düzene karşı oluşan tepkilerin de arttığı dönem ile birleşince, az sayıda bir kitleyle de olsa Taksim’e çıkıldı.
2007’den sonra 2010’a kadar Türkiye işçi sınıfı ve emekçiler ve onların örgütlü güçleri, her defasında sergilenen korkunç ve vahşi devlet-polis terörüne rağmen, Taksim’e çıkma iradelerini gösterdiler. Ve 2010’da 2007’ye oranla çok daha büyük bir kitle çatışa çatışa Taksim’e girmeyi başardı. Ki hatırlanacağı gibi 2010 1 Mayıs’ında İstanbul’u felç eden, terörize eden vali, şu anki mevcut İç İşleri Bakanı Muammer Güler’di.
Bu süreçte, 2009 yılında hükümet 1 Mayıs’ı resmi tatil ilan edip, “Emek ve Dayanışma Günü” olarak devlet nezdinde kabul etti. O zamanlar hepimiz haklı olarak kitlelerin Taksim iradesinin bu kararın alınmasında etkili olduğunu düşündük. Doğrudur da.
Ancak 2013 1 Mayıs’ında Başbakan Erdoğan’ın devletin vahşetinin gölgesindeki “1 Mayıs’ı tatil ilan ettik, serbest bıraktık, daha ne istiyorsunuz” mealindeki ifadesi, iktidarın gözünde 1 Mayıs’ın bir tür bahşetme olduğunu da kesin biçimde ortaya çıkardı.
2012’de alelacele başlatılan bir inşaatın ardından “güvenlik nedeni ile” Taksim’in 1 Mayıs’a yasaklanması ve sonrasında başta Erdoğan olmak üzere devletin açıklamaları inşaatın basit bir hamle olmadığını ortaya çıkardı.[1]
1 Mayıs’tan bir kaç gün önce DİSK başta olmak üzere Taksim konusunda işçi ve emek örgütleriyle görüşmesinin ardından Erdoğan, Taksim’e çıkma ısrarının “AKP karşıtlığı olarak algılayacağını” açıkça söyledi. Kime karşı çıkılacağının iznini bile kendilerinin vereceğini, devletin dönüşümü sürecinde (Ergenekon’dan, yargının yeniden düzenlenmesine kadar) zaten uzun zaman önce göstermişlerdi.
1 Mayıs akşamı ise AKP milletvekili Hüseyin Çelik, Taksim’i “dönüştürme” projesinden sonra Taksim’de herhangi bir gösteriye izin vermeyeceklerini söyledi.
Kısacası burjuvazi, işçi ve emekçilere karşı savaşıyor. İktidar aygıtı hükümet, “benim istediğim, benim dediğim yerde kutlama yapabilirsiniz” diyerek, bu savaşı Türkiye işçi sınıfının ve emekçilerin sembolleri üzerinden açık biçimde gerçekleştiriyor.
Bir sene öncesinden söylemek kahinlik olmayacak. 2014 1 Mayısı’nda da Taksim yasaklanmak istenecek. Bu yasağı delme iradesinin, önümüzdeki bir yıl içindeki sınıf ilişkileri tarafından belirleneceğini de öngörmek zor değil artık.
Mağrur olma TKP…
Yazıyı yukarıdaki paragrafla bitirmeyi çok isterdim. Ancak TKP’nin 1 Mayıs 2013 için Taksim ile ilgili tutumuna, buna dair yaptıkları açıklamalara karşı bir kaç cümle söylemek gerekiyor.
TKP, 1 Mayıs’ta Taksim’de olmayacağını bir süre önce ilan etmişti. Bu ilanın içinde yer alan “akil adamların olduğu kürsü” gibi Taksim’de yer alacak bileşenlerin hepsini toptan bir yere sıkıştıran açıklamalara rahmet okutacak bir açıklama yaptılar Kadıköy’de. Hem de en yetkili ağızdan…
TKP Merkez Komite Üyesi Kemal Okuyan 1 Mayıs’taki konuşmasında Taksim’e neden gitmediklerini dair şunları söylüyor:
Taksim’deki kutlamaların bize, işçilere sorulması lazımdı. Hayatımız boyunca hep inandığımızı söyledik; bu kalabalığı Taksim’in neresine sığdıracaktık?…
Biz neden Taksim’e gitmedik, bunu kısaca anlatayım dostlar.
Birincisi, burada toplanan on binlerce kişi, biz eğer Taksim deseydik Türkiye’nin dört bir yanından davet ettiğimiz insanlarla, bu alana ulaşım terörü nedeniyle nasıl ulaşacaktık. Taksim denilmeden önce, dostlarımıza Taksim denilmeden önce bize sorulması gerekirdi, sendikalara, siyasi partilere, siz ne dersiniz demeleri gerekirdi dostlar. Biz bu yüzden, sendika bürokrasisine artık yeter dedik. (baskahaber.org, bold bana ait)”
Kemal Okuyan’ın konuşması neresinden bakılırsa bakılsın kendisi dışındakileri yok sayan ve hor gören bir açıklamadır. TKP son yıllardaki ajitasyon ve propagandalarında, Erdoğan’ı, haklı olarak padişah biçiminde karikatürize etmişlerdir. Ancak 1 Mayıs’ta “bizim istediğimiz içerik ve yer benimsenmezse biz yokuz” ifadesi ile Erdoğan’ın “benim istediğim içerikte ve yerde yapılacak” dayatması arasındaki fark, geniş kitleler açısından oldukça belirsiz kalmaktadır. İki tutumun ortak yönü olan “büyüklük” algılarından dolayı da kendilerine “Mağrur olma TKP” deme hakkını da bizlere vermiş oluyorlar.
Eğer dedikleri gibi “bu kalabalığı Taksim’e nasıl sığdıracaktık” kaygısı Taksim’e gitmemek için bir gerekçe ise, daha önceki yıllarda yüz binlerin doldurduğu Taksim meydanın kendilerini de alacak büyüklükte bir meydan olduğu malumdur. Ayrıca Kadıköy’deki kitleye bakıldığında görüldüğü üzere, Taksim’de kendilerine kolayca yer bulunabilecektir. Bu nedenle söylenen şey bir gerekçe değil, bahane gibi gözükmektedir.
TKP, 1 Mayıs’ta Taksim ısrarını anlamadığını göstermiştir. Öncelikle Taksim ısrarı işçi ve emekçilerin ve onların örgütlerinin ezici bir çoğunluğunun iradesidir. Bu nedenle “bize neden sormadınız” demek kendini dev aynasında görmektir.
Taksim ısrarının ikinci en önemli nedeni ise kitlelerin 1 Mayıs’ta Taksim’i kullanıp kullanmayacakları iradesinin, sınıflı toplumun egemenlik aracı olan devlet tarafından değil, kendi iradeleri tarafından belirlenebileceğini göstermek istemeleridir ve bu iradeyi göstermişlerdir. Bu kadar açık olan bir konuda kendi tutumlarının gerekçesini sürekli olarak açıklamaya çalışmak, bu tutumlarının fiyasko olduğunu göstermenin ötesinden bir anlam taşımamaktadır.
Son olarak, sınıf savaşımı birçok cepheden yürütülür. Ancak her kim bu savaşımın sadece kendisi tarafından yürütüldüğünü iddia ederse iddiasını öncelikle eylemle kanıtlamak zorundadır.
Kadıköy’de sadece kendileri toplanmıştır. Sayıların burada pek önemi yoktur. Gündelik sınıfsal ilişkilerin niteliği burada belirleyicidir. Ve Türkiye işçi sınıf ve emekçileri ve onların örgütlü gücünün ezici çoğunluğu, sayısal olarak da Kadıköy’den fazla olarak, Taksim’e çıkmaya çalışırken, devletin azgın faşist saldırısına uğrarken, TKP Kadıköy’deki “kutlamalarından” dolayı devletin valisinden “teşekkür”ü almış, ancak 1 Mayıs 2013’te sınıf savaşımında sınıfta kalmıştır.
İşçi sınıfı ve emekçilerin sınıf savaşımında bir güç olarak var olmasının öncelikli yolu 1 Mayıs’ın “dayanışma” anlamında saklıdır. Bu dayanışmanın sadece kendine yontarak oluşturulacak bir şey olmadığını tarih, acı biçimde, göstermiştir.[2] Bu nedenle 1 Mayıs 2013’teki devlet terörüne karşı güçlü bir dayanışmayı geliştirme zorunluluğu varken bu yazıyı bu şekilde sonlandırmak da bir o kadar üzücü.
[1] Taksim’e 1 Mayıs için “güvenlik” nedeni ile izin verilmemesinin tam bir yalan olduğu 28 Nisan’da ortaya çıktı. Giresunlular günü ile ilgili olarak 100 bin kişi hedeflenen ama 10 bin kişin katıldığı bir etkinlik, Taksim meydanında tam da 1 Mayıs’ta emek örgütlerinin istediği alanda gerçekleşti. İşin komik tarafı bir AKP’li belediye başkanı ve Vali etkinlikte hazır bulundu. (sendika.org)
[2] Sovyetler Birliği başta olmak üzere revizyonizmin çürümesinin başlangıcı da ideolojik olarak tam da burasıdır. Koca Sovyetler yok olduysa ve bundan ders alınmadıysa ne diyebiliriz ki?
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.